İşkence Yargılamasında Bir Milat mı?
Çeber davasıyla ilk kez işkencenin sistematik bir uygulama olduğu ve tek sorumlusunun işkenceyi bizzat yapanlar olmadığı yargı tarafından da kabul edildi. Peki bu dava bir başlangıç olacak mı?Engin Çeber'in işkencede öldürülmesinin üzerinden tam dört yıl geçti.
Birileri Türkiye'de ilk kez işkenceyle öldürülmüyor, biliyoruz. Bu davayla işkenceciler ilk kez cezalandırılmış da değil. Az da olsa işkence suçundan ceza alan kamu görevlisi var.
Ancak bu davanın sonucunda bir ilk yaşandı: İşkenceye bizzat katılmamış bir sanık, işkence yapanların amiri olduğu için olaydan birinci derecede sorumlu tutuldu ve "işkenceyle öldürme" suçundan ceza aldı.
Şimdiye dek işkenceden ceza alanlar sadece işkenceye katılan "rütbesizler"di. Ve işkenceyi aldıkları talimat doğrultusunda yerine getirdikleri hep göz ardı edilmişti.
Bu davayla, işkencenin birkaç "ruh sağlığı bozuk" polisin eylemi olmadığı, sistematik olduğu ve bir politika sonucu uygulandığı ilk kez mahkemece de kabul edildi.
Çeber'in işkencede öldürülmüş olması itibariyle zaten önemli olan dava artık sonucu itibariyle de önemli.
Peki işkence emrini verenlerin ya da göz yumanların bu kez "korunmamış" olması, talimatı verenlerin bir kez daha düşünmesini sağlayacak mı? Bu karar, diğer işkence ve cinayet davalarının sonucunda da bir değişiklik yaratacak mı?
Buraya nasıl geldik?
29 yaşındaki Engin Çeber, 28 Eylül 2008'de Yürüyüş Dergisi dağıtırken gözaltına alındı. İstinye Şehit Muhsin Bodur Polis Merkezi'nde ve Metris Cezaevi'nde 7 Ekim 2008'e kadar işkence gördü.
Kaldırıldığı Şişli Etfal Hastanesi'nde 10 Ekim 2008'de hayatını kaybetti. İşkenceyle öldürüldüğü, Adli Tıp Kurumu raporuyla kanıtlandı.
Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 39 gardiyan, üç cezaevi müdürü, 13 polis, dört asker ve bir doktor toplam 60 sanık hakkında dava açıldı.
Metris Cezaevi İkinci Müdürü Fuat Karaosmanoğlu, gardiyanlar Selahattin Apaydın, SamiErgazi ve Nihat Kızılkaya işkenceyle insan öldürmek suçundan 1 Haziran 2010'da müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
İşkence yapmak, kasten yaralama, görevi ihmal ve suçu bildirmemek suçlarından da gardiyan Yavuz Uzun ve Murat Çise 7.5 yıl, polis memurları Abdulmuttalip Bozyel veMehmet Pek 7.5 yıl, polis Aliye Uçak 2 yıl 6 ay ceza aldı.
Çeber'i kötüleştiğinde hastaneye sevk etmeyen cezaevi doktoru Yemliha Söylemez de sahte evrak tanzim etmekten 3 yıl 9 ay hapse mahkum edildi.
Karar, 28 Eylül 2011'de Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nce bozuldu. İlk duruşma, karardan 16 ay sonraya, 20 Şubat 2012'ye verildi. İki gün önce karar duruşması vardı.
İkinci kararda cezalar da değişti:
Başgardiyanlar Apaydın ve Ergazi ve dönemin Metris 2. Cezaevi Müdürü Karaosmanoğlumüebbet hapis cezası aldı. Cezaevi doktoru Söylemez'e 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verildi.
İşkence suçundan 2 yıl 6 ay ceza verilen Kızılkaya ise yattığı süre göz önüne alınarak tahliye edildi.
Polisler Pek ile Bozyel ise işkence suçundan üçer kez 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldılar.
İlk kararda beraat etmiş olan Uzman Çavuş Murat İşler bu kez işkence suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Çise ve Uzun da üçer kez 4 yıl 2 ay hapis cezası aldılar.
Yine ilk kararda beraat eden gardiyan Öncay Bozo da bu kez üçer kez 4 yıl 2 ay hapse mahkum oldu.
Polis Uçak ise bu kararla beş ay ceza aldı, cezası ertelendi.
Cezalar itibariyle de milat
Çeber Ailesi'nin avukatı Taylan Tanay, karar duruşması sonrası yaptığı açıklamada, bu davayla ilk kez işkence suçunu işleyenlerin en alt sınırdan ceza almadığını söyledi.
"Müdür Karaosmanoğlu işkenceye katılmadı. Sadece işkenceyi yapanların müdürüydü ve işkenceyi önleyebilecekken önlemedi. Ve müebbet hapis cezası aldı. Bu çok ileri bir karar ve devamı gelirse, örneğin Güvenlik Şube Müdürü, işkence yapan polis kadar ceza alabilir. Bu da işkencenin önlenmesinde önemli bir adım."
Önceki davada müebbet hapis cezası alan ve işkenceye katılmış olan gardiyan Kızılkaya'nın bu kez 2,6 yıl ceza alması ve tahliye olması ise kararın eksikliklerinden biri olarak değerlendiriliyor.
Neyse ki Apaydın'ın avukatı Reşat Petek'in "müvekkilinin yaralama suçundan yargılanması" talebi de mahkemece kabul görmedi. Aksi halde işkencenin cezalandırılması hiçbir zaman mümkün olmaz, sanıklar ya yaralama ya da cinayet suçundan yargılanırdı.
Mahkemede bu kararın çıkmasında uluslararası kuruluşlar da dahil birçok sivil toplum örgütü ile medyanın davayı izlemedeki ısrarı etkili oldu.
Uluslararası Af Örgütü, Yargıtay'ın ilk davadaki kararı "imza eksikliği" gibi sebeplerle usul yönünden bozmasının ardından "Yargıtay tarihi kararı bozdu şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Çeber'in babası Ali Tekin ile kardeşleri Erdem Tekin ve Şerife Çeber davaya müdahil oldular, her duruşmayı takip ettiler.
2009'da mahkeme sürerken, Çeber'in hapishanede gördüğü işkencenin delili olan kamera görüntüleri ortaya cıktı. Görüntülerde, gardiyanların koğuşa ellerinde sopayla girdikleri, Çeber'in bilincini kaybetmiş halde koğuştan götürüldüğü görülüyordu.
Çeber'in işkencede öldürülmesinin ardından, Türkiye'de ilk kez bir Adalet Bakanı özür diledi. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Çeber'in ailesinden ve kamuoyundan özür dilemişti.
"İnsanlık suçu" demişken
Türkiye halkları işkenceye aşina, işkencecilerin cezasız kalması da bir devlet geleneği. Çeber de işkencede öldürülen ilk insan değil. Ancak bu davayla "devlet geleneğinin" de terk edilebileceği umudu doğdu.
Şimdiye dek uygulanmamış olan bir TCK maddesi daha var: İnsanlığa karşı suçları düzenleyen 77. madde. Acaba işkencenin sistematik olduğunun kabulüyle insanlığa karşı suçların yargılanmasına da başlanır mı?
Ya da işkenceciler bir gün "insanlık suçundan" yargılanır mı?Bıanat