Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Kızılbaş Olmak- Xaki G. Bargin

İnsanın insan olma süreci kendisini bir kimlikte ifade etmesini zorunlu kılar. Kimliksiz bir insanın varlığından bahsedemeyiz. Sosyal anlamda var olmak kimlikleşme ile gerçekleşir. Dünyayı kavramanın diğer adı adlandırmadır. Adlandırılmayan bir şey, varlık olarak yok sayılır. Bir şey adlandırılınca var olur. Kimlikler, doğuştan gelen organik parçalarımız değil, kurgulanan ve içselleştirilen, içselleştikleri zaman birey ve toplum açısından bir kutsiyelik kazanan kurgulardır. Bu anlamda kimlikler dünyevi olmalarına karşın kutsal karekter gösteren sosyal olarak kurgulanmış gerçeklerdir de.

Bu kurgular önce yaratılır, sonra adlandırılırlar ve en sonunda da içselleştirilerek varlığımızın bir parçası haline dönüşürler. İçselleşerek parçamıza dönüşen bu kurgular bütünümüzü ifade ederler. Karşılıklı bir iletişim sonucu bir somutluk kazanarak var olurlar, toplumsal onaydan sonara da dokunulmazlık zırhına bürünerek kutsal özellikler kazanırlar....

Bir insanın kendi ailesini, toplumunu, dinini, hangi coğrafyada düyaya geleceğini ve hatta adını belirleme şansı yoktur. Bu şans doğuşuyla elinde alınmıştır, fakat bu durum bir bireyin sonradan kimlik ve yer değiştirmesi önünde bir engel oluşturmaz. Sonrada yer ve kimlik değiştirme bireye doğuşta edindiği kimlik duygusunu vermez, çünkü bu duygu yerli bir duygudur. Başka bir deyişle bireyin memleketli olduğu bir duygudur, bu duygunun yerine yerleştirilebilinecek şey zor bulunur. Başka bir yer bulunabilinir, ama memleketin mekansal güvenini veremez...

İnsan bir toplum içinde doğar, büyür ve şekillenir. Bu durum yazgısal bir özellik gösterir. Bir Türk’ün Kürt, bir Alevi’nin Müslüman ve bir Müslümanın da Hırıstiyan ya da Yahudi bir ailede dünyaya gelme şansı yoktur.

Türkiye de yanlız Kürtlerin kimlik sorunları yoktur, Alevilerin de kimlik ve kabul görme gibi bir sorunları vardır. Hatta toplumsal kabul anlamında Alevilerin/Kızılbaşların Kürtlerden daha büyük sorunları vardır. Kürtler Kürt olarak olmasa da,“Dağlı Türk“ olarak en azında kabul görüyordu. Kürtler ulusal kimlik talebinde bulunmadan, devlet nimetlerinden yararlanabiliyorlar, hatta“vali, bakan, başkan, hatta cumhurbaskanı“ bile olabiliyor. Ayrıca moral olarak aşağılanan bir kesim de değildiler. Müslüman olduklarından dolayı moral olarak dini anlamda eşit görülen bir halktır. Daha basite indirgersek; bir Kürdün bir Türkle evlenmesinden, eş ve dost olunmasından ve yaptığı yemeğin yenilmesinden bir sorun yoktur. Kestiği yenilen ve doldurduğu içilen bir toplumsal guruptur. Fakat sıra Alevilere/Kızılbaşlara gelince durum değişir, çünkü Aleviler/Kızılbaşlar yanlızca öteki değildir „yaptığı ve kestigi yenilmeyen, doldurduğu içilmeyen“ ve dinnen „kendisiyle evlenilmesi yasak olunan“ bir ötekidir.

Kürtler Osmanlı‘nın kuruluşundan bu yana inkar edilmiş bir halk değil, Kürtlerin inkarı kemalizmin bir doktrin olarak şekillenmesiyle başlar. Bu anlamıyla kürt sorunu kemalizmin bir sorunudur desek daha doğru bir yaklaşım olur. Fakat Alevi Sorunu kemalizimle başlayan bir sorun değil, kökleri ta Selçuklu yönetimine kadar uzanan bir sorundur. Bu yönüyle Kürt Sorunu’dan daha karmaşık bir sorundur.

Alevilerin/Kızılbaşların bir toplumsal dini gurup olarak inkarı Selçuklular ile başlar günümüze kadar sürer. Aleviler yanlızca inkar edilmemiş, kırıma da tabi tutulmuşlardır. Kırımlarda arta kalan Aleviler islami ve kemalist bir asimilasyona tabi tutulmuşlardır.

İslam ile ortak özellikler göstermeyen Kızılbaşlık/Alevilik, dini olarak islami bir mezhebe dönüştürülmek istenirken, politik olarak ta kemalizme entegre edilmeye çalışılmıştır. Bununla da kalınmamış, bir toplumsal dini gurup olan Aleviler/Kızılbaşlar moral olarak da aşağılanmışlardır. Haksız iftiralara maruz kalmışlardır.

Toplumsal kimliklerin kutsiyetlik özelliklerinden yola çıkarsak, Aleviler/Kızılbaşlar hakkında uydurulan iftiraların, bu topluluğun üyelerinin kişilik şekillenmesi üzerinde ne gibi yıkıcı psikolojik etkiler oluşturduğu gerçekliği göz ardı edilemez.

Bu anlamda Aleviler/Kızılbaşlar Türk ve Kürt toplumlarının yanlızca ötekileri değil, moral olarak dışlanan ve eşit görülmeyen ötekileridir de. Resmi anlamda Türk ve islam olmayan Alevi/Kızılbaş“Tam Türk“, Kürt ve islam olmayan Alevi/Kızılbaş’ta “Tam Kürt“ olarak kabul görmemekte.

Bir çoğumuzun bu acı gerçekliği yadsıması, negativ Kızılbaş algısını değiştirmez . Bu durum“ÜC K’LI“(Kürt, Kızılbaş ve Kominist), Dersim merkezli olan Kürt Kızılbaşlar için daha vahimdir. Bu sözü edilen ÜÇ K‘lılar yanlızca Kürt değil, Kızılbaş ta, bununlada sınırlı değil, üstüne üstlük Komünist’tir de.

Dersimli ve diğer Kürt Alevilerin/Kızılbaşların bu üç kimliği,yani Kürt, Kızılbaş ve Koministliği dönemsel olarak farklı anlamlar taşıyarak öne çıkar. Bazen Kürtlüğü, bazen Kızılbaşlığı ve bazen de Koministliği. İşin en can alıcı noktası, bu üç kimliğin sistem karşıtı muhalif bir özellik taşımasıdır. Ve de bu Aleviler/Kızılbaşlar kendilerini böyle algılamasalar da, dışarda böyle tanımlanmış olmalarıdır. Bir Kürdün, Ermeninin ve Alevinin kendisinin kollektiv kimliğini kabul etmemesi çok şeyi değiştirmez, daha çok bu kimliklerin dışardaki toplumsal algısı önemlidir.

Osmanlı ve Türk Cumhurriyetinin eğemenlik alanlarında Ermenileri saymazsak daha çok Kızılbaşlar, Kürtler ve Koministler katledilmişlerdir. Bu anlamda bu kimlikler yanlızca yadsınan ve dışlanan öteki kimlikler değil, aynı zamanda yok edilmesi gerekli tehlikeli kollektiv kimlikler olarak da görülmüştür.

ÜÇ K’lı bir yazar olarak konunun daha somutlaşması için sizlerle bu konuyla ilgili bir anımı paylaşmayı gerekli görüyorum.

2004 yılında Alevilik üzerine olan mastır çalışmam için gittiğim Almanya’nın Köln kentindeki Dersim Derneği tarafında organize edilen Xızır Cemi’ne katılmıştım. Bu vesileyle Köln belediyesi meclis üyesi Şengül Şenol’la da tanışma fırsatım oluştu. Cem‘den sonara Şengül Şenol’lün beni ablasının Hewal restorantına yemeğe davet etti.

Yemekte alevilikten, etnik kökenlere ve etnik kökenlerle ilgili tarihsel tartışmalara doğru yol alırken, ansızın restaurantta bize kulak misafiri olan yaşlıca bir müşteri sohpetimize katılarak“tarih kitaplarnın güçlüleri övmek ve haklı çıkarmak için yazıldığını, kahraman denen şeylerin de efsane olduğunu ve bütün insanların Adem ile Hawa’dan gelen kardeşler olduğunu“ söyleyerek insanoğlunun ortak kökenliliğine vurgu yaptı. Yaşlı adamın bu yaklaşımı bizleri birazda töhmet altında bırakır mahiyetteydi. Çocukların etnik kimliklerle ilişkisinin çok iyi olmadığını düşünerek, yaşlılığın da bir tarz çocukluk olduğunu, ayrıca yaşamsal tecrübesini de hesaba katarak, bu adamın söylediklerini oldukça ciddiye de aldık. Bir şekliyle insanlığın ortak kökenliliği etnik ve dini konulu tartışmamızı anlamsız kılmıştı.

Doğal olarak bu sempatik yaşlıca adamın nereli olduğu merak konusu oldu. Daha sonra sempatik bu yaşlı adamın Arnavut kökenli İstanbul’lu bir Türk olduğunu ve mesleğinin de massörlük olduğunu kendisinden ögrenmiş olduk. Böyle humanist düşünen bir bireyin Aleviler/Kızılbaşlar hakkında ne düşündüğünü ögrenme isteğim oluştu. Ben aleviler diyecekken, birazda orada bulunan Türk kökenli Bulgar kızılbaşı olan bayan aşçıya jest olsun diye espiri amaçlı olarak “kızılbaşlarda mı Adam ile Hawa’dan geliyor” diye sordum. Bu sempatik yaşlı adam güleçliğini bozmadan nazik bir dille“hiç olur mu öyle bir şey, haşa onlar Adem ile Hawadan gelmezler, onlar ‘Qipti’dir. “ dedi. Yaşlı Arnavut kökenli Türkün bu yaklaşımı bizlerin akşamını alt üst olmasına yetti. Önce nasıl bir tavır takınacağımızı bilemedik. Kendimi toparladıktan kısa bir süre sonra kendisine“tüm insanların Adam ile Hawa’dan gelen kardeşler olduğunu siz söylediniz, kızılbaşlar da insan olduklarına göre, onların da Adem ile Hawa’dan gelmesi gerekmez mi, yoksa Kızılbaşlar insan değil mi?“ diye sordum. Yaşlı bu adam bizlere „haşa onlar Adam ile Hawa’dan gelmezler,ana -baba, kardeş ve çocuk tanımadan birbirleriyle yatarlar“ dedi. Bu cevaptan sonra yanlız benim başıma soğuk sular dökülmüş olmadı, mutfaktan çalışan Türk kökenli Bulgar Kızılbaş aşçı da hayretler içinde kaldı. Sanırım en büyük şoku da Şengül Şenol ve ablası yaşadı, çünkü bu bizlere hakaret eden yaşlı adam Hewal restaurantın devamlı müsterisiymiş. Ne o Hewal Restaurant’ın sahiplerinin ve aşçısının Kızılbaş/Alevi olduğunu, ne de Hewal restaurantın sahipleri bu sempatik yaşlı müşterisinin kızılbaşlar hakkında böyle düşünebileceğini biliyorlardı.

Şengül Şenol “biz de kızılbaşız, bugün bizim kutsal günümüz, biz dini Cem ayinimizden geliyoruz, siz böyle konusamazsınız, bizden özür dilemelisiniz“ dedi. Adam“ ben sizin restaurantın devamlı müşterisiyim, sizi tanıyorum, siz çok güzel insanlarsınız, siz kızılbaş olamazsınız. Kızılbaşlığın ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz, onun için böyle konuşuyorsunuz“ diyerek biz kızılbaşlara kızılbaşlığın ne olduğu konusunda derste vermeye çalıştı. Ayrıca Şengül Şenol’ün Kızılbaş olduğunu söylemekle şaka yaptığını sanıyordu. Sengül Şenol’la “bunu kasete alalım“ dedim, fakat Şengül Şenol benim bu önerimi kabul etmedi. Adam Kızılbaşların Adam ile Hawadan gelmiyeceğinden ısrar etti. Şengül Şenol bu adamın özür dilemesi konusundaki ısrarını tekrarladı. Bu Arnavut kökenli Türk ve müslüman şahıs en sonunda Şengül Şenol’ün ısrarlı duruşu karşısında bizlerden özür dilemek zorunda kaldı.

Bu şahıs cidden Şengül Şenol’lerin, yani tanıdığı bu sempatik insanların kızılbaş olduklarına inanmak istemiyordu. Adam hayretler içindeydi. Kafasındaki Kızılbaş resmiyle tanıdığı gerçek Kızılbaşlar birbiriyle örtüşmüyordu.

Adam yaşını 70’lere dayamıştı, ama kızılbaşların kim olduğu konusunda doğru bir bilgiye sahip değildi. Bu yaşlı adam aggresiv birine benzemediği gibi oldukça da sempatik ve güleç yüzlü bir insandı. Bu adam yanlızca egemen Türk-İslam sentezinin Kızıllbaşlarla ilgili yaydığı bir yalanı içselleştirmişti o kadar…

Biz her nekadar rahatsız olduksa da, şok durumu yaşamadık, çünkü Türkiye’de Kızılbaşlar/Aleviler hakkında ne gibi yalan ve önyargıların söylendiği bizlere yabancı değildi. Şok olan biri vardıysa da, o da 70 yaşına kadar bir yalanla yaşayan bir adamın Alevilere/Kızılbaşlara karşı duyduğu anlamsız ve gereksiz önyargıydı. Adam gerçekten hayretler içerisindeydi, çünkü „yemeği ve ekmeği yenilmez ve suyu içilmez“ denen Kızılbaşların devamlı bir müşterisiydi. Bu olaydan sonra da bu adamın müşteri olarak kaldığını duydum. Büyük bir ihtimalle bu sevdiği insanların Adam ile Hawa’dan gelmeme ihtimali en çok onu rahatsız etmiştir..

Tekrar başa dönersek Metin Aktas’ın Saidi Nursi’nin hayatını konu alan henüz yayınlanmamış“Son Derviş“ adlı romanının islami çevrelerde reklamının yapılması alevi yazarı olan Reha Çamuroglu‘nun Alevilerden koparılmasını hatırlatır bizlere. İslami çevrelerin sevinci, balıkçının oltasına takılan balık yakalama sevincine benziyor. Hem de ÜÇ K’lı alabalığı yakalama sevincine.…

Metin Aktaş ile İslamcı çevrelerin flörtü ayrı bir yazımın konusunu oluşturacaktır.

 

Xaki G. Bargin
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.