Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

SON DERVİŞ ROMANI VE HAKSIZ ELEŞTİRİLERE CEVAP -METİN AKTAŞ

 (7 Ekimde Kürdistan post sitesinde Xaki G Bargin adlı yazarın imzasını taşıyan Son Derviş romanıyla ilgili bir yazısı yayınlandı.)

Bir romancının, ülkemizde geçmiş yüz yılımızın üzerinde derin etkiler bırakmış Said-i Kürdî gibi büyük bir Kürt âliminin hayatını yazdığı için suçlanması, ancak ülkemizin insanına has bir olay. Romanı okumadan, romanın ne anlattığını anlamadan yazarı suçlamak, hatta, ” Sola ihanetle” suçlamak yine ülkemizin insanına has bir olaydır.

Çünkü roman yazan bir yazarın, romanını yazdığı roman kahramanı gibi düşündüğünü, yaşadığını düşünmesi, aklı başında insanın yapacağı bir iş değil. Roman yazarı özgürdür, onun düş dünyası sınırsızdır. Yaşanmış veya yaşanmamış insanların hayatını anlatabilir, var olan veya var olmayan kentler, ülkeler, dünyalar yaratabilir. Bu demek değildir ki, o yazar, hayatını anlattığı insanlar gibi düşünüyor, yaşıyor. Yazar romanlarında, sağcıyı, solcuyu, dindarı, dinsizi, yoksulu, zengini, hırsızı, fahişeyi, zorbayı, mazlumu anlatabilir.

Son Derviş romanımda Said-i Kürdî’nin hayatını anlattığım için Sola ihanet ettiğimi, yakın tarihimizde yaşanmış Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Ezidilere, Süryanilere yapılmış bütün katliamları onayladığımı düşünecek kadar düşünce fakiri olmak, bize has bir gerçek.  Ve ben bu ülkenin bir romancısı olarak yazdığım, anlattığım her insan gibi düşünmediğimi, yaşamadığımı anlatmak zorunda kaldığım için de ayrıca üzüntülüyüm. Benim bu güne kadar on bir romanım yayınlandı. Bu on bir romanda farklı hayat tarzlarını farklı tarihî dönemleri, farklı yaşamları, farklı kültürleri anlattım. Acı Fırat Asi Fırat, Sürgün romanlarımda 1938 Dersim kıyımını, Nişancı romanımla 1925 Şeyh Said Kürt isyanını, Harput’taki hayalet romanımla 1915 Ermeni kıyımını, tehcirini, Dicle romanımla son otuz yılda ülkemizde yaşanan iç savaşı romanlaştırdım. Cefr romanımda İslam dinin batini ekolünün felsefi yapısını, hayat tarzını anlattım. Yayınlanmış romanlarımı beğenirsiniz, beğenmezsiniz bu sizin kanaatiniz; bu konuda söyleyecek bir sözüm olamaz ama henüz piyasaya çıkmamış, okunmamış bir roman hakkında çokbilmiş büyüklüğüyle yazarı aşağılamaya kalkmak, onu ihanetle suçlamak doğru bir davranış değil.

Sevgili Xaki G Bargin, Siz Said-i Kürdî hakkında olumlu düşünmeyebilirsiniz. Ama bir romancıyı Said-i Kürdî’nin yaşamını anlattığı için, onu nurculukla ithama kalkmanız hiç doğru bir davranış değil, hiç insani bir davranış değil. Kaldı ki, nurculuk olarak adlandırılan siyasal ekol yekpare bir bütün değil; bu gün Said-i Kürdî’nin yolunda gittiğini ya da onun ardılları olduklarını söyleyen onlarca, yüzlerce hareket, cemaat, ekol vardır. Bunlar hayata dair sorunları yorumlamada biri birlerine tezat düşüncelerdeler.  Said-i Kürdî’nin yolundan gittiğini söylen bazı cemaatlerin, ekollerin yapısına bakarak Said-i Kürdî’yi değerlendirmek doğru değil. Çünkü bu alanda Faaliyet yürüten birçok cemaatin ne kadar Said-i Kürdî ardılları olduğu konusun bu ekolün savunucuları arasında bile tartışılmaktadır. Son Derviş romanı biraz da bu tartışmalara ışık tutacak Said-i Kürdî’nin gerçek kişiliğini ortaya çıkarmak için yazılmış bir romandır. Ve okuyucuya ulaştıktan sonra büyük tartışmalara neden olacaktır. Gerçek adın her neyse bilmiyorum ama, siz Avrupa’da yaşayan yazarlardan insanların yaşamlarına, özel hayatlarına daha saygılı olmalarını istiyorum. Beni tanımadan, özel yaşamım hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan beni nurculukla, satılmakla itham etmen hiç hoş, hiç şık değil. Burada yanlış anlaşılmaya neden olmasın diye bir noktayı açıklamak zorundayım. Ben, bana nurcu denilmesini kendime bir hakaret olarak görmüyorum. Sadece nurcu düşünceye, yaşam tarzına sahip olmadığım halde böyle itham edilmeyi doğru bulmadığım için bunları yazıyorum. Çünkü Said-i Kürdî’nin Kürtlerin, Türklerin tarihinde derin izler bırakmış, saygın bir âlim olduğuna inanıyorum. Bir Alevi Kürt olarak Kürt halkının yetiştirdiği bu büyük âlimi saygıyla anıyorum. Ve onun gerçek ardıllarına saygı duyuyorum.

 “Dersimli bir romancı olan Metin Aktaş’ın bir alevi olarak İslami bir akım olan Nurculuğun kurucusu babası sayılan ve mürütlerinin Beddüzaman dedikleri Said-i Nursi’nin yaşamını romanına konu edinmesi değildir, daha çok Said-i Nursi’yi durup dururken birden keşfetmesidir. Metin Aktaş’ın Said-i Nursi’yi keşfetmesinin zamanlamasının AKP’nin“kale fethetme” ve “alevi açılımı” adlı politikalarına denk düşmesi, bu keşfin tesadüfi bir keşif olmadığını anlatır bizlere. Bundan dolayı insanın aklına yanlızca bayram değil seyran değil islami çevreler niye alevi bir yazar olan Metin Aktaş ‘i öptü diye bir soru gelmiyor, ayrıca alevi olan Metin Aktaş birden bire neden islamcıları öpmek istedi diye bir soru da geliyor... Metin Aktaş’a sorarsanız kendisi değil, Dersim jenosidinde katledilen "nineleri " bu islamcıları öpmeye zorlamış. Bu zorlamayı birlikte okuyalım: “( 7 Ekim 2009 Kürdistan Post sitesi)

 Benim büyük bir Kürt alimi olarak gördüğüm Said-i Kürdî’nin yaşamını anlatmış olmamdan dolayı yazar bana etmediğini, söylemediğini bırakmıyor. Sevgili Xaki G Bargin ben Son Derviş romanımı ne sipariş üzerine yazdım,ne de birilerine yaranmak için nede satıldığım için yazdım. Beni tanıyanlar bu karekterde bir insan olmadığımı bilirler. Son Derviş romanım yedi yıl süren  bir araştırmanın ürünüdür. Ben Sadi kürdi’yi durup dururken keşf etmedim, eğer benim yazım hayatımı takip etmiş olsaydın romanlarımda  Alevi ve Sünni Kürtlerin hayatında derin izler bırakmış insanların hayatlarını romanlaştırdığımı görürdün. Sürgün ve Acı Fırat Asi Fırat romanlarımda 1938 Dersim kıyımını Nişancı romanımla 1925 Şeyh Said kürt isyanını anlattım. Bu romanlar Türk, Kürt camiasında yanlızca solcu değil sağ,islamcı çevreler tarafından da beğeniyle okundu ve hakkında bir çok yazılar yazıldı. 

Sen düşüncelerine katılırsın katılmazsın Said-i Kürdî geçmişte ve bu gün hala milyonlarca insanın düşünceleri,yaşamları üzerinde derin izler bırakmış  büyük bir Kürt alimi. Bu insanları topyekün kötü görmek alışkanlığı  bağışlanacak bir alışkanlık değildir. Hele bunları Aleviler adına yapmaya kalkmak çok daha kötü. Benim yüzlerce, binlerce sağcı,solcu,dindar,dinsiz,emekçi, işveren sünni mezhebinden dostum, arkadaşım var. Ama benim kendime has düşüncelerim ve hayat tarzım da var. Bu dostlarım, arkadaşlarım bunu bilir. Yaşadığımız ülkede, yaşadığımız dünyada  farklı düşüncelerden,inançlardan, kültürlerden insanlarla iç içe yaşıyoruz. Biribirimizin farklılıklarını kabul etmez, geleceğimizi farklıkların düşmanlığı üzerinde inşa etmeye kalkarsak; ne kendimiz, ne de birlikte yaşadığımız diğer insanlar mutlu olur.

Romanlarımda geçmişte yaşanmış acıları anlatırken geçmiş acılarını husumetlerini  farklı kültürlerden,inançlardan,etnisiyelerden halklarımızın  bu gün ve gelecekte ortak bir yaşam kurmalarını engellemek için değil bu gün ve gelecekte ortak bir yaşam kurmalarını kolaylaştırmak için yazarım.Bunu böyle bil. Bu günü ve geleceği HZ Ali İle HZ Ebubekir arasında süren hilafet çekişmesine göre değerlendirmem. Bu günü ve geleceği bu çelişkilere göre şekillendirmeye, örgütlendirmeye kalkamam;yani  bu günü ve geleceği  mezhep gözüyle değerlendirmem.

Son Derviş romanım  12 ekim tarihinde satışa sunulacak. Roman okuyucuyla buluştuğunda Son Derviş romanını okumadan böyle abuk sabuk eleştiriler yazan insanlar  yazdıklarından dolayı üzülecek Said-i Kürdî’ye bakışları değişecektir. Çünkü Son Derviş romanı Kürtlerin, Ermenilerin, süryanilerin, Ezidilerin,Türklerin yüz yıllık geçmişini  bu topraklarda yaşamış Ermenilerin, süryanilerin, Ezidilerin kıyımlarını, sürgünlerini anlatan bir roman. Roman bu yüz yıla Said-i Kürdî’nin hamidiye alaylarının elinden ölümden kurtardığı bir Ermeni gencinin gözüyle yüz yıllık geçmişimizi anlatıyor,sorguluyor. Roman hakkında  yorumlamayı okuyucuya bırakarak yazıma devam edeyim.(not roman taslağını okuyan Newroz gazetesi yazarı Aziz Mahmut ak’ın romanla ilgili benimle  yaptığı söyleyişiyi yazının sonuna ekliyorum. Böylece  roman hakkında kısa bilgi sahibi olursunuz.)

Yazımı bitirmeden Alevilikle ilgili bir kaç söz söylemek istiyorum.Çünkü yazar benim Alevilikle ilgili düşüncelerimi sorguluyor ve bu düşüncelerimden dolayı beni sağcılıkla itham ediyor. Cefr romanını yazarken İslam dini,din teolojisi ve islam dini içerisindeki mezhepsel ayrışımlarla ilgili on yılımı alan uzun bir çalışma inceleme yaptım. Dersim’de muhafazakar Alevi bir ailenin çocuğu olarak doğdum. 53 yıllık yaşamım Aleviler içerisnde geçti bu yüzden Alevileri çok iyi tanırım. Bir çok romanımda Alevi insanların yaşamlarını anlattım, ama orta okulda sosyalist düşünceyle tanışmamdan sonra  Alevi ritüellerini yapmadım. Hâlâ da yapmıyorum;çünkü bana göre Alevi ritüelleri çağımızın  bireysel, toplumsal sorunlarına yanıt verecek kapasitede ritüeller değil.  Ha biri de böyle olduğuna inanıyorsa, onun yolu açık olsun. Niye böyle yapıyorsun; böyle yaptığın için kötüsün, deme hakkım yok. Ne ben çok iyiyim, ne de onlar çok kötü. İnsan nasıl mutlu oluyorsa, nasıl rahat ediyorsa öyle yaşasın. (Çünkü kendi ailemde bu ritüelli yapan insanlar var.)

Bu gün Aleviler bir arayış içerisnde. Herkes Alevileri kendisine benzetmeye çalıyor; sağcılar, Alevileri sağcı; solcular, Alevileri solcu göstermeye çalışıyor. Ben bir politikacı değilim, kimseyi kendime benzetme  sorumluluğum yok; ben Alevileri olmalarını istediğim gibi değil, oldukları gibi görürüm.  Eğer Aleviler kendisini Müslüman, İmamı Caferi sadık mezhebinden görüyorlarsa benim onlara siz kendinizi niye böyle görüyorsunuz, siz aslında Müslüman değilsiniz deme hakkım yok. Kimsenin de bu hakkı olamaz. Bir insan kendini nasıl görüyorsa, öyledir. Bu hakkı kendinde bulan insanlar da Alevilere haksızlık  yapıyorlar. Bu gün politize olmamış Aleviye sen Müslüman değilsin de,  Alevi bu sözü kendisine hakaret olarak görür. Alevilerin doğumundan ölümüne kadar yapılan bütün ritüellerin temel taşı Allah, Muhammed, Ali’dir. Bu köşe yazısında islam dini hakkında geniş bir açıklama yapma şansım yok ama bazı solcuların, kemalistlerin, sağcıların, devletin  İslamı sadece İslam dini içerisinde doğmuş  Sünni Hanifi mezhebinin ritüelleri olarak görmesinin doğru olmadığını söylemek zorundayım. İslam dini, İslam dini içerisinde doğmuş bütün mezheplerin, tarikatların felsefi ekollerin bütünüdür. İslam dinini  sadece Sünni Hanifi mezhebin ritüelleri olarak değerlendirmek doğru değil. Bu düşünce hem islam dinini küçültür, hem de aynı topraklarda iç içe yaşayan islam dinin farklı mezhepleri, tarikatları arasındaki çelişkileri yaşanmaz kılar. Ben islam dinini böyle görüyorum. Böyle görüp böyle düşündüğüm için ne çok iyiyim, ne de çok kötüyüm.

Yazıma son vermeden Said-i Kürdî hakkında bir kaç söz  söylemek istiyorum. Tarihimizde bir çok olay çarpıtıldı, bir çok insan topluma yanlış anlatıldı. Said-i Kürdî topluma yanlış anlatılmış  insanlarımızdan biridir.Said-i Kürdî, yaşamını insanların mutluluğuna, Kürt halkının özgürlüğüne, aydınlanmasına adamış büyük bir Kürt âlimi, mücadele adamıdır.Onu anlamak için ona bu günün gözüyle değil, yaşadığı  tarihsel dönemin gözüyle bakmak zorundayız. Said-i Kürdî’nin düşüncelerine, inanç tarzına katılırız katılmayız; bu, Said-i Kürdî’nin yaşadığı tarihsel dönemde  ve bu gün milyonlarca insanın üzerinde bıraktığı  derin izleri inkar etmemizi gerektirmez. Son Derviş romanı  bana göre gerçek Sadi kürdi’yi anlatan bir roman. Önce okuyun. Sonra eleştirin, en büyük taşlarla kafamı kırın. O vakit bir şey dersem söyleyin. Ama romanı okumadan  yazara iftira etmekten vazgeçin! Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak kişiyi yüceltmez, küçültür.

 

NEWROZ GAZETESİ-SON DERVİŞ

e-PostaYazdırPDF

 

 A.MAHMUT AK

- Sayın Aktaş Son Derviş romanı yayınlanmış kaçıncı romanın?

- Son Derviş Romanı yayınlanmış on birinci romanım.

-605 sahifeyi bulan Son Derviş romanını kaç yılda yazdın?

- Son Derviş romanını ön araştırmalarla birlikte yedi yılda yazdım. Bu yedi yılın beş buçuk yılı araştırmalarla geçti. Said-i Kürdîyakın geçmişimizde derin izler bırakmış önemli bir Kürt kökenli âlim; böyle âlim bir insanın hayatını yazmak bir hayli zor, zahmetli bir iş. Cefr romanımdan sonra üzerinde en çok çalıştığım romanım Son Derviş romanı oldu. Cefr romanımla İslam dini içerisinde önemli bir damar, ekol olan Bâtınî hareketi, ekolünü anlattım. Son Derviş romanımda batini ekolden büyük bir âlim olarak gördüğüm Said-i Kürdî’nin yaşamını romanlaştırdım. Bu iki roman farklı konuları insanları anlatsa da birbirini tamamlayan romanlardır. Birini anlamak için diğerini okumak lazım. Eğer Cefr’i yazmasaydım Son Derviş’i yazamazdım.

- Sayın Aktaş Son Derviş romanı yüzyıllık geçmişimizi anlatan çok yönlü bir roman. İsterseniz Said-i Kürdî’nin Hamidiye milislerinin elinden ölümden kurtardığı Ermeni genç Serkis’in gözünden anlatılan romanda ki Said-i Kürdî’ile ilgili konuşmaya başlayalım.

- İyi olur.

- Dersimli Alevi kökenli, sosyalist düşünceden bir insan olarak Beddüzaman, ya da Said-i Nursî olarak da adlandıran Said-i Kürdî’nin hayatını neden yazdın? Neden Said-i Kürdî?

-Cefr romanımda İslam dini içerisindeki Bâtınî damarı, ekolü anlatmıştım. İslam dini içerisindeki Bâtınî damar, ekol dinsel bir karakter taşısa da insanlar arasında eşitliği, adaleti, barışı amaçlayan bir damar ekoldür. Bu ekolden inanlara göre, Allah herkesi eşit yaratmıştır. Yaradılışta hiç kimse diğerinden üsten ve imtiyazlı değildir. Yaradılışa böyle baktıkları için yeryüzünün nimetlerinde tüm insanlar, hatta yeryüzünde insan ırkıyla birlikte yaşayan bütün canlıların ihtiyaçları kadar yararlanma hakkı olduğuna inanırlar. İslam dini içerisindeki bu ekol, damar şimdi zayıflanmış olsa da gelecekte çok güçleneceğinden eminim. Bana göre Said-i Kürdî İslam dini içerisindeki bu Bâtınî damarından, ekolden büyük bir âlimdi. Genç yaşında onu 48 Hamidiye alayı komutanı, büyük bir toprak ağası olan Miran Aşireti ağası Mustafa paşanın zulmüne isyan etmesi onun Bâtınî ekolünden olduğunu gösterir. O asla sosyal adaletsizliği, sömürüyü, zulmü kabul etmedi. Topluma mal olmuş herkesin kendisinden bir şeyler bulduğu, kendisine benzetmeye çalıştığı Said-i Kürdî’yi birçok insan benim gördüğüm gibi görmeyebilir. Hatta bu düşünceme karşı çıkanlar da olabilir ama ben Said-i Kürdî’yi böyle görüyorum. Said-i Kürdî sadece dua eden bir insan değil yaşadığı toplumun sorunlarına karşı duyarlı olan, toplumun sorunlarına çözüm bulmaya çalışan ve hayatını bu amaca adayan bir insandı.

- İslam dini içerisindeki Bâtınî ekol ritüelleri fazla önemsemez, tabulaştırmaz. Bâtınîlere göre bütün kurallar, ritüeller değişebilir, yenilenebilir değişmez olan tek şey insanın yaratıcıya olan sevgisidir. Bu gün Said-i Kürdî’nin takibçilerinden bazıları Said-i Kürdî’nin kuralların değişmezliğine, yenilenmezliğine inandığını söylerler. Son Derviş romanında bu düşüncelere, hayat tarzına tezat bir Said-i Kürdî mi karşımıza çıkar?

- Said-i Kürdî yaşamını toplumsal değişime, yenilenmeye, adalete adamış bir âlim. Devlet yaşadıkça onu dize getirmek, kendi hizmetine sokmak için olmadık acılar yaşattı ona. Onu dize getirmeyi başarmayınca öldükten sonra onu kendisi içen çalışan bir insanmış gibi göstermeye çalıştı. Bunda bir hayli de başarılı oldu. Said-i Kürdî bize anlatıldığı gibi, kurallara katı bir şekilde bağlı bir insan değildi, insanlarımızın yaşamlarını zorlaştıran kuralların, yaşam tarzının değişmesi için çalıştı. Hayatını bu amaca adadı. Ne kadar haklı olduğumu anlamanız için size Said-i Kürdî’den küçük bir pasaj aktarayım:

“Asırlara göre Şeriatlar değişir. Belki asırlara, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hatem-ül Enbiyadan sonra, şerit-ı Kübrası her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

“Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar tebeddül eder. Öylede asırlara göre şeriatlar değişir. Milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünkü ahkâm-ı şeriatın milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünkü ahkâm-ı şeriatın teferruat kısmı ahval-ı beşeriye ye bakar, ona göre gelir ilaç olur.”( Abdülkadir Badıllı Bediüzzaman Said-i Nursi mufassal tarihçe-i Hayatı 1. cilt S 342)

Said-i Kürdî kuralların değişmez olduğuna inanmadığı için o zamanki din adamları, toprak ağaları ve devlet tarafından sevilmemişti.

-Romanda Kürt halkının uyanması, özgürlüğüne ulaşması için Kürt diliyle fen ve dinî eğitim veren üniversitenin kurulması için çalışan bir Said-i Kürdî anlatılıyor. Romanda anlattığın bu Said-i Kürdî gerçek mi, yoksa hayal ürünümü? Çünkü bu gün böyle bir Said-i Kürdî’den hiç söz edilmez.

- Romanda anlatılan Said-i Kürdî gerçek Said-i Kürdîdir. Said-i Kürdî Osmanlı devletinin büyük bir keşmekeşlik içerisinde olduğu; insanların savaşlardan, açlıktan, yoksulluktan öldüğü; binlerce yıldır iç içe yaşayan farklı ırklardan, inançlardan, etnik kimliklerden insanların biri birine kırdırıldığı, kentlerin yakılıp yıkıldığı insanların yaşadığı topraklardan zorla sürüldüğü yıllarda Said-i Kürdî Osmanlı devletinin Kürdistan eyaletinde bu kötü gidişe karşı mücadeleye başlar. Ve zaman içerisinde bu mücadelesini Osmanlı devletinin başkenti İstanbul’a taşır. Onun bu, bitip tükenmek bilmeyen mücadelesinin tek bir amacı var. Farklı uluslardan, inançlardan, kültürlerden oluşmuş Osmanlı devletinde insanların barış içerisinde bir arada eşit, özgür, adil yaşadıkla bir hayat kurmak. Onun Osmanlı Devletinde yaşayan farklı uluslardan, halklardan insanları İslam şemsiyesi altında toplamak düşüncesini Kürtlerin özgür yaşayacakları bir hayat kurma kanallarını açmak içindi. O büyük bir âlimdi ama aynı zamanda evladı olduğu mazlum Kürt halkının özgürlüğü, aydınlanması için çalışıyordu. Bakın ne diyor Kürtlere.

“Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Allah’ın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz”

Said-i Kürdî Osmanlı devleti içerisinde yaşayan mazlum halkların güçlendirilmiş eyalet sistemiyle yönetilmesini savunuyordu. O, Kürtler için eyalet sistemi öneriyordu. Kürtlerin varlığını kabul etmenin bile suç olduğu günümüzden uzun zaman önce Said-i Kürdî Osmanlı devletinin Kürdistan eyaleti için güçlendirilmiş bir Eyalet sistemi istiyordu. Kürt halkının anadilleriyle fen ve dini eğitim yaptıkları üniversitelerin kurulması için çalıştı. Said-i Kürdî İttihatçıların Osmanlı devletinde yaşayan etnik kimliklerden halkları zorla, asimilasyonla eritip tek bir ulus oluşturma planını anlamış, onların bu planını önlemek için bu projeyi geliştirmişti.

“Hem de her kavmin mabihil-bekası olan adat-ı milliye ve lisan-ı kavmiyeye isti’dadı efkara muvafık, (yani her bir millette ayrı bir istidat var ona muvafık) hükümet teşebbüsata başlamalı… Ta ki makine-i terakkiyatı medeniyyenin buharı hükmünde olan müsabakayı intaç edecek hissi rekabet peyda olabilsin. (Yani eyaletler olursa, Kürtler kendini göstermeye çalışır, Lazlar da ona bakar rekabete girer, o da gelişmeye çalışır bu müsabaka ülkeyi de gelişmeye sevk eder.) Yoksa bu revabıt ve macerayı fekk edecek Adem-i Merkeziyet fikri; veyahut onun ammizadesi unsura mahsus siyasi kulupler -zaten merkezden nefret var- istibdat ciheti ile ve şiddeti ihtilaf-ı unsur ve mezhep sebebiyle birden bire kuvve-i aniyilmerkeziyeye inkılap edeceğinden, tevsi-i mezuniyet kabına vahşetin galeyanıyla sığmayacağından; (Merkezden doğru yayılma. Etraftan merkeze doğru gitme ayrı şey. Kuvve-i anilmerkeziye oldu mu olmaz.) Osmanlılık ve meşrutiyet perdesini birden feveran ile yırtacak bir muhtariyete; Ve sonra istiklaliyete; ve sonra tevaif-i mülûk suretini giydiğinden.(Abbasiler zamanında 60 ukalanın yaptığı gibi) hissi rekabet daiyesiyle vahşetin ve ademi müsavatın mahsulü olan fikri istila yardımıyla bir mücadele-i keşmekeşi intaç edeceğinden, öyle bir zenbi azim olur ki; Hürriyetteki hasene-i uzmaya, menafi-i umumi mizanıyla tartılsa muvazi belki ağır gelecektir.” (Asar-ı Bediiye sh. 456)

Said-i Kürdî sadece Kürt halkının özgürlüğünü değil, bütün halkların özgür, eşit yaşamasından yana bir insandı. O halka yanlış tanıtıldı. Gerçek Said saklandı. Son Derviş romanı halktan saklanmış gerçek Sadi anlatan bir romandır.

- Romanın kahramanlarından biri olan Ermeni Serkis’in yaşamı gerçekten acı. Serkis’le Kürt Berivan’in aşkı beni çok etkiledi. Sürükleyici, etkileyici, aydınlatıcı bir roman olmuş Son Derviş romanı. Serkis’le Berivan’ın sonu çok trajik bitiyor. Neden böyle bir son? Bu insanların aşkını daha mutlu bir sonla bitiremez miydin?

-Ermeni olmanın ölüm sebebi olduğu bu kanlı yıllarda ölümden kurtulmak için kaçan, saklanan Ermeni Serkis’in kaderi Anadolu’da yaşayan Ermeni halkının kaderinden farklı değil. Binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Ermeni, Süryani, Ezidi halklarının Osmanlı devletinin çökmeye başladığı yıllarda yaşadıkları katliamlar, sürgünler çok korkunç, dayanılmaz. Bu zor yıllarda bu zulmü yok etmek Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Ezidi, halklarının farklılıklarıyla barış içerisinde yaşadıkları bir hayat kurmaya çalışan Said-i Kürdî’nin dostu, arkadaşı olan Serkis bir yandan ölümden kaçmaya çalışırken bir yandan da Berivan’la bir hayat kurmaya çalışmaktadır. Ölümle, toplumsal, kültürel farklılıklarla mücadele eden bu iki sevdalı insan ölümü, toplumsal ve kültürel farklılıkları yenip bir hayat kurmayı başaramazlar. Onları trajik bir son bekler. Bu son bu topraklarda yaşamış şimdiyse neredeyse yok olmuş Ermeni, Süryani, Ezidi kavimlerin trajik sonudur. Dayanılmaz derecede acıdır bu son. Ama gerçektir. Bizim korkup kaçtığımız, yüzleşmeye cesaret edemediğimiz gerçeğimiz. İki iyi dost, arkadaş olan Serkis’le Said-i Kürdî hayat yolculuğunda farklı yollardan da yürüseler bu zulmü yaratan iktidarla savaşmayı sürdürürler. Hayat onları 1960 – 22 Martında Urfa’da İpek Palas otelinde buluşturduğunda artık ikisi de çok yaşlıdır. Bu iki dost farklı düşüncelerde inançlarda olsalar da hayatlarını insanların mutlu yaşadıkları bir hayat kurma amacına adamışlardır. Bu topraklarda yaşayan halkların yakın geçmişi çok kanlı ve trajiktir.

-Sürgün romanında 1938 Dersim kıyımını, Nişancı romanında 1925 Şeyh Said isyanını, Harput’taki Hayalet romanında 1915 Ermeni tehcirini anlatırsın. Son Derviş romanında yine bizi geçmişimizle yüzleştiriyorsun. Neden?

—Biz geçmişimizle yüzleşmedikçe mutlu bir gelecek kuramayız. Geçmişimizle yüzleşme, hesaplaşma cesaretine sahip olmadığımız için yüz yıl önce bize dayanılmaz acılar yaşatan sorunlarımız hala halkımızın canını ağrıtmaya devam ediyor. Mesela Kürt sorunu. Cumhuriyet kurulduğunda bu sorunu çözmeyi başarmış olsaydık bu gün ülkemiz bu sorunla cebelleşmiş olmayacaktık. Aslında yakın geçmişimizin meseleleri günümüzün sorunlarıdır. Biz sorunlarımızı masaya yatırıp özgürce tartışıp, çözüm üretmeyi değil; sorunları zorla şiddetle bastırmaya kalktığımız için sorunlarımızı geleceğe taşırız. Okuyucunun dikkat etmesini istediğim önemli bir konu var. Ben, geçmiş acıları yazarken geçmişi bizim bu gün veya gelecekte bu topraklarda yaşayan farklı etnik kimliklerden, inançlardan, kültürlerden halkların mutlu, özgür bir hayat kurması önünde bir engel haline getirmeyi değil; geçmiş acıların gelecekte mutlu bir hayat kurmamız önünde engel olmasını önlemek için yazıyorum. Çünkü benim düşünceme göre, geçmişimizi tanmadıkça, geçmişimizle hesaplaşmadıkça mutlu bir gelecek kuramayız.

- Romanın verdiği siyasal mesajlarla ilgili konuştuğumuz için romanın dili, kurgusu hakkında konuşamadık. Ama şunu söyleyebilirim ki Son Derviş romanı edebi diliyle, kurgusuyla olağanüstü sürükleyici, güzel bir roman. Bu güzel roman geçmişte bu topraklarda yaşamış halkların sosyal yaşamlarını, kültürlerini çok iyi anlatır. Benim sana sormak istediğim bir şey de şu: romanda önemli bir bölüm Ezidi halkını anlatır. Bu, edebiyatımızda ilktir. Romanda anlattığın Ezidi hayat tarzı, kültürü, inancı gerçek mi yoksa kurgusal mı?

- Romanda anlatılan Ezidi hayat tarzı, kültürü gerçek... Bu konuda bir hayli araştırma, inceleme yaptım. Şimdi soyları yok olmakta olan Ezidi kültüründen, inancından insanları iyi anlamak, tanımak için elimden gelini yapmaya çalıştım. Ezidiler bir Kürt kavmidir. Ezidilerin kutsal kitabı Mushaf-ı Reş ve ikinci kutsal kitapları olan Kitabı-al Cilva Kürtçeyle yazılmış. Ezidi dini, Kürtlerin bir kısmının yarattığı bir din. Arap, Türk, Fars iktidar sahiplerinin Ezidi dinine inanan Kürtlerin üzerine bu kadar acımasız gitmelerin nedeni de bu. Onlar Kürtlerin kendi kültürleriyle ayakta kalmalarını önlemek için Kürtlerin yarattığı bu kültüre, dine acımasızca savaş açtılar. Roman bu Kürt kavmi Ezidilerin nasıl acımasızca yok edildiklerini anlatır. Öykü içerisinde acı bir öykü.

- Son bir sorum daha olacak. Said-i Kürdî’nin karşı çıktığı, değiştirmek istediği Molla Abdullah’ın yaşam tarzında anlatılan Osmanlı iktidarıyla bütünleşmiş inanç tarzını sembolize eden Molla Abdullah’ın mezarı üzerinde kurulan türbeye günümüzde her gün binlerce insanın gidip kurban kesip dua ettiğini, adaklarda bulunduğunu anlatmışsın. Romanı bu sonla sonlandırmakla ne anlatmak istedin? Said-i Kürdî ile Molla Abdullah arasında süren bu mücadelede kazananın Molla Abdullah’mı olduğunu söylemek istedin?

- Ne yazık ki, şimdilik kazanan Molla Abdullah oldu. Onun hayat tarzı, toplumumuzda egemen hayat tarzı. Ama geleceğin bu hayat tarzı içerisinde gelişmekte olduğunu görüyorum. Umutluyum.

-Gazetemizle yaptığın bu söyleyişi den dolayı teşekkür ederim. Güzel bir roman Son Derviş romanı. Çok tartışılacağından, hakkında çok söz edileceğinden eminim.

- Ben teşekkür ederim