Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

“ MÜZAKERE” Mİ DEDİNİZ ?—ergin doğru

Türkiye, tuhaflıkları ile ünlü bir ülke. Her konuda çok böbürlenmesine rağmen, iş kendi gerçekliğine geldiğinde onu göremeyecek kadar körelir.

Suriye’de yaşananlara, “özgürlük” ibaresi ekleyenler, kendi coğrafyasında yaşayan Kürt’ün, Alevi’nin, Laz’ın, Gürcü’nün haklarını görmez, özgürlüğünü önemsemez. Dünyaya barış taşıma iddiasıyla, emperyal heveslerini örtmeye Neo Osmanlıcılık politikalarını gizlerken kendi ülkesinde yaşanan ölümlere kördür. Her gün yaşanan ölümler ile ülke adım adımı bölünmenin eşiğine gelmesine rağmen hala “et tırnak, din kardeşiyiz” retoriği ile sorun çözülecek sanıyorlar.

Ölümlerin artık günlük yaşamın parçası haline dönüştüğü bir ülke gerçekliğinde halkın, çektiği acının, zulmün gerçek sorumlularını anlamaya ve ona dönük tepki göstermesini bekledik yıllarca. Beklenilen yıllarda ise halkın barıştan yana tepkisinden çok, milliyetçi muhafazakâr cümle bataklığında debelenişine tanık olduk maalesef.

Bir yandan kutsal devlet, öte yandan kutsal din; aralarından kutsal olması gereken tek varlık olan “insan” ise ancak cenaze törenlerinde hatırlandı “şehitler ölmez “nidalarıyla. Ne kadar ölmez dense de gencecik fidanların tabutları taşındı omuzlarda, bir sonraki olma histerilerini göstererek.

Şimdi kör karanlık kuyularının dibine düşülmüş durumda. Son dönemlerde sıkça telaffuz etmeye başladığımız yeni bir kavramız var: “müzakere.” Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı verilen bedeller, ağırlaştıkça türeyen yeni taktiksel kavramları andırsa da kaybedilenleri anımsadıkça, değer vermek geliyor içimizden.

Müzakere etmek isteyen! başbakanın müzakereci konumuna uymayan yakışıksız, tepeden bakan klasik egemen beyaz Türk yaklaşımını bırakmaması ise müzakerenin ruhuna aykırı değil mi? Müzakere sorunun çözümünün eşitler arası tartışılması değil midir? Oysa başbakan baştan sınırları belirliyor, ne konuşulması gerektiğini söylüyor ve adeta gizli niyetini de deşifre ediyor.

Başbakanın müzakereden anladığı, Kürt sorununun çözümü, akan kanın durması değil, Kasımpaşalı edası ile “acıdık biraz, bir şeyler vereceğiz” yaklaşımıdır. İşte Kasımpaşalı başbakanın anlamadığı nokta tam da bu yaklaşım kısırlığıdır. Kürtler eski Kürtler değildir, eskilerin yaklaşımı ile ağzına bir parmak bal sürüldüğünde ulusal çıkarlarını unutacak “çok yaşa devletlûm “diyecek Kürtler hiç değiller. O yüzden de mahalle siyasetini bırakıp müzakerenin muhatabı olan Demokratik Kürt Hareketi içerisinde fitne siyaseti yürütmek kazandırmayacaktır.

Kasımpaşalının hayal etmesi ve hayalleri eşliğinde zırvalamasıyla, ne BDP fonksiyonsuz kalacaktır, ne de Kürt önderliği ayrışacaktır. Bu fitneci kısır siyaset, ancak süreci uzatacak daha fazla kan, daha fazla ölüm olacaktır ve kimseye kazandırmayacaktır.

Başbakanın kasaba siyaseti yürüttüğü yerde elbette ana muhalefet olan Kılıçdaroğlu’ndan da fazla bir şey beklemek ham hayalcilik olacaktır. Pusulasının kaybetmiş denizci gibi esen rüzgârlara umut bağlayan ama hep yanılan Kılıçdaroğlu ve CHP kaybetmeye mahkûmdur. Rüzgârın esişiyle politika üreten kendi iç dengelerini rüzgârda ayakta tutma uğruna insanı, yaşamı ve özgürlüğü ıskalayan bir siyaset anlayışının başarılı olması beklenemez.

Müzakere, barış, toplum, siyaset, insan denince akla geldiği iddia edilen CHP tipi “sosyal demokrasi”, maskelenmiş faşizmin ötesine geçemiyor. Başbakanın taktiksel müzakere söylemi dahi Kılıçdaroğlu’nun karnını ağrıtıyormuş ve sindirmesi mümkün değilmiş gibi görünüyor.

İşte böyle bir ülkenin sosyal demokratları, şimdilik söylem bazında kalsa da, taktiksel bir yaklaşım olarak gözükse de bu ülkenin geleceğine katkı sağlayabilecek olan müzakere ve “olası” bir barışı sindiremiyorlar. Oysa bu zat-ı muhteremler Silivri kapılarında bu ülkenin kan dolu geçmişinde söz sahibi olan balyozcu-Ergenekoncu paşaları cansiperane bir şekilde savunabiliyorlar.

İşte böyle, belki de bu ülkenin talihsizliğidir; insanlık değerlerinin en kutsalı sayılabilecek barış, özgürlük, demokrasi ve yine yeryüzünün en kutsal varlığı olan insanı, hiçleştiren siyasetçilere sahibiz. Bir yanda kabadayı edasıyla kasaba siyaseti yürüten gericiliğin temsilcisi, öte yanda ise yüzüne taktığı maske ile kendine yer açmaya çalışan; ama beceriksizliğin adı olan Kemalist statükoculuğun çırağı.

Bizler ise bu karanlıkların arasında aydınlık bir yol bulmaya, açmaya çalışıyoruz. Varsın Kasımpaşalı boş hayalleriyle yaşayadursun, varsın Kılıçdaroğlu insanlık için gereken barışı sindiremesin, bu ülkenin halkları elbet bir gün “şehitler ölmez retorikleri” yerine “yaşasın halkların özgür eşit birlikteliği” diyecektir.