Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Dersim Katliamı Lahey yolunda

Dersim Katliamı için harekete geçen bir heyet Dersim Katliamını UCM’ye taşıyor. Başvuruda bugünkü hükümet üyelerinin de sorumluluğuna dikkat çekilecek
Son günlerde hükümetin yarım ağızla özür dilediği ancak yüzleşmekten kaçındığı Dersim Katliamı Uluslararası Ceza Mahkemesi yolunda. UCM’ye başvuracak heyette yer alan Av. Erdal Doğan, çalışmaların son aşamaya geldiğini söyledi. Soykırımın bugün de ‘kültürel soykırım’ şeklinde sürdüğünü belirten Doğan, “Bugünkü hükümet üyeleri de sorumludur” diye konuştu.
Son hükümetler de UCM dosyasında

Dersim o dönemde konfederasyon şeklinde yönetiliyor. İtaat etmesi isteniyor. Seferler düzenliyorlar. Önce 6-7 aşiret hedefleniyor. Sonrasında 1938’de aşiretlerle birlikte tüm halk hedefleniyor. 1937-38 soykırımdır. Osmanlı devletinde korku farklı kimlik Kızılbaş üzerinde seyrederken, cumhuriyet sonrası Kürtleşme korkusu var.’
Soykırımda zaman aşımı yok. Mütemadiyen denen suçlar var. Yani devam eden suçlar... Mesela Dersim meselesindeki gibi 1937-38’de olabilir. Ermeni soykırımı da aynı şekilde. Devam ediyorsa hâlâ etkileri bu UCM’nin yetkisi alanına girebilir. Kimliğe saldırı, asimilasyon devam ediyor. Yerleşim alanlarındaki mayınlar sakat bırakıyor’
Lahey kentinde bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kurulduğu 2002 tarihinden bu yana Sudan Devlet Başkanı Beşir, Libya Devlet Başkanı Kaddafi ve Fildişi Devlet Başkanı Gbagbo hakkında tutuklama kararı verdi. İlk yargılamaya başladığı isim aralık ayının ilk haftası Laurent Gbabgo oldu. Dersim de UCM yolunda. İncelemeler ve veri tarama çalışmalarından sonra hazırlanan dosyanın İngilizce çevirisinin kısa sürede tamamlanması bekleniyor. Dilekçeyi sunacak heyette yer alan Av. Erdal Doğan, sadece 1937-38 sürecinde görev alan isimlerin sorumlu olmadığını, çünkü soykırımın sürdüğünü belirtiyor. Av. Doğan, “1950’ye kadar yasayla girilmesi yasaklanan bölgeler var. O yasaklar bugün fiili yasaklar halinde devam ediyor. Köy yakmalar, kültüre-kimliğe saldırılar, mayınlar var. Anadilde eğitim yok. Asimilasyon devam ediyor. Doğan Güreş, Tansu Çiller, Süleyman Demirel, Mehmet Ağar, Hasan Kundakçı gibi o bölgede görev yapmış kim varsa sorumlu. Dilekçemizde bunu belirttik. Aynı zmanda kültürel soykırımı devam ettiren bugünkü hükümet üyeleri de sorumludur” diyor. Dersim ve UCM’ye başvuru sürecine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Başbakan Erdoğan’ın ‘Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum’ sözünden sonra Dersim soykırımı tartışmaları alevlendi. Berlin’deki 2010 Dersim Konferansı’na katıldınız, kente giderek incelemeler yaptınız ve konuyu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşıma sürecindesiniz. Sizin değerlendirmeniz nasıl oldu?
- 2008 tarihinden itibaren Avrupa Parlamentosu’nda çeşitli Alevi kuruluşları, Kürt organizasyonları Dersim meselesini uluslararası boyutta ele alıyorlar. Konferanslarda doğru bir tespitle ele aldılar: 1937-1938 soykırımdır diye. Bugün de o çizgide gidiyor. Hukuka ve uluslararası yargıya taşınması kararı ise üçüncüsü 24 Kasım 2010’da Berlin’de yapılan konferansta alındı. Uluslararası hukuki mekanizmalara başvuru yapılması kararı çıktı. Üç hukukçu vardı. Türkiye’den ben, Eren Keskin ve Amerika’dan meslektaşımız Berry Fisher. Görev aldık. Şöyle bir durum vardı sunumlarımızda; dedik ki 1937-38 soykırımdır.
Bunun tartışılır yanı yok. İmha öncesinde örneğin 1850’lerde hazırlanan Osmanlı raporlarında bölgenin idari yapısı, aşiretlerin durumu, inanç sistemi, Kızılbaş inancı hedef alınıyor ve merkezi sisteme bağlanması isteniyor. Bir anlamda itaat etmesi isteniyor. Osmanlı’nın inançsal sistemiyle yönetilmesi isteniyor. Dersim o dönemde konfederasyon şeklinde yönetiliyor. Bu yapıyı kabul etmiyor. Seferler düzenliyorlar. Seferler başarılı olmayınca orayı insansızlaştırma projeleri yapıyorlar. Mesela havuz yapalım diyorlar Abdülaziz döneminde, 1870’li yıllara tekabül ediyor bu. Burası nasıl lağvedilebilir nasıl tahakküm altına alınabilir şeklinde yaklaşımları var. Ulusal kimlik, tekçi kimlik üzerinden inşa etmeye çalışıyor. Bu raporlar cumhuriyete kadar sürüyor. Cumhuriyet Dersim meselesini aynı mantıkla alıyor.
Cumhuriyet döneminde 1921’de bir Koçgiri’de soykırım oluyor. Hemen arkasından Zilan’da soykırım gerçekleştiriliyor. 1927’de bir İskan Kanunu çıkartılıyor. Kürt aşiretler dağıtılıyor. Bazı raporlara baktığınızda Dersim’in Kürtleşme konusuyla ilgili kaygıları var. Kürt kimliği üzerinden kendisini inşa edebileceği yönünde Fevzi Çakmak’ın özellikle raporlarında mevcut olduğunu görüyoruz. Osmanlı devletinde korku farklı kimlik Kızılbaş üzerinde seyrederken, cumhuriyet sonrası Kürtleşme korkusu var. Bu nedenden dolayı en az 8-10 rapor daha yapılıyor Atatürk döneminde. Sonra rapor üstüne raporlar düzenleniyor; Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Cemal Bardakçı yapıyor. Bu raporların ortak hedefi özellikle Fevzi Çakmak’ta anlam buluyor: “Burası okşanmakla adam olmaz. İmha edilmesi gerekiyor. Çıbandır” diye. Bu söylem Mustafa Kemal’in de düsturu oluyor. Hem Meclis konuşmalarında hem de sonraki hareket planında var. Fevzi Çakmak’ın raporuna göre o bölgeye koloni olarak bakılması gerekiyor. Dersim’e Kenan Güven denen bir general vali atanıyor. Ayrı bir özel muameleye tabi tutuluyor Dersim. Önce 6-7 aşiret hedefleniyor. Sonrasında 1938’de aşiretlerle birlikte tüm halk hedefleniyor. Hatta bunlar içerisinde devlete yanaşmış milis olan aşiretler bile hedeften kurtulamıyorlar. Kimliğe saldırı yapıldı. Dersim halkı imha edildi. O bölgede 1950’ye kadar yasayla girilmesi yasaklanan bölgeler var. O yasaklar bugün fiili yasaklar halinde devam ediyor. Mesela Nazimiye, Pülümür bölgelerinde halen fiili olarak girilemeyen yerler var. Resmi rakamlara göre 11 bin kara mayını döşenmiş. Ve bu mayınlar yerleşim alanlarında. Bir yerde bir okul gördük mesela eski Belediye Başkanı Songül Abdil’in köyünde. Yakında bir karakol terkedilmiş. Karakol mayınlarla çevrilmiş ve öyle bırakılmış. Karakolun yanında da okul var. Tenefüs olduğu zaman öğretmenler çocukları mayınlara basmamaları için çembere alıyorlar. Bu durumdan dolayı sakatlanan birçok insan var. Ormana giden veya tarım yapanların çoğunun sakat kaldığını biliyoruz. Yaşam alanları daraltılıyor.
1870’deki havuz sistemi 2011 içerisinde hararetle çok istikrarlı şekilde sürdürülüyor. Şu anda 4 baraj yapılmış. 20-22 barajın daha yapımı plan dahilinde. Yasa, hukuk dinlemeden, milli parkmış, SİT alanıymış veya doğal bitki örtüsüymüş, halkın kutsal yerleriymiş dinlenmeden doğrudan bu plan uygulamaya sokulmuş. Barajlarla Kızılbaş inancının kutsal yerlerin bir kısmı sular altında kalmış. Diğer yapılacaklarla diğer yerler sular altında kalacak. Yani bir anmada Kızılbaşlık inancına karşı tahammül yok. Doğa, ağaç, su, özellikle Munzur suyu önemli kültürel yapının ayrılmaz parçası, bu ellerinden alınıyor. Yani insansızlaştırıyorlar. Zorunlu din dersi devam ediyor halen. Bugün Dersim iç merkezine gittiğinizde açık hapishane gibi. Girişler son 2 yıldır biraz gevşemesine rağmen zaman zaman kontrol altında tutuluyor. Artı anadilde eğitim yok. Ne Kürtçe ne Zazaca. Bir de özellikle diğer Kürt illerinde olduğu gibi Bölge Yatılı Okulları var. Asimilasyon devam ediyor Türkleştirme ve İslamlaştırma şeklinde. Faili meçhullerde 1990’lardan itibaren yine payını çok alan bir bölge. Dersim’de 300’ün yukarısında köy boşaltıldığı ve yakıldığı söyleniyor Bolu Tugayı vb. tarafından. Bu rakamı 400 olarak bildiren de var.  Bu noktada özür hem anlamlı oluyor, hem yetersiz kalıyor. İlk açısından önemli. Usül ve şekil hatalı. Eksikleri var. Bir başbakanın, ağzından çıkan devlet adına özür dilemek belki ilk defa yapılan birşey. Bunun isyan değil doğrudan katliam olduğunu açık açık söylüyor ve tutanaklara geçen bir husus. Kısmi de olsa bir yüzleşme başladı ve bu da özrün bir parçası. Ama insan hakları hukukunda suçların en büyüğü olan soykırımlarda soyut bir özürle kalınmaz.
Ardından ne beklenebilir somut olarak?
- Mesela yaşayan mağdurlar var hâlâ. O dönemde 7-8-10 yaşında, 15 yaşında olan kurtarılmış mağdurlar var. Hem o mağdurların, hem onların ikinci üçüncü kuşak çocuklarının mağdurluklarının giderilmesi gerekiyor. Bir kere üslubunca özür dilenir. Meclis’te olur, cumhurbaşkanıyla birlikte olabilir. Gidilir Dersim’de yapılabilir. Bir anıtla bu cisimleştirilir. Oradaki toplu mezar yerleri bütün Genelkurmay arşivleri açılarak tespit edilir. Ailelerine teslim edilir. Ve anıt mezarlar yapılır. Barajlar durdurulur. Zorunlu din dersi kaldırılır. Mayınlı araziler temizlenir. Bölgede anadil eğitimi başlatılır. Onun ötesinde de kendi özerk yapılanmasını oluşturur. Çünkü o kimlik o şekilde kendisini inşa eder, kendisini yönetir. ve ona göre de muamele edimesi gerekiyor diyor. Böyle bir yaklaşımdan vazgeçilmesi gerekiyor artık. Özrü bunlar yapılırsa tamamlar. Çünkü insanlığa karşı suç, soykırım 37-38’de kalmıyor, halen bugün devam ettiği için biz süregiden soykırıma, kültürel soykırıma karşı ulsulararası mekanizmaya taşıma kararı aldık. Kültüre ve kimliğe dayalı saldırılar aynı zamanda 6. maddedeki soykırım suçlarından birisini oluşturuyor. UCM’nin konusu alanında burada işlenen fiil. Mesela Ruanda Mahkemesi’ndeki soykırım kararı, 1998 kararı mesela... O atıfları yaparak başvuruyoruz. 117 ülke taraf olmuş. BM üye sayısını dikkate aldığınızda çok yüksek bir rakam.
Jenosid, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçlarına bakan UCM bu suçları nasıl tanımlıyor?
- Mahkemenin bakış açısı içinde baktığı suçlar; insanlığa karşı suçlar, soykırım ve savaş suçları var. 117 ülke taraf olmuş. BM üye sayısını dikkate aldığınızda çok yüksek bir rakam. Saldırı suçuna 2017’den sonra bakacak. Çünkü bazı ülkelerin sıkıntıları olduğu için saldırı olarak çok fazla müdahaleleri olduğu için onu gündemine almadı. Soykırım suçu tanımı Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi Sözleşmesi’dir. Türkiye buna 1949’da taraf olmuş, 1950’de onaylamış. Bu tanım aynı zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin temeli olan Roma Statüsü’nün tanımıdır. Beş madde sayar: Bir ırk veya inanca sahip insanları toplu veya kısmen katledilmesi, fiziken-bedenen bir şekilde bu insanlara zarar verilmesi benzeri beş madde. Beş maddenin hepsi de Dersim’de uygulanmış. Birisinin uygulanması yeterli zaten soykırımda. İnsanlığa karşı suçları 11 madde olarak sırlamış. Bu aslında son 100 yıldır insan hakları hukuku uluslararası alanda tartışılan birşey. Bu tartışmanın en yoğun yaşandığı dönem 1915 Ermeni Soykırımı’dır. Ermeni Soykırımı üzerinden insanlığa karşı suç tanımlanıyor. Sonrasında Av. Lemkin 1930’ların sonlarında 1915’i örnek alarak soykırım tanımı yapıyor. Bu tanımlamaları 1944’te Nürnberg Mahkemesi savcısı iddianamesine insanlığa karşı suç ve soykırım olarak koyuyor. Ama mahkeme karara bağlamıyor ama orda ilk defa bu söylem olarak geçiyor. Sonra da BM’de bu olayın bağıtlanması konusunda soykırım suçu tanımlanıyor. Biraz daraltıcı da olsa. İnsanlığa karşı suç tanımlaması ilk defa Roma Statüsü’nde tanımlanıyor 1998 tarihinde. Türkiye’nin konumu nedir burada? Türkiye de aslında soykırım ve insanlığa karşı suç tanımını Roma Statüsü’nü dikkate alarak kendi iç hukukunda 2004’ten sonra düzenleme yapıyor Türk Ceza Kanunu’nda. 5271 sayılı kanunda.
Ama yine de UCM sözleşmesini imzalamıyor.
- Taraf olmuyor. 2008’de şöyle bir bildirimde bulunuyor: Diyor ki hâlâ kaygılarım var. Bir kere BM’nin 1948 tarihli soykırım sözleşmesinin tarafı. Roma Statüsü’nü dikkate alarak hem insanlığa karşı suçu iç hukukunda düzenliyor hem de soykırım suçunu düzenliyor. Aslında kısmi olarak taraf olmuş. Bununla ilgili 13. maddesinde insanlığa karşı suçta zaman aşımı bir anlamda yargılama ve suçluların iadesi prosedürünü uygulayabileceğini de söylüyor kendi iç hukukunda.
Saldırdı suçları muğlak gibi...
- Saldırı suçları muğlak. Tanımlama çok şekle bağlı olmayabilir. Saldırı suçlarına bir örnek Kıbrıs. Türkiye’nin Kıbrıs’ta hakkı olmamasına rağmen asker bulundurması, orada güvenlik önlemi alması. Veya sınır ötesi hareketler. Mesela Türkiye’nin Irak’a girmesi saldırı suçuna girebilecek bir durum. Sistematik savaş değil ama, o bölgedeki insanlara saldırı olması açısından.
Kimyasal silah kullanımı saldırı suçuna mı savaş suçuna mı girer?
- Soykırıma girebileceği düşüncesindeyim. Çünkü bu hedefli ve sistematik olarak yok etmeyi amaçlayan birşey. Kimyasal silah Cenevre’de yasaklanmış. Şöyle bir durum var: Savaş suçu mu daha çok önleyici koruma mekanizmasına sahip, yoksa insanlığa karşı suçlar veya soykırım suçları tanımı mı? Soykırım suçu ve insanlığa karşı suç tanımı daha koruyucu mekanizmalara sahip. Savaş suçu tarafları biraz daha eşit gören bir durumda. Ama şimdi eğilim uzun süreli politik örgütlenmelerle, silahlı politik örgütlenmelerle devlet arasındaki çatışmalar da savaş suçu açısından değerlendirilebilir diye söyleniyor. Benim kendi düşüncemse bu insanlığa suç ve soykırım bağlamında. (Sürecek)
 

Soykırım suçlarında zaman aşımı var mı?

Mahkemenin kurulmasında çok tartışmalar var. Mesela diyor ki, hangi tarihteki suçları alacağız, hangilerini almayacağız. Bir kısım görüş diyor ki, ‘tarihte olan bütün soykırım suçlarını alalım.’ Öbürü ‘hayır’ diyor. Soykırımda zaman aşımı yok. Ama ilginç şekilde UCM kendisini 1 Temmuz 2002 tarihinden sonrasını alıyor. Şöyle bir durum var. Mütemadiyen denen suçlar var. Yani devam eden suçlar... Mesela Dersim meselesindeki gibi 1937-38’de olabilir. Ermeni soykırımı da aynı şekilde. Ama devam ediyorsa hâlâ etkileri bu UCM’nin yetkisi alanına girebilir. Bugün hâlâ çeşitli şekillerde asimilasyon ve soykırım devam ediyor. Orada insanlık suçu işleniyor.

Tek sorun yetki meselesi, taraf olmaması konusu. İnsan hakları hukuku meselesine baktığımızda hukuk çok statik birşey değil. Dogmatik değil. Gelişen bir olgu. Bu nedenden dolayı UCM savcısı, başsavcısının da konuyla ilgili şekil hukukuna bağlı olarak kalmayacağını düşünüyoruz. Bazim başvurumuz ve randevu alıp konuşmamızın amacı o. Bunları anlattıktan sonra dilekçemizi vereceğiz.
Yarın:

  • 90 yaşında cezaevi duvarları arasında
  • Başvuru hazırlığı hangi aşamada?
  • Devlet arşivlerinden yararlanma başvurusu nasıl karşılandı?
  • Süryaniler, Lazlar, Rumlar, Romanlar için UCM’ye başvuru yolu var mı?
  • Dilekçede 1938 döneminden ve 1990 sonrası dönemden hangi isimler var
  • M. Ali ÇELEBİ / İstanbul -Özgür Gündem Gazetesi