Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

“Ben Ali Ağa değilim’’, demiştim!

Bazen oturup, kendi kendime düşünür, köylerimizdeki o tatlı anıları hatırlamaya çalışırım. Bu yazıda, Hıdırdamı mezrasını ve oranın yetiştirdiği bir şahsiyetin başından geçen bir olayı anlatacağım. Bu olay öyle herkese nasip olacak türden değil, bu durumu yaşamak için Hıdırdamlı olmak lazım!
Hıdırdamı; Pertek, Hozat ve Çemişgezek yollarının kesiştiği küçük bir mezradır. Muşerres Dağı ile Çemişgezek yolu arasında sıkışan bölümde, Lavolar (Lavo'nun çocukları) yaşar. Mezranın diğer bölümü, Çemişgezek-Hozat yolları arasında kalır. Bu kısımda Muzuranlılar (Muzur'un çocukları) yaşar. Pertek-Hozat yol kesitinde kalan bölgede Bavegiller yaşaar. Bu üç bölgeden meydana gelen yerleşim yerinin ismi Hıdırdamı’dır.
Çocukluk yıllarımda, bu mezraya çok gelip gitmişliğim vardı. Ancak bu mezrada yaşayan insanları yakından tanımak, 1980 askeri cuntasından sonra nasip oldu bana. Köyümüz Keban Barajı’nın sularıyla tarafından yutulmadan önce, Sultan Hıdır ve Ağuiçen dergahlarının ziyaretlerine sık sık giderdik. Bu ziyaretler sırasında, annemle, Hıdırdamı mezrasında evli olan ablama misafir olurduk.
Keban Barajı köyümüzü yutunca, Elazığ’ın Çorçuk (Harmantepe) köyüne yerleştik. Bu göç, ziyaretlere gidişimize de son verdi ve araya yıllar girdi. Dedemin, babamın memleketi olan Hıdırdamı'nı, 1980'den sonra tekrar ziyaret etmeye başladım. Arada yıllar geçmiş, çocukluk geride kalmış, ben dünyayı değiştirmeyi hedefleyen kuşaktan bir gençtim. Bu kısmı, şimdilik geçmek ve başka bir yazıda paylaşmak istiyorum.
Paylaşmak istedigim olayın üstünden, otuz yıl geçmiş! O yıllarda ben, geçici de olsa artık Hıdırdamlı olmuştum. Hıdırdamı küçük bir yer, ama neşe kaynağı bir yerdi. Akrabam olan Süleyman'a, Hıdırdamı’nda herkes "Ali Ağa" diyordu. Bu, benim ilgimi çekti. Ama zamana ihtiyacım vardı. Derken, Hıdırdamı'ndaki insanlarla diyaloğum artmış, dostluk ilişkilerim gelişmiş, sohbetler öyle ‘sizli bizli’den çıkıp ‘senli benli’ olmuştu. İşte Abdülvahap, o arkadaşlardan biriydi. İçimi kemiren soruyu ona sordum. Neden herkes, Süleyman'a "Ali Ağa" diyordu? Abdülvahap’ın anlatımına göre hikâyenin özeti şöyle:
O yıllarda, Süleyman'ın amcası Avusturya'da işçidir. Amcası, Süleyman'ı da yanına götürüp hayatı kurtulsun ister. Süleyman hazırlıklarını görür. Köydeki kapı komşuyla görüşmelerini tamamlar. Hanımı arkasından bir kova su döker ki sağ selim gidip gelsin diye. Herhalde hanımı suyu o kadar bol dökmüş olacak ki Süleyman Viyana Havaalanı'nda uçaktan indirilmeden geri gönderilir! Yıl 1977.
Süleyman, Viyana'ya ayak basamadan İstanbul'a geri döner. İstanbul’da bir otele yerleşmeyi düşünüyordur. Elinde bavulu yürürken, birden bire biri çıkar karşısına. Süleyman’ın ellerine kapanır, sarıp sarmalamaya başlar:
“Ooo Ali Ağa sen hoş geldin, sefalar getirdin...’’
Tabii Süleyman şaşkın:
"Gardaş kusura bakma, ama ben Ali Ağa değilim!"
 
Ancak adam, Süleyman'ın cılız itirazlarını duymaz bile.
 
“Yahu, şaka yapmanın sırası mı Ali Ağa! Ben sana burda ikramda kusur edersem, beni köyde rezil ederler!"
Adam susmak nedir bilmiyor. Süleyman, ikircikli bir halde adamın karşısında sonunda pes eder. Kendi kendine, “iyi yahu hele bir gideyim bakalım ne olacak", der.
Birlikte yola düşerler. İstanbul'un güzel sayılacak bir kahvehanesinde çay ve kahvelerini yudumlarlar. Belirli bir zaman geçer. Onlar kahvelerini yudumlarken, güneş tatlı yüzünü akşama dönmüştür.
Süleyman, “otele dönmem lazım artık’’, der.
"Olur mu öyle şey! Ben seni böyle bir çay, kahveyle mi yolcu edeceğim", der adam.
Adam hesabı öder. Sokak aralarına düşen gölgelerin içinden yürürler bir süre. Sonra, içkili ve lüks bir restoranta girerler.
Adam garsonu çağırır ve "masayı güzel bir donat", der. Adamın garsona hitabını duyan, bu adam bu restoranta her gün gelen biri, derdi. Garson, “sadece kuş sütünün eksik olduğu’’ tarzında bir masa hazırlar. Süleyman, şaşkın şaşkın bakakalır, ancak durumdan da memnundur. İçecekler yudumlanır, kebaplar yenilir, ayran yerine rakılar devrilir. Gecenin yorgunluğu yavaş yavaş hissedilir olur.
Sohbetin en tatlı anında, adam Süleyman'ın kulağına eğilerek, "kusura bakma Ali Ağa, tuvalete kadar gitmem lazım", der ve kalkar.
"Tabii, kusura bakılınır mı", der Süleyman.
Süleyman adamı beklerken, devirdiği kadehleri saymaz ama, bir yerden sonra arada uzun bir zamanın geçtiğini fark eder. Zaten, çok geçmeden garson da yaklaşıp, "begefendi kapatacağız, hesap", der nazikce.
Süleyman, “arkadaşı bekliyorum’’, der.
Garson, kötü haberi verir:
“Arkadaşın çoktan gitti! Hesabı da senin ödeyeceğini söyledi.’’
Süleyman, elini cüzdanının bulunduğu cebe doğru götürürken usulca söylenir:
"Ben demiştim, ben Ali Ağa değilim."
 
Onun mırıldandıklarını anlayamayan garson, “Beyefendi bir şey mi dediniz?’’, diye sorar. “Yok gurban yok, bir şey demedim’’, diye yanıtlayan Süleyman, hesabı ödeyip ayrılır oradan.
İşte o günden sonra, benim akraba Süleyman, Hıdırdamlılar’ın diline "Ali Ağa" olarak düşer ve bir daha da tanımlamadan kurtulamaz.
(Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. )