Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

KOÇGİRİ VE DERSİM KATLİAMLARI ERMENİ SOYKIRIMININ DEVAMI

Soykırım mağdurlarıyla konuşmak üzere Dersim’e gelen Fisher, Osmanlının Ermenilere yönelik yok etme politikasının Türkiye Cumhuriyeti döneminde Kürt halkına yöneldiğini söylüyor.


Avukat Fisher, belirli bir alanı, bir etnisite dışındaki unsurlardan temizlemeye yönelik bu çabaların Almanya'daki Nazilerin ari ırk, saf ırk yaratma politikalarını hatırlattığını belirtiyor.

Dersim'in uyum içinde, bir arada yaşayan çok kültürlü bir yapısı olduğunu ve bu yüzden hedef seçildiğini vurgulayan Fisher, bu yapılanların bugün de Kürt kültürü, dili üzerinde kültürel soykırımla devam ettiğini aktarıyor.

1968'den bu yana avukatlık yapan Fisher, azınlıklar, çatışmalar ve soykırım konularında uzman bir isim. Azınlıkları, ırkçılığa maruz kalan gazetecileri de savunan Avukat Fisher, Berlin'de geçen sene yapılan 'Dersim Soykırımı Konferansı' sırasında Türkiye'ye davet edildi. Alman Parlamentosunda da 1937-38 Dersim katliamı konusunda bir konuşma yapan Amerikalı Avukat, Berlin’deki konferansta da bir sunum gerçekleştirdi.

Konferanstan sonra Kuzey Amerika'da ve Kanada’da yaşayan Kürt temsilcilerle görüştü. Kürt diline ilişkin düzenlenen bir konferansa da katıldı ve şimdi Türkiye'ye gelip incelemelerde bulundu.

Kürtlere yönelik uygulamaların 1910-1931 yılları arasında Japonların Korelilere yaşattığı baskıyla büyük bir benzerlik taşıdığını belirten, Fisher, Dersim katliamını uluslararası mahkemelere nasıl taşınacağı konusunda izleyecekleri yol haritası üzerinde çalışıyor. Diyarbakır’da görüştüğümüz Amerikalı avukat Fisher 'Kürtler gerillaların gömüldüğü toplu mezarları da uluslararası mahkemelere taşımalılar' diyor. Fisher'in sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

KOÇGİRİ VE DERSİM KATLİAMLARI ERMENİ SOYKIRIMININ DEVAMI

''Soykırımın çok tekniki ve hukuki bir tanımı ile çok yönlü de bir yapısı var. 1915 tarihinde Osmanlının tek hedefi din, dil ve kültür temeline dayalı bir soykırım yapmaktı. Bu soykırımı yaparken de Hıristiyan olanları Osmanlı bölgesinden tamamen dışarıya atmak, yok etmekti. Nasıl ki, Naziler Almanya’da ari ırk, saf ırk yaratmaya çalıştıysalar, Osmanlılar da aynı yapı ve aynı zihniyetle hareket ettiler. Ancak onların buradaki tek hedefi, tek bir ırk olgusunu oluşturabilmekti.

Ermenilere karşı uygulanan bu politika 1920'lere kadar sürdü. Alman politikasının amacı aynı şekilde tüm Yahudileri öldürürek kendilerine 'saf' bir alan yaratmaktı. 

İşte Koçgiri veya Dersim meselesi de Osmanlıdan gelen bu yok etme politikasının Türkiye Cumhuriyeti ayağıdır. Cumhuriyetin kuruluşu aşamasında Kürtleri sorun olarak algılayan ve Ermenilere benzetmeye çalışan bir politikanın uzantısını ve sonucunu oluşturur. 

Kürt kültürü, Kürtlerin tanımlanmasına karşı bir önyargı ve baskı vardı bu noktada. Zaten Koçgiri 1921'de Kürt kültürünü, Kürtleri baskı altına alıp, kendi istedikleri kalıba sokmanın ilk uygulamasıydı.

DERSİM’DE HEDEF ÇOK KÜLTÜRLÜ YAPIYDI

Ancak Dersim Türkiye için tamamen başka bir mücadele alanıydı. Çünkü o coğrafyada yaşayan insanlar arasında dil ve kültür olarak çok uyumlu, birlik içersinde yaşayan bir yapı vardı. Ve asla başkaları tarafından kontrol altına alınmamıştı. Saraybosna gibi birçok kültürün bir arada yaşadığı örnek bir alandı. Türk cumhuriyetinin kurulmasından çok çok önce, Kürtlerin böyle çok çeşitli bir hayat yapısı olduğunun önemli bir kanıtıydı aslında Dersim’deki yaşam şekli.

Türkiye devletinin hedefi burada o kültürü, o yapıyı, o birlikteliği, o çok kültürlülüğü parçalayıp o gücü yok etmekti.

On binlerce insan öldü, nüfusu göçe zorladılar, arazilerini işgal ettiler ve bunun arkasından da Kürt kültürünü, dilini, etnik yapısını tamamen sona erdirmeye çalışan bir politika izlediler, -ki dengbêjlerden bunu açıkça öğrendim. 

ESKİ KÜLTÜRÜ YOK ETME…

Şimdi soykırım tanımına gelecek olursak, tanımlardan ilki; insanları tamamen öldürmeye yöneliktir olanıdır. Kültürel soykırım, etnik temizlik tamamen bir ırkı temizleme amaçlıdır. Bu işin sadece insanlardan ve kitaplardan saklanması değil, hiçbir hatıra bırakmadan yapılması söz konusudur. İnsanların hafızalarını, anıları yok ederek yeni nesillerin de bu yaşananları öğrenmesini engellemektir. Üstüne 'kültür bindirme' diye bir tanım var ki; eski kültürü yok sayıp, onu silip başka bir kültür varmış gibi o kültürün üzerine inşa etmektir. 

Ancak burada önemli bir fark var, Almanya'da hedefte bir ırk vardı ve bu çerçevede herkesi temizlemeye çalıştılar. Dersim'de ise öldürme var, kültüre karşı bir yasak var, ancak 'bütün Kürtleri öldürelim' diye bir niyet var mı bu tartışılır…

Bugün artık dünya kültürel anlamda yapılan baskıları, etnik yapıya yönelik bütün yasakları anlayabilir ve yargılayabilir durumda. Diller, kültürler ortadan kaybolabiliyor. Kürt kültürü, yapısı, dili yok edilmeye yönelik bir tehlike altında şu an. Kendi diliyle eğitim yapamama, din ile ilgili ibadet yapamama hepsi birer kültürel soykırımdır. Türkiye bu konuda uluslararası sözleşmelere imza atmıştır. Bunu hatırlayıp bu sözleşmeler çerçevesinde bu durumu düzeltmesi gerekir.

YAŞLILARLA KONUŞULMALI

Pertek’te bazı köylere gittim. Hozat’ta, Munzur yakınlarında dolaştım. Munzur'da insanların öldürüldüğü, boğazlara atıldıkları bir yer vardı. Tamamen sular altında kalmış bir köye gittim. Birçok tarihi eser ve anıtın suların derinliklerine gömüldüğünü gördüm. 

Köylerin Ermeni isimleri, Kürt isimleri, Zaza isimleri ama her şey Munzur'un suyuyla kaplanmıştı. Birçok insanla görüştüm. Yaşları iyice ilerlemiş olan, katliamı yaşamış olan insanlarla hala konuşulabilir ve konuşulmalı.

Mesela Stefen Spielberg, Yahudi soykırımı konusunda o dönemi yaşamış birçok insanla söyleşilerden oluşan belgeseller yaptı. Dersim katliamı hakkında belgesellerin yapıldığını biliyorum, ancak şimdiye kadar ciddi bir çalışma yapılmış değil. Sadece katliama uğrayanlar açısından değil, o katliamda rol alandan, yaşayana, tanık olana kadar mümkün olduğunca herkes ile konuşularak ciddi bir belgesel hazırlanmamış.

Öyle ki, insanlarla konuşmaya gittiğimde, belki bu soruları onlara soran yüzüncü insan olduğumu düşünürken, bir de baktım ki ilk kişiymişim... Bazı insanlar ilk kez bize konuştuklarını söylediler.

Türkiye’nin ve dünyanın atmosferi şu anda bu konuya daha uygun ve daha sorumlu davranılabilir diye düşünüyorum. Çok geç kalınmış değil, ama çabuk davranmak lazım çünkü o günleri yaşamış olanlar bugün çok yaşlı artık...

JAPONLARIN KORELİLERE YAPTIĞI GİBİ…

Aslında Türkiye’nin geçmişte yaptığı bu uygulamalar, Japonların Korelilere 1910-1931 yılları arasında uyguladığı politikayla çok benzerlik gösteriyor. Orada hem öldürme var hem kültürel baskı ve dili yasaklamaları da vardı. 21 yıllık sürede orada olanlar ile burada yaşananlar arasında çok ciddi benzerlikler görülüyor. Konsul aracılığıyla tarafları bir araya getirip bazı davalarda kazanımlar elde ettik. 

TÜM HUKUK YOLLARINI DENEMEK ŞART

Uygun zamanın gelmesi çok önemli. Türkiye’nin bu konuda hesap verebilecek yada yaptıklarıyla hesaplaşabilecek bir yapıya yaklaştığını görüyorum. İşte 1915 Ermeni katliamı ardından bu kadar zaman geçtikten sonra yeni yeni şeyler oluyor. O yüzden karamsar olmamak ve en önemlisi de uluslararası tüm hukuk yollarını denemek şart.

Başından beri söylediğim gibi Dersim’de olan katliam Türkiye’de uzun yıllardır devam eden bir politikanın önemli bir noktasıdır. Dersim bölgesinde çok kültürlülük yok edilip tamamen homojen bir yapıya dönüştürülmek istendi. Ve tabii ki bu uluslararası hukuka göre bir suç.

DERSİM NEDEN KARANLIKTA KALDI?

Dersim karanlıkta kaldı, neden karanlıkta kaldı? Çünkü öyle bir tarihti ki çok talihsiz bir döneme denk geldi. Dünyanın üzerine karanlığın çöktüğü bir dönemdi. İkinci dünya savaşı başlamak üzereydi. Birçok ülkede ciddi sorunların yaşadığı bir süreçti, ekonomik krizin tavana vurmuştu. Maalesef bu yüzden Dersim katliamının kamuoyu oluşturmak açısından çok kötü bir döneme denk gelmesi bu çığlığın duyulmamasına neden oldu. 

Bugün hala insanların çok ciddi korkuları var. Korkuların olduğu yerde de pek bir şey ortaya çıkamıyor. Hala birçok şey konuşulamıyor. Bu nedenle de delil sayılabilecek birçok noktada ciddi sıkıntılar yaşanıyor.

‘TANIKLAR ÖLÜYOR, ÇOK AZ ZAMAN VAR’

Benim spesifik fikrim var, ancak şu anda bu konuda konuşmamayı tercih ediyorum. Çünkü biz hala arkadaşlarla konuşmalar aşamasındayız, ancak size küçük bir fikir vermek için Japonya’daki benzerlikten bir örnek vermek istiyorum.

1990’ların başında Japonya’da Yashumi isminde bir profesör kölelik ile cezalandırılan insanlarla ilgili bir kitap yayınlandı. Bu kitap sayesinde konu çok ciddi bir uluslararası mesele haline geldi. Aynı tarihlerde de İsmail Beşikçi tarafından Dersim hakkında bir kitap yayınlandı. Bu kitap geçmişte olanlara biraz da olsa ışık tuttu. 

Yashumi yazarken kitabı tamamlamasına çok az bir zaman kala 3 kadın onu ziyaret etti ve hikâyelerini anlattı. Sonuçta bu dünyada çok büyük bir gürültü koparttı. Yıllarca süren bu adalet mücadelesini tüm dünyaya duyurmak için hayatta kalan birkaç kişiyle ciddi bir şekilde konuşmak ve dünyaya aktarmak lazım geç olmadan. Ve ben gerçekten çok hızlı bir şekilde olur diye umut ediyorum, çünkü zaman çok kısıtlı. Her yıl tanıklar ölüyor ve kanıtlar gidiyor.

YOL HARİTASI ÇİZİYORUZ

Dersim’de yaşananlar konusunda neler yapabileceğimi araştırmaya, yol haritası çizmeye ve genel bir yargıya varmak için buradayım. İncelemelerimi tamamladıktan sonra, uluslararası alanda çalışan diğer arkadaşlarımla da konuşup yöntemi ve izlenecek yolu belirleyeceğiz. Bu konuyla ilgilenen uluslararası mahkemeler, Amerika’da bu davaları kabul eden mahkemeler var. Ancak şu anda ben bir araştırma aşamasındayım. O yüzden şu anda bu konuda size net bir şey söyleyemeyeceğim.

Şimdi uluslararası ceza hukuku, soykırımlar ve katliamlar konusunda kendi hukuki zemini içersinde çok büyük oyunlar var. Birçok denge gözetilmek durumunda. Uluslararası Ceza Mahkemesinin kabul ettiği davalar ve kabul etmediği davalar var. Onlar özellikle bu dengeler çerçevesinde hassasiyetle seçiliyor. Yine teknik konular var, süresi var. Çok uzunsa mesela bir türlü sonuçlanmıyor, ama ben bunu tabii ki Dersim katliamı davası için söylemiyorum. Uluslararası Ceza Mahkemesi dışında bu konulara bakan sivil mahkemeler var. Bunun için ülkeyi dava etmek lazım. Yani ilk önce insanların kendi yaşadıkları ülkeyi dava etmeleri gerek ki bazı insanlarda hala bir bağışıklık var ülkelerini dava etmemek gibi. 

‘GERİLLALARIN TOPLU MEZARLARA GÖMÜLMESİ SAVAŞ SUÇUDUR’

Gerillaların toplu mezarlara gömülmesi bir savaş suçudur. Bu sadece toplu mezar algılaması için değil sadece toplu olarak bir kültüre, bir aşirete yönelik baskı ve dışlama var. İnsanlar kendi yaşam alanlarının dışına itilmeleri, onların orada tamamen silinmeleri, bu sadece öldürme yoluyla değil aynı zamanda birçok yolla bunun yapılması ciddi bir tespittir. 

Toplu mezarlar konusunda rol alan yada etkisi olan sorumluların mutlaka önce yargı önüne çıkartılması gerek. Aynı şekilde Dersim katliamında etkin bir rol almış olanlar içinde hala yaşayanlar varsa yargı yolunun açılması gerek. Ayrıca Kürtler toplu mezarları uluslar arası mahkemelere taşımalılar da…

Mesela Japonya’da yaşananlar konusunda, 1940’larda da benzeri şekilde bu tarz katliamlara katılan ve rol alan askerler bulduk ve onlarla görüştük. O zaman çok geç alınan askerler vardı ve onların yargılanmasını sağladık. Ancak ana hedefimiz onlar değildi biz gerçek sorumlulara ulaşmak istiyorduk ve onları daha çok ana sorumlulara ulaşabilmek için tanık olarak kullandık. Ancak Japon devleti de Türk devletine çok benziyor çünkü kabul etmiyorlar inkar ediyorlar.''

ANF-ZEYNEP KURAY