Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

'Kürt Açılımı'ndan 'Demokratik Açılım'a

Sorun tanımlamak/ adlandırmak, çözümün yolunu da işaret eder. Her tanım, bir “çözüm” modelinin çıkış noktasını oluşturur. Nasıl tanımlıyorsanız sorunu, çözümünü de ona göre oluşturuyorsunuz demektir. Her tanımda bir “çözüm” verilidir çünkü...

Gündemde olan, önümüzde duran, hararetli tartışmalara konu olan sorunumuz, Kürt sorunudur. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne çözülmemiş olmasının nedenlerinden başta geleni, sorunu Kürt sorunu olarak kabul etmemek ve bununla bağlı biçimde adlandırma/ tanımlamadaki maksatlı tercihlerdir.

Kürt sorunu, ulusal kimliğin tanınması, kolektif varlığının kabul edilmesi, hak eşitliğinin sağlanması temelinde ulusal özgürlük mücadelesinin büyüyen, genişleyen, kitleselleşen, halklaşan, ulusallaşan bir biçim ve düzeyde kendisini sömürgeciliğe dayattı, askeri yoldan gerillanın tasfiye edilemeyeceği ortaya çıktı, bu yoldan bir sonuç elde etmesinin imkansız değilse de çok zor olduğunu gösterdi ve başka yoldan çözüm arayışına mecbur bıraktı.

Son aylarda AKP Hükümetinin “Bu bir devlet politikasıdır” dediği, ısrarlı vurgularla yeni bir süreç başladı. Kimi gelgitlerle ve kesintilerle 2005'e kadar götürülebilir bu sürecin başlangıcı. 1999'da gerillanın sınır dışına çekilmesi, '99-2004 arası beklenti ve çürütme koridoruna sokma yılları, 2004 Haziran'ından itibaren gerilla savaşının tekrar başlatılması ve savaşı tırmandırması, 2005'te hükümeti sorunun adını koymaya zorladı. Böylece sorun ürkek-titrek-kısık sesle de olsa Kürt sorunu olarak tanımlandı ve çözümün de buna göre olacağı/olması gerektiğinin ilk işareti verildi. Bu ileri adlandırmaya rağmen bir politika değişikliği yaşanmadı, sömürgeci inkar ve imha çizgisi siyasi açıdan yenilmiş olmasına karşın moralsiz, yozlaşmış ve çürümüş askeri bürokrasinin “son terörist yok edilinceye kadar” sayıklamaları ile savaş ısrarı sürdü.

Yine de Kürt sorunu adlandırması malumun ilanı oldu. Malum olan ise, 85 yıllık sömürgeci inkar ve asimilasyon siyasetinin yenilgisini kabullenmektir. Sert bir kırılma anlamına geldiği çok açık ve hükümet bu kırılmanın sarsıcı etkilerini hafifletecek, yumuşak dönüşlerle ilerlemeye çalışacaktır. Dolayısıyla buradan bir defada bir değişim beklemek, sonuçlarını hemen almak gerçekçi değil tabi ki.

Peki ama bu ayak sürümelerin nedenleri bununla mı sınırlı gerçekten? “Adını ne koyarsanız koyun,(...) böyle bir sorunumuz var sonuçta ve çözmemiz gerekiyor bunu” demek, iyimser olmaya yetiyor mu?

Nitekim, “Kürt açılımı” ile başlayıp henüz bir adım bile atmadan “demokratik açılım”a döndü çözüm arayışının tanımlaması. Irkçı şoven propaganda karşısında tutarlı bir duruş sergileme yerine, “Bu, terörün tasfiye edilme sürecidir” sözleri ile güvence verildi, azgın Türk milliyetçiliği çizgisine. Dahası, 10 yıl geriye gidip Kürt düşmanlığını kışkırtan, Türk halkının en geri bilincine seslenen, Kürt halkının duygularını incitici idam cezasının kaldırılmasına hayıflanan “ulumalar” eşlik etti. Bölücülük suçlaması ile sıkıştıkça “tek, tek, tek” nakaratı ile devlet-millet-bayrak hamasetine sığınıldı.

Gelinen noktada Kürt sorunu ve bu zeminde Kürt halkının ulusal kimlik ve kolektif varlığını güvenceleyecek, ulusal haklarını özgürce kullanmasının önünü açacak bir süreçte olmadığımız ortaya çıkmış durumda. 'Kürt açılımı'ndan 'demokratik açılım'a dönüş yapmak, Kürt sorununun çözüm arayışında fiili olarak çözülmüş muhataplık gerçeğinin kabulüne de yanaşılmayacağı, DTP heyeti ile yapılan ilk görüşme ile atılan adımdan da geri dönüş anlamına geliyor. Yani, ilk başlanan noktanın da gerisine düşülmüş oluyor bu adlandırma ile.

Sorunun adını doğru koymazsanız, doğru ve geçerli çözümü bulamazsınız. Sizin çözüm diye ortaya koyduğunuz şeyler de dayatma halini alır ve üstelik yeni sorunlar üreterek geri teper.

Sömürgeci rejim ve egemen sınıf sözcüleri bakımından bu tablo şaşırtıcı olmamalıdır. Egemen ulus şovenizmi ve ayrıcalıklarından kolay vazgeçmeyecekleri elbette biliniyor. Bugünkü 'çözüm' ve 'açılım' tartışma ve arayışlarının altında yatan gerçek de demokratiklik adına hak eşitliğine inanmaları, buna kani olmaları değil elbette; yönetemez duruma gelmeleridir. Sömürgeci savaşı sürdürmenin sonuç almaya el vermediğini daha önce anlamış bulunuyorlardı, ama rejim için asıl ürkütücü olan Kürt halkını bu haliyle yönetemeyeceklerinin kesinlik kazanmış olmasıdır.

Bu gerçeği saptadıktan sonra AKP Hükümetinin sorunun adını doğru koymaktan kaçınmasından ve Kürt halkının asgari düzeyde dahi kabul edebileceği bir 'çözüm'ü ortaya koyma noktasında tereddütlü olduğu ve korkakça davrandığı sonucuna netlikle ulaşırız. 'Kürt açılımı' adlandırması sallantılı da olsa çözüme kapıyı aralayan ve kolektif varlığın kabulüne daha açıkken, 'Demokratik açılım' bu zayıf olasılıktan bireysel haklarla sınırlı bir çerçeveye gerileme anlamına gelmektedir. AKP'nin bu tutarsızlıkları onun şoven milliyetçi reaksiyonlara son derece açık olduğunu ve ayrıca iç ve dış politik iklim şartlarına göre tutum değiştirdiğini göstermektedir. Bunun yanında egemen sınıfları ve sömürgeci rejimi demokratik çözüme zorlayacak siyasal-toplumsal baskının arttığı koşullarda Kürt sorununun çözümü yönünde tartışmalara mevcut burjuva partilerle kıyaslandığında nispeten açık olan parti de AKP'dir.

Bu aşamada Türk halkının, işçi ve emekçilerinin devreye girmesi, çözüm tartışmalarına etkin biçimde dahil olması, ağırlığını koyması sürecin emekçi çözüm yönünde ilerletilmesi için zorunludur. Eğer Türk işçi ve emekçileri devreye girmez, sorunun demokratik çözümü talebiyle politik baskı yapmazsa, Türk burjuvazisi ve Türk devletinin çözüme yanaşmayacağı bilinmelidir. Biz Türk sosyalistleri eğer rolümüzü oynamaz, Türk işçi ve emekçilerini, ezilenlerini, yoksullarını bu doğrultuda harekete geçiremez; adil, onurlu, demokratik bir barış ve emekçi çözüm çizgisine çekemezsek, sömürgeci burjuvazinin sorumsuzca yol açmaktan çekinmeyeceği daha sert bir savaşta akacak Türk ve Kürt kanından, Türk ve Kürt gençlerinin ölümünden sorumlu olmaktan kurtulamayız. (Atilim)