Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Kürt Zapatistalarının özgürlük dansı-Xakı G.Bargin

Kürt gerilalarının Kandil’den Amed’de yürüyüşü, Zapatistaların Meksikada’ki yürüyüşüne ne kadar da çok benziyor.

Bu bir yürüyüş olmaktan çok bir buluşmaydı. Kandil’deki özgürlük savasçılarıyla Kürt halkının yara aldığı yer olan Habur’da, yarasını sarma buluşmasıydı. Yaralarını sararkende, özgürlük eylemiyle Kürt’ün bedeninde açılan „sınır“ denilen o egemenlik kodunu çözmekti bu buluşma. Kürtlerin, canlarını bu yaranın sarılmasına sunan çocuklarının özgürlük getiren bu eylemini karnaval güzelliğiyle ödüllendirmeleri  takdire değer bir davranış olduğunu belirtmek zorundayız. Bu karşılama görkemli oldu. Direnişin sembolü olan gerila giysileri karnavale uygun olarak Başkentlerinde beyaza dönüşerek barış rengini alıyordu. Barışta eyleme dönüşerek hakim olan diktatöryel statüyü parçalıyordu.

 

Yanlızca şairin „kelimeler kifayetsiz kalır“ dediği an değildi bu, sözcüklerin sözcük olduklarını kavradıkları bir andı da.. Kürt’ün özgürlük direnişcileriyle buluşması „ateş ile danslarını“ anımsatıyordu. Kürtler ateş ile oynayan bir halktı, en sonunda ateş onları degil, onlar ateşi yaktı. Isyan ateşlerini, barışın meşalesi olan ateşleri…

 

Bir ezberin bozulması değildir bu coşku, tüm ezberlerin bozulmasıydı. Dünya’nın yanlızca Kürt’ün özgürlük tutkusuna tanıklık yaptığı bir gün değil bu gün, aynı zamanda Kürt’e yapılan zulme karşı kör, sağır ve dilsiz rolü oynadığından, töhmetine tanıklık yaptığı bir andı da. Türkün Kürt, Kürt’ün kendi algılayışının ezberinin bozulduğu bir andı. Kürtlerin sadece ezilen ve mağdur olmadıklarını, ayrıca haklı ve özgürlüğüne tutkun, onurlu bir barışın arayışına çıkan bir halk da olduğunu gösterdiği bir andı..

 

Militarizmin uçak ve panzerlerinin kitli kaldığı, bir halkın baskı ve zulümle yenilemiyeceğinin en bariz şekilde anlaşıldığı, özgürlüğün bir tutuku olduğu ve de eylemin yaşamı belirlediğinin tekrardan ispatlandığı bir andı. Kısacası Kürtlerin Özgürlük Türkülerini ağız dolusu söylediği bir zamandı.

 

Kürt gerilaların ülkesinin bölünmüşlüğünü anlamsız kılan özgürlük yürüyüşü bir kollektiv dans niteliğine büründü. Bundan dolayı  medya karnaval gibi karşılaştırmalardan bahsetmek zorunda kaldı. Evet  dansıyla ateşi yakan bu halkın özgürlük direnişçileriyle başkentinde buluşmasının karnavalıydı. Özgürlükten içmişlerdi bu halk ve bu özgür çocukları, her yudumda özgürlük, Kürt’ü olması gereken kendisine dönüştürüyordu. Kürt kendisi olunca içi içine sığmıyordu.

 

Yanlızca bir coşku seli değildi bu özgürlük yürüyüşü, Kürt’ün ortak akılla hareket ettiği bir şölendi de. Olgundular, çağrıları barıştı. Milliyonlarca Kürt özgürlüğün bilinciyle hareket ederek taşkınlıklara yer vermedi. Yürüyüşleri coşkulu ve özgürlüğe yakışır bir disiplin içerisinde gerçekleşiyordu.. Yediden yetmişe bir halk bu tavrıyla özgürlüğe duruşundaki olgunluğunu sergiliyordu. Bin yıllardan gelen mağrur duruşuyla sevincini yaşıyordu bu topraklarda. İşgalcilerin esamesi okunmazdı, onlar panzer, uçak ve top denen tehlikeli metalara dönüşüyorlardı, Kürt’ün direnişi karşısında.

 

İsterse bin defa toplarıyla, tanklarıyla ve uçaklarıyla saldırsınlar, isterse bin defa tekrardan Kürtleri tutsak yapmaya kalkışsınlar, ama hiç bir şey Kürtlerin özgürlük direnişçilerini dans ritmiyle karşıladıkları, yapay çizilen sınırları yıktıkları ve birlikte başkentlerine bir ırmak gibi aktıkları gerçekliğini değiştiremiyecektir. Ayrıca Özgürlük direnişçilerinin kendi başkenti olan Amed’e yürürken gerila giysileri içinde halkına karanfil dağıttıklarını ve de barışın rengi olan beyaz giysileriyle başkentlerinde Kürdistan semalarına barış ve kardeşlikle buluşsun diye beyaz güvercinler uçurturlarken, T. C.’nin  sömürge anayasasının kağıttan kaplan olduğunu dünyaya deklare ettiler.

 

Barış, barış olalı böylesine tanıklık yapmamıştı. Bir halk bin yılların esaretinin altında özgürlüğüne olan özlemini, özgürlükten içerek gidermek istiyordu. Bu halk kana kana özgürlük içerek kendisi oluyordu.. Özgürlüğün bilinçli eylemi, Kürdü kendisi yapıyordu.

 

Dünya böylesini görmedi; barış genellikle eylemin sonucu olurdu, ama Kürtler ve özgürlük direnişçileri barışı eylem yaparak zulmün odaklarını karanfilleriyle vurdular. Güvercinleri uçurtarak militarizmin Kürdistan semalarındaki barbarlığının sonunu haykırıyorlardı.

 

Güneşin doğduğu semalarda artık askeri jetler değil, güvercinler uçacak, baharlarımızı karanfiller ve de ruhumuzu özgürlük saracak. Halaylarımız ve türkülerimiz celatlarımızı korkuturken, dostlarımızı sadece sevindirmeyecek, daha da dost olmalarını sağlayacaktır. Ayrıca barışı savunan Türklerin mağdur değil de, özgür ve eşit Kürt dostları olacak. Bu onları biraz daha güçlü kılacak. Onların dostluğu sadece bizim acılarımızın anlamlı olduğunu göstermeyecek, acılarımızın paylaşılır olduklarını da göstererek azalmalarına da vesile olacaklardır. Belkide kendi eğemenlerini Kürt halkına çektirdikleri zulümlerinden dolayı özür dilemeye de zorlayacaklar, zorlamayacaklarını kim bilir?...

 

Zulmü ve aşağılanmayı hak etmemiş bir halk olarak dansımızla Newroz ateşlerini yakarken, acılarımızın kine değil de, kinin öteki yüzü olan sevince, kardeşliğe ve de dostluga dönnüşmesini sağlayacağız. Acılarımıza yakışan bir halk olarak mağrur ve onurlu bir duruşla barışımızı arayacağız.

 

Yetmişinde bir delikanlı çıktı halkının karşısına. Yetmişinde Kürt’ün Ahmet Türk’ü özlem ve rüyasını mezopotamyalı halkıyla paylaşıyordu. Kürt’ün özgürlük mücadelesi bu yetmişindeki çınarı delikanlıya dönüştürmüştü. İnce uzun boyuyla, asil, mağrur ve dik duruşuyla ve de onsekizindeki gençleri kıskandıracak ritmiyle özgürlük rüyasını dans edercesine haykırıyordu Amed’te. Çığlık çığlığa bir rüyayı masalımsı bir büyüyle, düşmanlıklara pirim vermeden anlatıyordu. Özgürlük yetmişinde de olsa genç kalmayı gerektiriyordu. Olgunluğu ve kamilliği genç kalışına bir tezat oluşturmuyordu. Sahnedeki konuşması Yılmaz Güney’in Cannes film festivalindeki  mağrur ve direngen duruşunu anımsatıyordu. Bu Kamil ve yetmişindeki Kürt delikanlısının ağzında, bir Ahmet Arif uslubuyla barış, kardeşlik ve de dostluk şiarları daha da anlamlı bir hal alıyordu. Yetmişindeki bu delikanlı, Kürdün özgürlüğünün „delisi“ Leyla Zana’yı da aralarına katmasıyla, bize sadece umut vermiyorlardı, gelecekli olduğumuzu da müjdeliyorlardı.  

 

Geleceğimizi beyazlara bürünen özgürlükten içmiş, bilince dönüşmüş direngen Kürt çocuklarının eyleminden gizli olduğunu söylediler.. Böylece bize de sevinç kaldı.

Kim ne derse desin; ilk defa eğilip bükülmeden tam olarak sevinmemiz içn ciddi gerekçelerimiz var bizim. İIlk defa gelecekli ve bir bütün olduğumuzu hissettik. İlk defa başlarımız dik ve mağrur duruyorlardı bedenlerimizin üstünde. İlk defa bölünmüşlüğümüzün sembolü olan „sınır“ denen çeperleri attık ilgili yerine. İlk defa aşılmaz denen aramızdaki uçurumları karnaval sevinciyle aştık. Ilk defa benle sen biz olarak çoğaldık. Biz olmanın bu ortak dilini korumasını becerirsek, daha çok şey olacağız. Belki de özgür!…

 

Karamsarlığın bedenimizi kemirdiği bir anda, özgürlük eylemi beklenmedik bir anda çıkageldi ve bizleri şaşırttı da. Yanıldığımıza sevinmemiz gerekir, tersi ölümümüz olurdu.

 

Barış, eyleme dönüşmüş kendisini arıyor, buna kim karşı çıkabilir ki!...

 

Bunun bilinciyle bizlere bu duyguları tattıranlara söyleyebilecek tek bir sözümüz olmalı, o da „Aşk olsun çocuklar, aşk olsun“ diyebilmektir.

Aşk olsun!...

Xaki g. bargin

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

 

Xaki Bargi'nin Diger Yaziları

Yeşil Çikolata ve Metin Aktaş

Metın  Aktaş  Gerçekler-ve-kurgular

Kıyılbaş Olmak