Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

SEYÎD RIZA’NIN GÜLÜCÜĞÜ!

 

 Ahmet ÖNAL
 
          İhsan Sabri Çağlayangil, Seyid Rıza’nın idam anını şöyle anlatır:
 
“Seyid Rıza ile karşılaşınca durumu anladı.
'Asacaksınız' dedi ve bana döndü
'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' dedi.
Bakıştık.
İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum.
Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu.
İstemem” dedi..
Son sözünü sorduk,
'Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz' dedi.
Oğlunun asılacağını bilmiyordu (...) Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu.
Ama Seyid Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti:
'Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir,' dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu.
Bu yaşlı adam rap rap yürüdü!
Çingeneyi itti.
İpi boynuna geçirdi.
Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi!”
 
 
‘Kürtler; Seyid Rıza’nın bu tutumunda, kişiliğine dair ne mesajlar aldı?’ diye düşünerek, algıladıklarımı sizlerle paylaşmak istedim.
 
Seyid Rıza TC. devletinin nemene bir diktatör olduğunu yaşayarak algılamıştır. Zira daha evvel Abdullah Alpdoğan Paşa ( “Zo’ları –Ermenileri- bitirdik, sıra ‘Lo’larda diyen 1919-1922 Koçgiri ve 1922 İzmir yangını ile Ermeni ve Rum evlerini yakarak katliamları gerçekleştiren Sakallı Nurettin Paşa’nın akrabası ve damadıdır) ile yüz yüze geldiğinde, Abdullah Alpdoğan’ın; kendisini küçümseyerek, kişiliği ile oynamak ister bir eda ile  “Elimde Kurtulamayacaksınız! Bunu bilmiyor muydun?” diye hiddetlendiğinde;
Seyid Rıza; “ Senin yalanlarınla, dalaverelerinle baş edemedim bu bana dert oldu, ben de senin önünde diz çökmeyeceğim, bu da sana dert olsun! diyerek yanıtlar ve dediğini sonuna kadar sürdürür. Bu tutumu gerçekten de düşmanına dert olur. Bu tutum karşısında Abdullah Alpdoğan kükreyen bir aslan gibi davranmak isterken; 75 yaşlarındaki Kürt yaşlısının karşısında, cevabını almış, Aslanın kim olduğunu görmüş ve tarih karşısında adeta kediye dönmüştür. 
Seyid Rıza’nın bu tavrı ile sehpaya giderken ki tavrı arasında eksiksiz bir tutarlılığı, baş eğmezliği   resmettiği tartışma götürmezdir.
 
15 Kasım 1938 tarihinde bir cumartesi gecesi, alelacele hücresinden alındığında İhsan Sabri Çağlayangil (ki o zaman Malatya Emniyet Müdürüdür)’e “Asacaksınız!” dediğinde, yüzüne ‘siz de hukuk, adalet, insaf ve insanlık yoktur’ demek istemiştir.
“Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” diye sorarken, İhsan Sabri Çağlayangil ‘in sıradan bir memur olduğunu, hukuksuzluğu, gayri insanı davranışları çok iyi gördüğünü, ancak ekmeği ve kariyeri uğruna katil duruma düştüğünü de hatırlatmak istemiştir. 
Ankara’nın geçmişten beri jenosod politikalarına alışık bir tarihi misyonu taşıdığını, emrin de bir zat Ankara’dan ve Ankara’nın bir numarası, yani tek adamından Mustafa Kemal’den çıkmaksızın bu cinayeti, bu zulmü gerçekleştiremeyeceklerini okumaktadır.
Adeta; Mustafa Kemal’ın 1937’da Celal Bayar’a yine bir Karakol’un açılışında verdiği “Vurun, bitirin Dersimî’ dedi ve biz de vurduk!” talimatı ve jenosidinin ardında yaşattıkları Alevi / Kürt soykırımını Seyid Rıza’yı da asarak adeta bu katliamın ardında gerçekleştirecekleri cinayet ile de Mustafa Kemal’i Elazığ’da karşılamak istemişler ve ona bir prus zaferi komutanı olarak mutluluk içinde karşılamak, yaşatmak istemişlerdir.
 
Zaten İhsan Sabri Çağlayangil , Elazığ'da bekleyen 'beyaz donlu 6 bin Doğulu' (o zaman Alevi Kürtler’in giyiniş şekli beyaz iç kıraslar idi.), 16 Kasım'da Pertek-Hozat arasındaki Soyungeç (Singeç) Köprüsü'nü törenle açmaya gelecek Mustafa Kemal'den, Seyid Rıza'nın hayatını bağışlanmasını istemesin diye, her türlü hukuk ilkesini çiğneyerek, bir Pazar gecesi, araba farlarının ışığı altında davayı alelacele nasıl sonuçlandırdığını güzelce anlatır. Usule itiraz eden savcı izinli sayılarak göreve yardımcısı getirilmiş, okuma yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmişti. 75 yaşlarında olan Seyid Rıza, yaş haddinden idamdan kurtulmasın diye Seyid Rıza'nın oğlundan bile küçük birinin şahitliği ile yaş tespiti yapılmış, bölge komutanı Abdullah Alpdoğan Paşa, kararın yazılacağı boş kağıdı önceden imzalamış olduğundan bihaber olarak;
İhsan Sabri Çağlayangil’e; “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” diye sorarken, bu “dağlı” ama başşehir Ankara’nın kendilerine yapacaklarını önceden okumuş bir durumda olduğunu adeta beyan etmek istemiştir.
Ve yine “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” derken, yargısız infaza geldiğinin bilincinde olduğunu, adeta bu zavalı devlet polisi İhsan Sabri Çağlayangil ‘in yüzüne ‘yaptıklarınızı ve yapacaklarınızın bilincinde’ olduğunu ifade etmek ihtiyacını vurgulamıştır.
İhsan Sabri Çağlayangil; Seyid Rıza ile böylesine kendisini “Ankara’nın asacağına” emin ve bu infazı gerçekleştirmek için geldiğini bilen birinin, yalnız celadın zavalılığına değil, o acı gülümseme ile “Ankara’nın yaptıkları ile insanlıktan ne kadar uzak olduğunu’, adeta ‘beni asmakla ne kadar basit ve insanlıktan uzak olduklarının yargısı ile’ aşağılayıcı bir eda ile ‘yüzüne gülmüştür’, adeta celadının asaletsizliği ile alay etmiş, kararlılığını ve asaletini o anda bile karşısındaki neyarına göstermiştir.
Takındığı tavır ile polis memuru celadı İhsan Sabri Çağlayangil’e dahi insanlığın yükseldiği onurlu mertebeyi sergilemiş, insanlık karşısında basit olmanın da ötesinde, düşmanını kendisinden utanır duruma sokmuş, “saçlarını diken diken!” etmiştirtır. O günden sonra İhsan Sabri Çağlayangil’in insanlığın gülen yüzünü her gördüğünde Seyid Rızanın o gülücüğü ile kahr olup insanlıktan çıkarılışını anlamış olsa gerektir ki; anılarında Seyid Rıza’nın gülücüğü ile nasıl sarsıldığını anılarına aktarmıştır. 
TC. Seyid’lerin gülücüğünden öylesine sarsılmıştır ki, bir gün ve bir daha gülmemeleri için yalnız onların canlısından değil, cansız bedenlerinden dahi çekinir olmuşlardır. Bu yüzden mezarlarını insani usullere göre değil, gayri insani usullere göre beklide yedi arş yerin dibine ve kimselerin göremeyeceği ve o gülücükleri hissedemeyeceği kadar derin gömerek kurtulmak istemişlerdir.
Ama nafile!
Sonra; gülücükler içinde son nefesinde olduğunun bilincinde olan bu yaşlı abidenin; “Namaz kılacak mısın?” sorusunu tereddütsüz “İstemem!” demesinin hafızalara çarpmaması büyük bir yabancılaşmaya delalet olsa gerek.
Zira; ölüm karşısında yaşama arzusu ile zaman kazanmak için; namaz ile üç beş dakika oyalanayım, geç öleyim kurnazlığını düşünmemiştir. Sarih ve temiz duygularını haykırmıştır.
Seyid Rıza’nın namazı “istemem” demesi, şahadet kelimesini getirmemiş olması, Aleviliğine, İnancına olan sadakatindendir. O anda Müslümanlaşmadığını açığa vurmuştur.
“Evladı Kerbelayih” sözcüğü ,sadece bir etkilenmeden ibarettir. Zira Seyid Rıza’nın Arap olmadığı, soyağacınında Kerbela’da İslam hizipçileri arasındaki çekişmelerde öldürülen Hasan ve Hüseyin’in evladı olmadığı her akliselimin anlayacağı bir şeydir. Zira konuştukları jenerik dil, “Kirmancikî”dir ve Hint Avrupa dil gurubuna dahildir. Hasan ve Hüseyin’ın kullandığı dil ise Arapçadır ve Sami dili gurubuna dahildir. Bunu iddia etmek için bir tarafın nasıl eriyip bir başka dil gurubu içinde asimile olduklarını da ispat etmesi gerekir. Bu konu ile ilgili tartışmalar, farklı alanlarda sürdürüldüğü için burada detaylı girmemize gerek yoktur.
Son cümleleri ile;
'Evladı Kerbelayih. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir,' (“Kerbelanın evladı!. Hatasızım, ‘suçsuzum’. ‘Yapılanlar:’ Ayıptır. Zülümdür! Cinayettir!)cümlesini anadilliyle ifadelendirdiğini düşünmekteyim.
'Ewladı Kerbelayıyo. Bêhatayıyo. Eyîbo! Zulumo. Cinayeto!' demesi güçlü bir olasılıktır.
Şayet Türkçe söylemişse; celatları yargılamak ve tarih karşısındaki haklılığını yüzlerine haykırmak istemesindedir.
Kürtçe söylemesi ise; halkına bir kez daha hukuku ve oynadığı rolde pişmanlık göstermediğini tekrar ve tekrar haykırmaktır. Düşmanlarının zülüm ve cinayet işlemeye devam ettiklerini.. İnsanı ve ayıp olandan itina ettiklerini haykırmak istemiştir. Zulme ve cinayete karşı koymanın onurunu yaşadığını, Sehpaya yürüyüşündeki heybeti, Çingeneyi itmesi, katliamı ve infazını adeta protesto eder oluşu bile; ölüm anındaki militan Kürt olduğunu sergilemiş. Tarih karşısında neyarının onursuzluğunu ispat etmiştir.
Acaba bugün; Aleviliği “Türkçülük ve esas Müslümanlık”la özdeşleştirip, Atatürke tapanlar Seyid Rıza’nın yaptıklarına ve dediklerinden ne dersler çıkarır?
Atatürk’ün ruhunda Ali’yi bulanlar ve pir edip secde duranlar, Seyid Rza’ya ve onun düşmanına attığı gülücüğe bir deyişleri hiç mi yok!?
Seyid Rıza’nın; 38 Dersim jenosidi ve kendisinin katledilirkenki haline bile, apaçık gülücüklerle karşıladı “Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir,'   diyerek aşağıladıklarına; bugün kimilerinin Zalimlere tapmasına gülmek mi, ağlamak mı gerektiğine karar veremedim.
Bu da benim Seyid Rıza kadar güçlü olmamamdan kaynaklı olsa gerek, sanırım!
Şêx Seyid ve Seyid Rıza ometlerine, cemaatlerine, miletine, kırmancivê ye sevgi ve içten gülücüklerle karşıladılar. Düşmanlarına ise gülücükleri ile aşağıladılar, alay ettiler.   O gülücükleri, tutumları ve asaletleri isimlerini yaşattır oldu..
Onlar; her onurlu Kürt’ün yüreğinde ; seyidimiz, şêximiz, pirimiz, rayberimiz, ağamız ve mazlum için savaşan şehidimiz olmayı direnerek ve gülerek kanıtladılar.
İşte Şêx Seyid ve Seyid Riza’nın ardında Seyid Elçi, ve Seyid Kırmızıtoprak’ta düşmanlarına ve yaşama az gülmediler!
 
Darısı Seyid Rıza misalî düşmanına ve yaşama gülmeyi unutanların başına!