Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

'Ağlamak yok gülmek var'

Kürt mizahında ağlamak da gülmek kadar var. 'Nereye kadar' sorusunu sordukça hep birlikte, zamanla yetişebiliriz belki Ali Rıza Binboğa'nın 'Ağlamak Yok Gülmek Var' iyimserliğine?

BERRİN KARAKAŞ (Arşivi)

Umut vadeden genç çizer Rewhat Aslan’ın Esmer dergisindeki bir karikatüründe “Baba ben nasıl oldum?” diye soran çocuğa “Son süreçte oldun yavrum” cevabını veriyor babası. Kürtçe stand up yapan Murat Batgi’nin TRT Şeş’te yayınlanan sitcom dizisi “Ciran Ciran’ın (Komşu komşu) setinde, “Savaşma Konuş” sürecinde tanıştığım 11 yaşındaki Nudem, Kürtçe isminin Türkçe anlamını defterime “Yeni Zamanlar” yazarak anlatıyor. 

Nudem 11 yaşında. Dizinin en küçük oyuncusu. TRT Şeş’te dublaj da yapıyor. “Sen ne zaman öğrendin Kürtçe’yi” gibi eski zamanlarda kafama kafama yerleştirilmişler sebebiyle sorduğum manasız soruya “Annem babam bana Türkçeyi 4 yaşında öğretti” cevabını veriyor. Al sana mizah! Eski zamanlarda olanlar olmasaydı, Kürtlerin dilleri yasaklanmasaydı, köyleri boşaltılmasaydı, “Kart Kurt” sesleri duyulmasaydı bu soruyu sormayacaktım yeni zamanlarda Nudem’e. 

Rewhat Aslan’ın dediği gibi Kürtlerin yaptığı mizahın ana alteri, Kürtlerin Türklerle olan ilişkisi olmayacaktı. Kendilerini karşılaştırdıkları Amerika’daki Yahudilerin mizah gücüne, o zaman yetişebilecekti belki Kürt mizahçılar. Seinfieldları’nı, Woody Allen’larını çıkarabileceklerdi içlerinden. Şimdilik görünen köy “Benim derdim bana yeter bir dertte sen etme bülbül” sesinde. Ankara’da, İstanbul’da büyümüş Rewhat Aslan’la, Arapgir’de, Ahdamar’da yıkılmış bir kilisenin üzerine kurulmuş Cumhuriyet İlkokulu’nda okumuş çizer Halil İncesu’nun mizahı arasında farklar var elbet. 

Birisi “köylerin boşalmasını” orgazmla anlatırken, diğeri gövdelerindeki mermi deliklerinden birbirleriyle konuşan Türkler ve Kürtler çiziyor. Mizah, yasaklar arasında iyi bir silah. Silahlar sustuğunda gelişecek, rafineleşecek, zenginleşecek bir silah. Ve Muhsin Kızılkaya’nın tespitiyle, başlarına gelmiş korkunç hadiselere rağmen Kürtler, Ortadoğu’da gülmeyi becerebilen ender halklardan biri. Mizah, sözlü kültür gelenekleriyle hafızalarına depoladıklarının tezahürü. Br nevi sıkıştırılmış, saklanmış zip dosyası… Bu sıkıştırılmış dosyayı, elimizden geldiğince açmaya çalıştık. Nudem büyüdüğünde, her şey çok güzel olsun diye… 

Roberts Cafe yakışmaz Nabız verelim 
Esmer, Tewlo, Pine gibi dergilerde yazmış çizmiş, film dünyasından reklam dünyasına “Biz de varız” diyerek projeler üreten üçlü Ferzende Kaya, İmam Cici ve Rewhat Aslan’la buluşmaya Nabız Kafe aradım durdum Harbiye’de. Tarif edilen yerde Roberts Cafe var. Telefondaki gıcırtıdan, arka fondaki gürültüden, ve Kürt’e Nabız Kafe yakışacağına kodlanmış benden kaynaklı bu yanlış anlama, “Kürt Mizahı” araştırmalarım sırasında konuştuğum herkesin değişmesini istediği bir gerçek. 

Murat Batgi’nin deyişiyle; “Kürt eşit değildir şalvar”. Ferzende Kaya’nın serzenişiyle; “Kürt romanı, Kürt mizahı diye ayırmak değil işleri bize gereken. Önemli olan iyi roman, iyi mizah diye bakmak. Bu da iki tarafın da tabularını, korkularını, kutsalını bırakmasıyla mümkün” . “Çirkin ve komik İlyas Salman’dan Okan Bayülgen’in oynadğı Hemşo’ya “Türk Sinemasında Kürtler” kitabının yazarı Müslüm Yücel’den Muhsin Kızılkaya’ya konuştuğum her insan aynı klişeden rahatsız. 

Murat Batgi bu rahatsızlıktan dolayı Cihangir’de bir apartmana yerleştiriyor “Komşu Komşu’daki karakterleri. Kapıcısından İngiltere’den yeni dönmüş zenginine Kürt toplumunun homojen olmadığını anlatıyor. Apartmanın bir katında köyden gelen cevizleri evde kıran Kürt nine, bir katında Kraliçe Diana’nın fotoğrafını çerçeveletip vitrine koymuş uzak akraba, bir katında Diyarbakır’dan gelmiş asi genç yaşıyor.

Ey şanlı ordu, ey şanlı asker!
Özgür Gündem’de General Electric’i yazan, Kürtçe ve Türkçe mizah dergilerinde çizen, çizdikleri sebebiyle hakkında 200 dava açılan Halil İncesu’yla Beyoğlu’nun arka sokaklarında bir cafe bardayız. Duvara çekilmiş siyah perdenin arkasında amatör bir tiyatro grubu prova yapıyor; “Allahuekber Allahuekber, Ey şanlı ordu, Ey şanlı asker!!!” seslerinden birbirimizi duyamadığımız için dışarıda oturuyoruz. “Nedir yorumunuz bu fona?” diyorum. “Bizim hayatımız böyle geçtiği için… Çok da yorumlamak…” deyip susuyor.
 
İlkokulda arkasından “Kürt ne bilir bayramı hor hor içer ayranı” tekerlemeleri tutturulmuş çocuk Halil İncesuyu anlattığında, ben de susuyorum. “Son dönemde Allaha şükür yine de bir sürü şeyi konuşabiliyoruz” dese de, Kürtlüğe dair “tehlikeli” sayılabilir mevzuları anlatırken farkında olmadan kısık sesle konuşuyor. Keza sokakta Ahmet Kaya tişörtü giydi diye linç edilenler de var. İncesu’ya göre mizahın kendisinin gerçekte, sokakta yaşandığı bir yerde mizah yapmak güç.
 
“Erdoğan Kılıçdaroğlu’na bunun partisi bunun dedelerini kesti’ diyor. Kılıçdaroğlu’nun cevabı; Ben o zaman doğmamıştım oluyor” örneğiyle soruyor; “Bu mizah işte, üzerine ne yapacaksın?” Sohbetin sonlarına doğru masadan kalemi alıp defterime karikatür çiziyor. Bir Kürt bir de Türk, midelerinde açılan koca kurşun deliklerinden bakıyorlar birbirlerine karikatürde. “Bugün geldiğimiz nokta bu. Keşke bu delikler açılmadan konuşabilseydik. Mizah delikleri kapatır mı bilmiyorum. Bu delik hepimizin yüreğinde, vicdanında açılmış bir delik. Biz birbirimize o yaradan sonra bakmaya başladık.” diyor. Bir güzel tesadüf, karşı bardan Richard Ashcroft’ın sesi geliyor; “This is a Bitter Sweet Symphony’… 

Qalabalix yapmayın
“Kürt mizahı” dediğim her bilir kişi, Doğan Güzel adını verince, konuşmak şart oldu kendisiyle lakin ulaşmak da hayli zor oldu. Rewhat Aslan’ın şakasıyla Doğan Güzel oralarda dönerci oldu. Oralar İspanya. Mail adresini bulup soruları gönderdim ama internet erişimi kafe’lerden olduğundan, bayağı geç geldi cevaplar. Kürtçe Türkçe mizah dergilerinden tanıdığımız Doğan Güzel son üç yıldır Avrupa’da çıkan Özgür Politika’da çiziyor “Qırıx” (Kırık) isimli Kürt lümpen karakterinin maceralarını. Kırık, Yılmaz Erdoğan’ın Mükremin Abi’sinden de tanıdık. Erdoğan’ın Kırık’ı Mükremin İstanbul’dan, Doğan Güzel’in Kırık’ı Diyarbakır kahvelerinden bildiriyor. Mükremin İstanbul racon dilinde, Doğan Güzel’in Keko’su Diyarbakır Türkçesi ve Kürtçe karışımı bir dilde konuşuyor. 

Doğan Güzel İspanya’da bilgisayarsız takılırken, Yılmaz Erdoğan İstanbul’da bir başka yalnızlıkta takılıyor . Kimi senaryolarına emeği geçmiş Muhsin Kızılkaya’nın söylediği gibi “Yazı dünyasında yalnızlıklar yaşayan bir adamın içine kattığı yaratıcılıkla ifade buluyor mizahı. Hakkari’de yaşadıklarının üzerine koyduklarıyla rafine oluyor.” 90’larda tanışığımız Doğan Güzel’in Kırık’ının 2000’lerde ne yaptığına gelince; “Siyaset ve savaş içinde büyümüş bir kuşaktan artik o eski Qırıx tiplerin çıkabileceği şüpheli. Daha yumuşak bir şehir ikliminde oluşmuş bu tipler bugünkü Diyarbakır’da artık ya militanlaşacak, yada ajanlaşacak. Yoklardır yani. Benim Qırıx’taki tek değişim eski inkarcı apolitik baba tipinin 2000’lerden sonra siyasileşmesidir diyebilirim. Geçmişte 'Dewletin tanki topu var, bu işler boş' diyerek oğlundan 'gerçekçi' olmasını isteyen baba tipi şimdilerde 'Yapsa yapsa AKP yapar, siz kendinize rahat durun, qalabalix yapmayın' diyerek oğlunu yine 'gerçekçi' olmaya çağırıyor.“ 

Buralardan “Orası Öyküleri”
 
Tewlo ve Pine, 90’larda çıkmış, kendi dilinde mizah yapmaya çalışmış, ekonomik ve de siyasi sebeplerden çok fazla yaşayamamış Kürt mizah dergileri. Çıkmalarının sebebi de, Ender Özkahraman’dan Doğan Güzel’e, pek çok Kürt çizerin yaşadığı, mevcut mizah dergilerinde Kürt çizerlere uygulanan “Bir renk de bu olsun’ tavrı. 90’larda Leman dergisinde çizdiği “Orası Öyküleri’yle tanıdığımız Ender Özkahraman İmralı ve balıklar örneğiyle şöyle anlatıyor bu hali;
 
“Yakın zaman önce çıkan bir habere göre adanın etrafına balıkçı teknelerinin ve diğer deniz taşıtlarının sokulması yasak olduğu için çevredeki deniz yaşamında canlılık baş göstermiş. Nesli ve hayatı tehlikede olan birçok deniz canlısı gelip adanın çevresinde yaşamaya başlamış. İşte, bizim gibi aidiyetiyle ilgili derdi olan birçok yazarın ve çizerin de bu balıklardan pek bir farkı yok aslında” Son zamanlarda TRT Şeş gibi Türklerle Kürtlerin birlikte projeler yaptığı ortak alanlar oluşsa da, bu işler karşılık bulamayınca uzun ömürlü de olmuyor pek. Muhsin Kızılkaya’nın da altını çizdiği gibi, uzun ömürlü olması için bir pazar olması lazım. Kürtçe program yapanların da Seda Sayan’ın yarısı kadar para kazanıyor olması lazım ki, faaliyetlerini yaygınlaştırabilsinler. Yine de insanların karakolda başına bela olmuş dilin para kazandırması iyi bir gelişme. Hatta Kızılkaya’ya göre 29 sene önce kendi dilini unutmak için çaba gösterenler şimdi dövünüyor olabilirler. 

Eş başkan yenge başkan 
Türkçe Kürtçe karışık bir dille yaptığı stand up’ıyla Murat Batgi, kimilerine göre Kürtlerin Cem Yılmaz’ı. Kürtleri, 17. 18 yy’da köyden kente geçiş süreci yaşayan Fransızlara benzetiyor ve Fransızların en büyük komedyenleri Moliere’i o dönem çıkardıklarını hatırlatıyor. Çoğu zaman Kürtleri Kürtlere güldürüyor. “Yeniden yorumlama çağı” dediği çağda Kürtlerin tutucu taraflarını, çocuklarına davranışlarını, geleneklere sıkı sıkı bağlılıklarını eleştiriyor. 

Politikacısından Beyoğlu’nda gezinen gence her kesimden insan yer bulabiliyor Batgi’nin stand up’ında kendilerine. DTP ilk belediye başkanlığını aldığında mesela, iki konteynır koydu diye bunu halaylarla kutlayan Belediye Başkanı’nı anlatıyor. Başkanın derdini; “Kendini yönetmeye yabancılıkla ilgili. Tuhaf geliyor yetki sahibi, söz sahibi olmak ve o pozisyona gelince de her şeyi kutlama vesilesi haline getiriyor” diye anlatıyor. 

Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk eş başkanken gittikleri, Hakkari’deki bir lokantada gözlediklerini de, Beyoğlu’nda gördüklerini de sahneye taşıyor Batgi. Ahmet Türk’ten sipariş alan garsonun, sıra eş başkan Aysel Tuğluk’a gelince; “Yenge Başkan ne ister?” sorusu, Kürt halkının eş başkan algısını anlatıyor. Batgi’ye göre çok ağlamış bir halkın artık gülmeye de ihtiyacı var. 2006’da İHD’nin teklifiyle, işkence görmüş Kürter için hazırladığı oyunu örnek verip; “İşkence görmüş kişiyi gülümsetebiliyorsa mizahçı, o bile önemli bir adımdır” diyor. Ve Kürtçe gülmenin kimseye zarar vermeyeceğini gördüğünde dahi insanlar, çok şey değişecek. Hayat normalleşiyor çünkü…

“Vicdan da bunu söyler bize”
Sinemayı Yılmaz Güney’den Türkçe izleyen, türküleri İbrahim Tatlıses’ten Türkçe dinleyen, romanı Yaşar Kemal’den Türkçe okuyan Kürtlere, Esmer dergisi olarak “Kürtürk” adını verdiklerini söylemişti Ferzende Kaya. “Dili eskiden yaşlılar gençlere öğretirlerdi, artık gençler şehirlerdeki Kürtçeyi yaşlılara öğretecek” diyordu Murat Batgi. “Kürt mizahının etkisini güçlendirebilmek için yazılı kültürle buluşması gerek” diyor Muhsin Kızılkaya. “Kürt halkının belleği” dediği Dengbejlerden, Şemo’lardan gelen sözlü kültür yazıyla buluştuğunda, mizahın da alanını genişleteceğini düşünüyor. 

“Mizah bütün yasak dediğimiz çerçeveyi yırtan tek araçtır. Bir siyasi politik mesele, mizahın konusu olmaya başladığı andan itibaren korkunçluğunu yitirir” deyince, “Kürtlerin tabuları nelerdir? Mesela Abdullah Öcalan’a gülünebilir mi?” diye soruyorum. “Kürt mizahı henüz o noktada değil. Henüz bu düzeyde bir hoşgörü gelişmiş değil. Kürt mizahı kamusal alana çıktığı andan itibaren insanlar kendilerini sınırlıyorlar. Abdullah Öcalan için de aynı şey. Buna kimse cesaret edemez, çekinirler. “ diyor. Bu soruyu konuştuğum diğer insanlara da soruyorum, ortak kanı, çeşitli sebeplerle erken olduğu bir şeylere. Toplum geliştikçe, dertler çözüldükçe, hoşgörü arttıkça ama, mizahın da alanı genişleyecek. Ancak aradan zaman geçince gülünecek bazı şeylere. Muhsin Kızılkaya’nın verdiği Diyarbakır Cezaevinde işkence görenlerin 30 -40 yıl sonra başlarına gelenlere gülebildikleri gibi. Çizgi romanlar ve mizah konusunda araştırmalar yapan, akademisyen Levent Cantek’in de belirttiği gibi “Yas varken bazen nafiledir çabamız. Ama birlikte gülmek bizi yakınlaştırır. Daha çok konuşmamız gerek, arada bir “yapma gözünü seveyim” deyip öfkeleri yatıştırıp sarıp sarmalamalıyız birbirimizi. Dinden önce vicdan vardı, vicdan da bunu söyler bize…”

“Kara fıkralar”
30 yıldır Yaba edebiyat dergisini çıkaran, 1995’te Musa Anter’le yaptığı söyleşi sebebiyle Ulucanlar cezaevine gönderilen Aydın Doğan’ın koğuşta ve küçüklüğünde Elazığ’da dinlediği fıkralardan derlediği kitap “Kara Fıkralar” gerillalardan Kenan Evren’e “kara mizah” örnekleriyle dolu. Erzurum Hastanesi’nde gözlerini açan tank ateşiyle yaralanmış gerillayı “Anarşist Uyandı!” anonsuyla doktora bildiren hemşireden, idama mahkum edilmiş bir Kürt’ün üzüntüyle kalemini kıran hakimle muhabbetine, otobüs çevirmesinde isot’unun peşine düşmüş Kürt nineden, askerde Kürtçe’yi unutmuş Türkçe konuşmaya meyilli Kürt askere, senelerdir anlatılan fıkralar var kitapta. Fıkraların yanı sıra politikacılardan inciler de. Finali Tansu Çiller’le, 37 insanın yakıldığı Madımak olayından sonra söyledikleriyle yaparsak; “Güvenlik görevlilerimiz duruma hakimdir, dışarıdakilere bir şey olmamıştır.”

Radikal