Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Dünü bilmeyen, yarını nasıl kursun?-Haydar Işık

Unutursa bu travmadan kurtulacağını sanıyor. Oysa unutmanın yeni kötülüklere zemin açtığı bir vakıadır. Bu nedenle bize düşen görev, ısrarla halkımıza ayna tutmak, aracı, hatırlatıcı olmak, yol göstermektir.

„Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." derler.

Bunu bilen biri olarak Dersim 38 soykırımından günümüze nasıl geldik?

Özellikle genç kesime yönelik ve kendi somutuma indirgeyerek kısa hatırlatmada bulunayım.

Dünü bilmeyen, yarını nasıl kursun?

Hani „Neden bilgine bilgiye ihtiyaç var?" diye sorana; Bilge: „Su kaynatmak isteyince ateş ile su arasında bir kaba ihtiyaç var." yanıtını vermiş.

Şimdi konumuza dönelim.

Dersimli kadınların „Tertele çocuklarına" acıdıklarını bilirim. Köylerin yakılıp yıkıldığı, insanların mağarada gazlandıkları, mitralyöze vuruldukları bir sırada kundakta olanlara; kötü zamanda dünyaya gelmiş talihsiz görüp yaşama olanağını az gördüklerinden olacak acıdıklarını duyardım. İşte ben de bu Dersim 37'nin Tertele çocuğuyum. Açlıktan, hastalıktan, soğuktan, tesadüf mü, şans eseri mi diyeyim, çıkarak bugüne geldim. Kurtuluşum diğerleri gibi mucizevidir. Hastalık, açlık ve yokluktan nasıl ölmediğimizi düşünür dururum. Dönüp geriye bakınca, başkalarının zahmetsiz bir yılını katlayan yoğunluk ve çilede yaşadığımı görüyorum. Çocukluğum „Tertelenin" kemik tarlalarında geçti. Bugün yer altında aranan toplu mezarlar, çocukluğumda yer üstündeydi. Mitralyözlerin devirdiği bedenler, kurda kuşa yem bırakılmıştı. Korksun Kürtler. Baş eğsin Kürtler diye ortada bırakılmıştı. Her tarafta kemik tarlaları vardı. Dünyayı algılamaya başladığım zaman çevremde başı dik Kürdün kalmadığını gördüm. Birbirlerine kahraman davranan erkekler, „Miste Kor'un" katliamlarını ancak bir duldada anlatırlardı. Paradoks mu şizofreni mi dersiniz, anlatırken Miste Kor'a kızan aynı anda devlete tapınıyor, Dersim'e düzen ve huzur verdiğini söylüyor ve Kemal Atatürk'ü peygamber yapıyordu. „Ma biz öz be öz Tırkız. Horasan'dan gelmeyiz." katliamcı generalin sözlerini benimsemiş olmalılar ki, duyuluyordu. Beyaz adam hayranı, sömürgeci ruhsal şekillenme bariz tarzda görünüyordu. Türk memur görünce şapka çıkaran, hazırola geçen o erkeklerdi. Onbaşının tokadını, küfrünü ödül gören, askerde yediği dayağı övünçle anlatanı hatırlarım. Sömürgeci devlet; planlı, programlı tarzda aşağıladığı bu insanlar üzerinden Kürt ağacını içinden çürütmeye çalışıyordu.

Soykırım kesintisiz sürüyor. Günümüzde de..

Zalimliği bayrak yapan eskere Romi'nin (Türk askeri) baş kesme anlatımlarıyla büyüdüm. İnsan insanın başını keser mi?

İnsan keçi mi, koyun mu?

Enseden başın kesildiğini, kan damlayan kesik serlerin kışlaya götürüldüğü anlatılırdı.

Bir yandan Kerbela'da başı kesilen Hüseyin'e acınır, Yezid'in onun serine tekme atması histerik toplu ağlatılarla konuşulurken, kafası gözlerinin önünde kesilen soydaşlarına sadece yakın akrabaları ağlardı. Kafası kesilen bizim İmamuşe (İmam Hüseyin'e) acınmaz, ama bin dört yüz yıl önce kafası kesilen Hüseyin'e müthiş üzülürlerdi. Enseden baş kesmeye anlam veremiyordun.

Ölümse ölüm, bu enseden kesme nedir?

Bu çağrışım içinde görüyordum ki, bizimkiler keçiyi yatırıp boğazından kesiyorlar.

Bir ayrıntı vereyim.

Keçisini keserken kimse üç kere Allah'u Ekber deyip dualar okumazdı.

Bizim Allah, onların Allah'ı değildi.

Bizimkiler Xızır'a yakarır, „Ya Xızır, ya Haq, ya Duzgin!" derlerdi. Dersim'in uluları çağrılırdı.

Allah'ımız farklı, dilimiz farklı peki Kemal'e neden bu kutsallık veriliyor?

Kemal adı Tertele sonrasının adı oluyordu. Çocuğuna Rayber adını koymuyor, ama Kemal adı koyuyordu.

Eskere Romi'den ölümden öte korkardım. Rüyalarıma girerdi.

Onlar kurt kılığında ağzında salyalar, beni kapıp ensemden kesmeye gelince, uçup üzerinde dolaşırdım.

Nedense büyüdükçe uçamaz oldum. Bedenim mi ağırlaştı, yoksa korkumu mu yendim? Ama bu korkuyu, aynı kılığa soktukları 'Türk zabiti' olarak görev yaptığım yıla kadar götürdüğüm vakıadır. „Komutanım, general geldi." diyen asker, attan düşmeme neden olmuştu. Üzerinde uçarak kurtulduğum Komutan Ali Fethi Esener, selamımı beğenmeyince, „Nerelisin?' sormuştu. Dersimliyim diyemedim. „Tunceliliyim." Bunun üzerine bileğimi kırarcasına kolumu bükmüştü. Kini yüce olmalıydı. Dersim soykırımından kurtulmamalıydım. Yaptığı işi beğenmemiş usta görünümündeydi.

Eksik bıraktığını oracıkta tamamlamak gözlerinden okunuyordu.

Dokuz-on yaşlarına kadar etrafımızda yasak bölge vardı. Bakardık ama giremezdik. Sonra sürülen, parçalanan aileler kırık kalp, umut ve özlem ile kirletilen kutsal topraklarına döndüler.

Ancak Dersim'in değerleri kalmamıştı. Kürtçe yasaklanmış, Cem tutma yasaktı. Erkeklerin alevi tarzı bıyığı, şal şepik, ziyaretler... Dersimi herşeyimiz yok edilmişti. Tekelin rakı, şarap, birası, do (ayran) yerine geçmiş, kahvelerde poker sesleri yükseliyor, şuh Sulukule kızlarının göbek atmaları erkekleri baştan çıkarıyor, halkacılar, çerçiciler dolaşıyordu. Yetmiş bin insanımızın hayatına malolan, medeniyet dedikleri şey; yol, kışla, karakol ve asimilasyon fabrikası okullar ve bu orospulardı.

Katliam kışlaları yatılı okula tadil edilmiş, Tertele çocuklarına Türkün şanlı tarihi anlatılırken, tertele artıklarına „Öz be öz Türk" olduğumuz anlatılıyor ve biz de bulduğumuz taşın üstüne çıkıp şanlı Türkün kahramanlık şiirlerini okuyorduk. Yani soyumuzu kesenlere övgü yağdıran şiirler okuyor, kurdumuza serenat yapıyorduk.

Tek kelime Türkçe bilmeyen annem; „Zonê ma zonê Xizir o." (Bizim dilimiz Hızır'ın dilidir.) derken, o zamanlar ruhumda „Ben kimim?" fırtınası vardı. „Biko biko ma Kirmanc me." Oğul oğul biz Kürdüz derdi.

Gündüz Türk yapılan tertele çocukları eve dönünce Kirmanc oluyordu. Kürdistan coğrafyasında „Köy Enstitüleri" yükseliyor, Kürt çocukları Türklüğe devşiriliyordu. Bu ikilik bir çoğunu Dersim'den sildi götürdü. Dersim'in başat değeri Kürtlükten kaçan köksüzler, Türk ağacına aşılandılar ve bu Dersimi Kürdi değeri yitirenler, öbür Dersimlileri Türk ağacına aşılama işini yüklendiler. Bu iş kazanç kapısı olmuştu. Kürt Ağacı altındakilerin varlığı düşündürücüydü.

Kemal Paşa'nın Türk ağacına aşılananlar, aşiret particisi oldular.

Dersim'in katilleri kimlik değiştirip Dersim'e dolmuştu. „Kemal Pasa çok yaşa!" diyen uçuyordu.

Kimse sormuyordu, bu Kemal Paşa bizi katletti, bizi biz yapan değerlerimizi yasakladı. Muhammed'e inanmayan Tuncelili Kemal Paşa'yı peygamber yaptı. Kemal Paşa; mal mülk, hırsızlık, yalan dolan ve çıkardı.

Dersimlilikten kaçıştı. Kemal Paşa, rakı tüketen lümpen yaşamdı.

Erkek egemenlikli sistemdi. Dersim'e değer yapılmıştı. Sonra halkın sülalesi isimlerini takınan solcularımız, Kemal Paşa'nın tahtının yanına Mao, Enver Hoca ve Stalini oturttular, geride kalan Dersimi değerleri bunlar çar çur etti. Kemal Paşa'nın soykırım felsefesi beyaz asimilasyona evrilmiş, kendisine „sol" diyenler üzerinden Kürt ağacının içi çürütülüyordu.

Kafası Stalin ve Mao ile döndürülmüş bizim çocuklar, oklarını Kürt ağacına atarken, işçi sınıfı kurtarıyorlardı. Dünyayı kurtaran parolalar atarken, anadilini yasaklayan sistemi görmek istemediler. Yeni Dünya Düzeninde suç ararken, Kemal'in ve İmam'ın orduları Kürdü nasıl imha ediyor görmediler, görmek istemediler. Türkiye'de nesilleri tükendiği halde bugün Dersim'de bunca sol fraksiyon olmasını neye bağlarsınız? Kürde düşmanlık edersen, devletten aferin alırsın. Her kafadan bir ses, yapar kaos. Kürt Ağacı'nı, içinden çürüten kurt olur bunlar.

Solcu oldum. Türk solcuları içinde anadilimi konuşurken, „Türkçe konuş!" diye susturuldum.

Faşist cunta sol için geldi dense de, bana göre yanlıştır. 1938 den gelen suskunluktan kurtulan Kürtler demokratik haklar istiyordu.

Bugün yapılan o zaman Kenan Evren tarafından yapıldı.

Kürdistan hapishane, halkım işkencede ve kırımda olunca susmak onaylamaktır, düşündüm.

Faşist cuntaya karşı açıklamalar, toplantılar yaptım. Kenan Evren beni vatandaşlıktan atıp mal varlığıma el koydu.

Şimdi okura bir karşılaştırma olanağı vermek istiyorum.

Kenan Evren faşist cuntası tarafından vatandaşlıktan atıldığım zaman aynı listede olan ve bu sene devlet töreni ile karşılanan parti başkanı vardı. Onun niye mal varlığına el konulmadı? Yok muydu? Başkasının mı üzerindeydi?

Bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Askeri ve siyasi mücadele ettiği devlet onun mal varlığına el koyma gereği görmemiş olmalı, demek ki derin dostluklar vardır.

Başkasını MİT ajanı olarak gösterenler bir de dönüp kendilerine baksalar fena olmaz.

Türk devleti vahşi tarzda Kürtleri baskı ve savaş cenderesinde tutarken, „Ben tarafsızım." „Yazarım, bağımsızım." diyenlere hep şaştım. Kürt halkının doğuştan kazandığı temel hakları; sivil, demokratik anlayışla savundum.

Bunu kim en iyisinden yapıyorsa, çalışmamı onlara yaklaştırdım.

Hiç bir gücün gölgesine girmeden, bağımsız düşünmeyi, sivil demokratik kişiliğimi kimseye ezdirmeden düşüncemi, yeteneğimi halkımın hizmetine sundum.

Halk oradaydı.

Kürtçe öğreneceksen onlardan, bir şey öğreteceksen onlar vardı. „Kürt Ağacını" yaşatan onlardı. Umut onlardı. Bugün durum değişmedi, hatası sevabıyla yine onlar ortadadır.

Vicdan sahibi herkes, başka görüşte olsa bile, bitirilmek istenen Kürt halkından direngen bir gençlik çıkaranı elbette tanır.

Onlar olmasaydı, Mazlum Doğan kendisini yakmasaydı, on binler kendi genç bedenini halkının özgürlük mücadelesine sunmasaydı bugün Kürtleri sadece Karl May'in kitaplarından okurduk.

Kimseden icazet almadan, dağıtıcı, bölücü olmadan halkımın demokratik temel haklarını savundum.

Kararlı tavrım, çabam, halkıma olan inancım nedeniyle Kürt halkının diasporadaki üst kurumlarına girdim.

Sürgünde Kürdistan Parlamentosu, kapatılınca KNK üyeliğim hala sürüyor, Kürt-PEN Başkanlığı vs daha çok görevlerde bulundum, sosyal ve kültürel projelere önayak oldum.

Devletin yarattığı bulanıklıkta bile kendimi inkar etmedim.

Annemin konuştuğu mazlum dile ihanet etmedim. Elimden geldiğince yardım ettim. Terteleden kurtulan olarak soykırımdan geçenlere saygılı oldum ve soykırımı sorgulatmak için uğraş verdim. Mağaraya sığınan çoluk çocuk zarar görmesin diye öz bebeğinin ağzını tutarak ağlamasını engelleyen annenin kaybettiği çocuğunun acısını duyumsadım. Mağarada fare gibi zehirlenen Dersimli Kürdün acısını sırtımda bir yük gibi taşıdım. Eskere Romi'nin eline geçmemek için uçurumlardan kendisini atan kız ve gelinleri hep düşündüm. Türk subaylarının savaş ganimeti olarak beraberinde götürdükleri „Besleme" dedikleri Dersimli Kürt kızlarını, kendi kardeşim gibi algıladım. Benden önce bu konuda tek kişi yazmadan, romanlarımda „Besleme Kızların" kaderini anlattım. Dersim Soykırımı, biz buna Dersim Tertelesi diyoruz, açığa çıkarılırsa, Kürdistan'daki soykırımlar açıklanır, inancını taşıdım.

Sivil ve demokratik düşünce ifade etmekten öte şiddet içeren eylemlerden uzak durdum.

Ama Kenan Evren vatandaşlıktan atıp mallarıma el koydu.

İşe bakınız ki, AB'ye gireceğini düşündüğümüz Türkiye, ikinci kez mal varlığıma el koydu. 25 sene çalışmanın hakkı olan emekli maaşıma el koydular. („Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 248. maddesi "Kaçak" durumda olan sanıkların "duruşmaya gelmeye zorlanması" amacı ile mallarına, hak ve alacaklarına el konulmasına imkan tanıyor. Maalesef bu konuda itiraz etmekten başka bir imkan yok. Takdir edersiniz ki itirazın kabul edilmesi ihtimali de yok.") diyor Avukatım Yusuf Alataş.

Bugünkü AKP hükümeti faşist askeri cuntayı çok geride bırakan tarzda Kürt aydınlarını, ilericilerini, kendisini Kürt ifade edenleri her türlü yolu deneyerek hareketsiz bırakmaya çalışıyor.

KNK üyelerini kırmızı listeye koydurdu. Şimdi de mal varlığına el koyuyor. Batı'nın demokrat gördüğü AKP hükümeti bu işleri yapıyor.

Şimdi yüreğinde biraz insanlık kalan oturup düşünsün. Fikir beyan eden insanlara yapılan bu tarz muamele dünyanın neresinde var? Diyeceksiniz ki, avukatlar, gazeteciler, sivil demokratik düşünceli şahsiyetler uydurma bahanelerle tutuklanıyor. Böyle devlet, böyle hukuk.

AKP Hükümeti 2002 yılında başa geldiğinde bir yazımda „AKP Türkiye devletinin Kürtleri bitirme projesidir," yazmıştım. Maalesef hayat bizi doğruladı.

2004 yılında Lübnan'da yayınlanan „Havadis" dergisine verdiği beyanatta: „Kürtler Arjantin'de devlet kurmaya kalksalar, onlarla orada savaşırız." demişti Başbakan Erdoğan. Erdoğan, Kürt ağacını içinden çürütmek için gelmiş geçmiş hükümetleri geride bıraktı.

Biz Kürtler kemalistlerden nefret ederdik ve ediyoruz. Kendisini mazlum, mağdur, temiz ve İslami gösteren AKP, Kürtlerden büyük destek gördü. Ama bu AKP'nin düşmanlığı farkedilmedi. Şimdi AKP İslamizmi, Kemalizm ile katlanan bir savaşla Kürdü bitirmeye çalışıyor.

Ama halkımızın bir bölümü daha kurdunun ardından gidiyor.

Bizi, Kürt olduğumuz için katlettiler.

Dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi yasakladılar.

Yetmemiş gibi vatandaşlıktan attılar.

El koydukları baba dede malımızı geri satın almak zorunda bıraktılar. Bu da yetmedi, Tayyip Erdoğan düşmanlığını daha yükseğe çıkarıp İnterpol terör listesine koydurdu.

Kini büyük olmalı ki, bu kez de emekli maaşımıza el koydu.

Bu devletin bize bakışı ya öldürmedir, ya da bu tarz sindirmedir. Korkuyu geride bırakan biri olarak, derim ki, yolunuz insanlık yolu değildir. İnsan olma ayrıcalıklı bir değerdir.

Canavar ruh taşıyan, hak hukuk tanımayan, „Yaradandan ötürü yaratılanı seviyorum." dese, yaptıkları ortadayken inandırıcı olamaz. Ben; Seyid Rıza idam edilirken Dersim'in acılı havasını teneffüs eden, onun vicdan anlayışında büyüyen Tertele çocuğu olarak; ne Kürt düşmanlarının, ne de kanunsuz, hukuksuz, ahlaksız iş yapanların önünde eğilirim. Bir lokma bir hırka yaşarım ama namerde muhtaç olmam.

Türk devletinin Kemalizmi, AKP'nin İslamizmi, Kürt Ağacını içinden çürütmek istiyor.

Kürt çocukları zindana atılıp tecavüz ediliyor. Kemaller, TV'lerde boy gösteren Kürtler, Kürt ağacını içinden kemiren kurtlar az değil. Biz Kürtler bu kutsal ağacın çürümesinin önüne geçmeliyiz. Sessiz, eli-kolu bağlı, sözde tarafsız durarak bir yere varılmaz.

Diaspora aydın insan tavrıyla krgınlıklar, küskünlükler, yapılan haksızlıkları öne çıkarmadan çevremizdeki Kürtlerle ilişkiye geçmenin zamanı geldi. Kürdüm diyen açsın gözünü, Balkan yarımadasında eşekler bile özgürken, Kürdün altında yaşamak zorunda bırakıldığı statüyü düşünsün.

Burada bir anımı arzedeyim.

Dernekler yasasına muhalefetten yargılandığım mahkemede, karar sonrası Alman yargıç, bana şunu söyledi: Devletiniz olsaydı bu cezayı almazdınız. Bence bu söz, aydın, ileri, yurtsever her Kürdün kulağına küpe olmalıdır. Emir Şerefxan Bitlisi de benzer öğütte bulunuyor: Birlikten devlet doğar, diyor.

Kendini Kürt ifade edenlerin; Kürdün özgürlük mücadelesine maddi manevi yeteneğini katma zamanıdır. Halkınızın bu birliğe ihtiyacı var. Masa başında oturup sanal alemde büyük laf eden Kürtler, gözlerini mücadeleye çevirsinler. Türk devleti çocuklarımızı katlediyor, binlercesini zindana atıyor ve orada çocuklara tecavüz ediyor. Emine Hanımefendi, sevgili kocası „vurun" dememiş gibi Roboski'de sömürge valisi eşi gibi karşılanıyor. Kim bilir bu inceliği bizim Kürtlerin gözlerini yaşartmıştır. Yarın bizimkiler ya biraz „Allah- Vallah" ya biraz çıkar yüzünden Roboski'yi unutur.

Dersim'de 70.000 mazlum unutulmak üzereyken ayağa kalktık. Bu devlet önce öldürür, sonra taziyeye gelir. Kürt çabuk kanıyor.

Bu ahvali şeriatta hala birbirimizi ezip parçalayan tavır ve davranışlar Türk devletinin işine gelir. Birliğe gelmezsek, Halepçeler, Dersimler, Roboskiler her zaman olur. „Kürt Ağacı"; ancak sevgiyle, yardımla, dostluk ve birlikle yeşerir. Bilmem anlatabildim mi?

www.haydar-isik.com