Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Sürünme... Çözülme... Uyanış...

İçinden geçmekte olduğumuz süreçte, başta ABD'de olmak üzere kapitalist üretim ilişkileri söz konusu olduğunda egemen belirlenim nedir? sorusuna denk düşecek en doğru karşılık herhalde “sürünme” olacaktır.

Bir yandan sermaye yatırımsızlıktan sürünüyor diğer yandan işsiz işçiler kaldırımlarda. Giderek daha çok sermaye ve ücretli emek birbirini üretme koşullarından yoksunlaşıyor. Dünyanın altıda biri açlıktan perişan, genç nüfusun yüzde 15'i işsizlikten kırılıyor. Salgın hastalıklar, deprem ve sel felaketleri karşısında sermaye ve onun devleti tam bir acz içine düşüyor. Emperyalist devletler uçarak işgal ettikleri ülkelerde sürünüyor ya da Irak'ta olduğu gibi sürünerek geri çekilmeye başlıyor. Kapitalizmin bu sürünme hali geçici ya da sadece birkaç ülkenin durumunu resmetmiyor, her yerde şu ya da bu düzeyde de olsa bu genel belirlenim evrensel bir nitelik alıyor. Bu, onun varoluş krizini tanımlıyor. Sermaye üretimine dayalı üretim biçimi iktisadi, politik ve ideolojik kriz içinde. Ama onun için en kötüsü de krizi aşmada artık ne denli yeteneksiz olduğunun her gün yeni bir vesileyle açığa çıkması. Kapitalizm, umutsuzluk girdabına yakalanmış bulunuyor. İdeolojik aygıtlar kötürümleşti, onların inandırma, rıza üretme kabiliyetleri dumura uğradı. Birkaç yüz tekelin tüm dünyayı parmağında oynattığı, ticaretin üçte ikisini kontrol eder hale geldiği günümüzde “ticaret özgürlüğü”nün birey özgürlüğünün temeli, genel olarak özgürlüğün dışavurumu olduğuna kim inanır? Ülke içinde temel demokratik kazanımlar bir bir tırpanlanarak yerine antidemokratik, faşist yasaların geçirildiği, burjuva parlamento sisteminin iflas ettiği, mali oligarşinin tek karar verici olduğu, bütün burjuva partilerin aynılaştığı, devletin sosyal işlevlerinden giderek daha çok kopartıldığı koşullarda, burjuva devletin yabancılaşmanın en uç sınırına vardırıldığı günümüzde kurtuluşun burjuva parlamenterizminin içinde olduğu palavrası eski çekiciliğini koruyabilir mi? Emperyalist işgallerin “özgürlük ve demokrasi taşıma” amacıyla yapıldığı yalanına kaç kişi kanabilir ki? Ekonomik iç dinamikleri yıkıma uğrayan kapitalizmin kaçınılmaz olan politik ve ideolojik dinamikleri de dağılıyor. Üretici güçleri geliştirme yeteneğini giderek daha çok yitiren kapitalizm, ideoloji, rıza üretme yeteneğini de yitiriyor. Kapitalizm sürünüyor.

İşçi sınıfı söz konusu edildiğinde egemen belirlenime en uygun tanım “uyanış” olsa gerek. Uyanışın merkez üssü olarak Avrupa öne çıkıyor. Genel grevler, işgaller, gösteriler peş peşe. Milyonlar krizin faturasını ödemeyi reddediyor. Doğru, henüz kapitalizmi yıkmaya yönelmiş değil, henüz devrimci örgütlenmeler içinde birleşmiş de değil. Ama işçi sınıfının uyku mahmurluğunu üzerinden atmaya başladığı da açık. Yalnızca Avrupa'da değil, dünyanın dört bir yanında sokaklar işçi sınıfının protesto adımlarıyla sarsılıyor. İşçi sınıfı, sınıf mücadelesi okulundan yeniden geçiyor. Fakat koşullar bu kez onun ilk büyük uyanışının simgesi olan 1848'den çok farklı. O dönem elle tutulur tek kapitalist ülke İngiltere idi. Almanya bir köylü devletleri topluluğuydu. Fransa'nın üçte ikisi küçük tarımla geçimini sağlıyordu. ABD'de de durum çok farklı değildi. Dünyanın geri kalanında ise modern sanayi proletaryası ya hiç yoktu, ya da olduğu kadarıyla çok etkisizdi. Bir de bugünle karşılaştırın işçi sınıfının üretim içinde tuttuğu yer dünya çapında belirleyici ve toplumsal tabanı kimi ülkelerde nüfusun ezici çoğunluğunu kaplamış durumda. Birinci emperyalist savaş öncesi ve hemen sonrasını kapsayan ikinci büyük uyanış dalgası döneminin nesnel koşullarıyla da karşılaştırabiliriz. “Ulusal bağlar” bilhassa Batı Avrupa'da baskındı. Bu “ulusal bağlar”ın nesnel temeli vardı. 18. yy'ın ikinci yarısından itibaren İngiltere dünya ticaretine hakim güç haline gelmişti. Dünyayı sömüren İngiliz burjuvazisi bu sömürüden belirli bir payı İngiliz işçi sınıfına dağıtıyordu. Bu nedenledir ki, İngiliz işçi sınıfı görece “burjuvalaşmış”tı. Yeni emperyalist devletlerin dünya sahnesine çıkması ile bu ülkelerin işçi sınıfının üst tabakaları ayrıcalıklar elde etmiş, kapitalist üretim ilişkileri içinde onu zorlayarak onu sosyalize edebileceği yanılsamasına kapılmıştı. Burjuvazi ile “barış içinde bir arada yaşama” oportünizmi buradan kaynaklanıyordu.

Peki bugün durum ne? İşçi sınıfı eski “ulusal bağlar”dan nesnel olarak çok daha fazla çözülmüş durumda. Gelişkin kapitalist ülke işçisi olmak, artık ona büyük avantajlar sağlamıyor. Kapitalist dünyadan elde ettiği aşırı karları kendi ülkesinin işçisiyle paylaşmak zorunda hissetmiyor kendini. Dahası sermaye dünyanın dört bir yanına istediği gibi ve istediği anda kayabildiği için bu gelişkin ülke işçisinin yoksullaşmasına yol açıyor. Dün refah yaratan bugün fakirlik üretiyor, dün avantaj olan bugün dezavantaj oluyor. Bu yeni durum, aynı zamanda işçi tabakaları arasında, kafa ile kol emekçileri arasında, hizmet işçileri ile sanayi işçileri arasındaki ayrışmayı da silikleştiriyor. İşçi sınıfı ulusal ve kesimsel ayrıcalıklarını yitiriyor. İşçi sınıfı ulusal ve kesimsel bağlarından çözülüyor. Dünyanın bütün işçileri ve işçi sınıfının bütün tabakaları, tali bir proleter ordunun erleri haline geliyor. İşçileri bölen ulusal ve kesimsel ayrıcalık rütbeleri bizzat sermaye tarafından sökülüp alınıyor.

Kapitalizmi ideolojik ve politik olarak ayakta tutan baskıcı toplumsal tabakalardan biri olan küçük burjuvazinin hali içler acısı. Giderek daha çok zayıflıyor, çözülüyor ve dağılıyor. Bunlar sermaye tarafından işçi sınıfı saflarına daha büyük kitleler halinde fırlatılıyor. Bu ezilen tabakalar giderek daha çok kaderlerini işçi sınıfı ile birleştiriyor.

Avrupa'yı sarsmaya başlayan işçi hareketi, bu tarihsel ve toplumsal koşullara sökün ediyor. 29 Eylül'de 30 ülkeden yüz bin işçinin Brüksel'de toplanması, ulusal ve kesimsel bağlardan kopmuş işçi sınıfından oluşmakta olan enternasyonal bilincin etkili bir dışavurumu olarak önemi büyük. Tarihin motoru sınıf mücadelesine işçi sınıfı ağırlığını yeniden koşmaya başlıyor.

“Çözülme”, işte bu da egemen belirlenimin Türkiye ifadesi. Türkiye iktisadi, politik ve ideolojik bir dönüşümden geçiyor. Kürt direnişi, Türk burjuva devletini artık daha fazla kaçınılamaz ve ertelenemez bir çözülmeye zorluyor. Ama yalnızca bu ayaklanmanın “zor”laması nedeniyle değil, yeni ekonomik ilişkilerin, emperyalist küreselleşmenin basıncı, alt yapıdaki ekonomik dönüşüm de üst yapıyı çözülmeye itiyor. Ordunun kurduğu cumhuriyet, '60'lardan sonra ordunun yönetimi ve denetimi altındaki cumhuriyet çözülüyor. Burjuvazinin ve emperyalistlerin çıkarlarına hizmet edegelen “kendinde amaç” burjuva devlet, emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda “doğrudan araç” olarak yeniden yapılandırılıyor.

Kürt “zor”laması “tekçi” yapıyı allak bullak ediyor. Alt yapıdaki değişim, burjuva devletle burjuvazi arasındaki eski tip ilişkileri çözüyor. Bu “çözülme hali” burjuva siyasi partilerde giderek daha çok karşılık buluyor. CHP sürece ayak uydurmaya çalışıyor. Politik İslamın çekirdek partisi bir kez daha çatlıyor. Referandum sonuçlarının da gösterdiği gibi MHP “çözülme”nin esaslı bir tokatını yemiş durumda. Devlet bürokrasisi içindeki ayrışmalar, kamplaşmalar, cepheleşmeler devletteki çözülmenin düzeyi hakkında yeterince fikir veriyor.

“Çözülme hali”nin sol siyasi güçlere de yansıması olacaktı elbette. Referandumdaki ayrışma yaşanmakta olan çözülmenin yansımalarından biriydi. Bu çözülmenin devam edeceği açık. Değişimi ve onun temel sebeplerini anlayamayanlar, o değişime müdahale edemezler, ya hiçbir şeyden etkilenmeme adına kendilerini “korumaya” alıp anakronize (tarih dışılık) olurlar ya da değişim rüzgarında bir yaprak gibi savrulurlar.

Türkiye işçi sınıfı hareketinin Avrupa düzeyinde bir “uyanış” içinde olduğu söylenemez. Ama dünya eskisinden çok daha “küçük”. Kapitalizm kriz içinde sürünüyor ve Avrupa işçi sınıfının ayak sesleri buralardan duyuluyor. TEKEL direnişinde kendini açığa vuran “uyanış”ın genel bir “hal” alması için maddi temeller yeterince olgun. Bu “uyanış”ı gemleyen en önemli neden, egemen ulus şovenizmidir. Bundan dolayıdır ki, “barış” mücadelesi işçi sınıfının uyanışının önünü açmak yönünde stratejik değerdedir. Böyle bir durumda “Kürt uyanışı” işçi uyanışı ile birleşecektir ki çözülen karanlığın içinden halklarımız üzerine yeni bir güneş doğacaktır.

İşçi sınıfı ve ezilenlerle daha sıkı birleşme Kürt ulusal mücadelesini daha sıkı sahiplenme sosyalist hareketin önünde birbiriyle bağlantılı iki ana güzergah olarak uzanmaktadır. Her iki güzergahta alınacak yol, işçi sınıfının politik iradesinin sosyalistlerde ne düzeyde cisimleştiğinin de ölçüsü olacaktır. Kuşkusuz düşünmek yetmez, aslolan yürümektir.

Kapitalizm sürünüyor. Şimdi o sürüngenin kafasını ezmek için bireysel ve kolektif düzeyde, işçi sınıfı ve ezilenler arasında “sosyalist dirilişi” egemen belirlenim kılmanın koşulları giderek daha çok olgunlaşıyor.