Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

KUŞAK ÇOCUĞU OLMA- Hasan Aslan

Şimdi elli yaşındayım, hala çocukluğumla beraber sular altında kalan köyümü rüyamda görüyorum

KUŞAK ÇOCUĞU OLMAK, HAYATIN DIŞINDA KALMAMAK İÇİN YAŞAMAK

 

                Bu defa  çocukluğuma ve gençliğime  ait kesitleri  sizlerle paylaşmak istiyorum, çocukluğum da nasıl biriydim, gençliğim de nasıl, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Öyle övünmek için değil, yok efendim, zıpkın gibi deli kanlıydım gibi laflarla değil, okula giderken silgisi olmamışsa olmamış, yani biz bize sohbet.

 

                Benim çocukluğum 68 kuşağının dönemine denk düşer, ben altmış doğumluyum. Yani Mahirler, Denizler ve İbrahimler döneminde onbir, oniki yaşındayım ve Çemişgezeğin Akcapınar Nahiyesine ilk okula geliyorum. Ben nahiyeye kırk, kırkbeş dakika uzaklıkta bulunan Paşa Mezrası köyünde ikamet etmekteyim. Yani her gün bu yolu gidip gelenlerden biride benim, ama benim gidişim biraz değişik diğerlerinden. Üçüncü sınıfa gittigim yıl annem köyün sığırını otlatmayı almıştı, yani o yıl köyün çobanlığını yapıyorduk. Ancak işin tuhaf tarafı da iki abim almancıydı. O yıl, her sabah kalkıp sığırları saat onbire kadar otlatıyorum ve ablam Hediye, çoğu zaman gecikerek saat onbir civarı gelir ve geç geldiginde tabi  ben, tabana kuvvet diyerek okula koşarak yetişmeye çalışırım.  Ablama sorduğumda abla "neden geciktin bak ben şimdi nasıl yetişeceğim" tabi ablam ben onu dövmeyeyim diye yalan söylerdi, ben küçüktüm ama ablama gücüm yetiyordu. Ablam fukara ev işlerini yapmak için geciktiğiğni söylemiyordu. Bana öyle güzel yalanlar söylüyordu ki; "Gardaş bugün köyde öyle bir kavga oldu ki sorma, İmam yine kudurmuştu" gibi laflarla beni kandırırdı. Tabi ben saf değildim, bir öyle, iki öyle: bir günün akşamı büyük ablam Gülcan'a sordum abla bugün İmam kimle dövüştü? Ablam Gülcan "Gadan alam bugün kimse dövüşmedi" dedi, tabi ben hiç ses etmedim. Sabah ben sığırı alıp gittim, ablam yine gecikmeli geldi ve bana yine aynı yalanı söyleyecekti ki ben, abla yalan söyleme dünde kimse dövüşmemişti, Gülcan ablaya sordum dedim. Tabi çocuklukya ablamı dövdüm. Ablam beni günlerce kandırdı, bende saf, saf inandım, ama ablam sadece evde biraz daha fazla kalıp eve biraz daha iş yapsın diye bana yalan söylüyordu.

 

                Yılı 1971 diye hatırlıyorum, büyüklerimiz kendi aralarında konuşuyorlardı; Denizlerin İbrahimlerin Alevi olduklarını, yakın köylere geldiklerini ırgat gibi çalıştıklarını anlatıyorlardı. O dönem arananların fotografları askeriye tarafında köylere dağıtılıyordu. Hiç unutmadım ve galiba unutamayacağım, Sanayi diye bir öğretmenimiz vardı; Sanayi Ögretmen yakalanan yada vurulan devrimcilerin resimlerini sıgarasıyla yakıp bu da gitti diyerek seviniyordu. Okulumuzun bulunduğu nahiye Akcapınar, eski adı Vaskuvan, burası yarısı Alevi yarısı Sunniy'di. Okul çıkışı kavga bol oluyordu, öğretmenlerimiz de suni oldukları için abimiz sayılan beşinci sınıftakilerini çok dövüyorlardı. Dördüncü sınıfın onbeş tatilinde göçmek zorunda kaldık. Çocukluğumu yaşadığım o köyü artik göremeyecektim  cocukluğum suyun altında boğulacaktı ve de öyle oldu boğulduda. Keban barajının önü tutulmuş ve su köyleri yutmaya başlamıştı. Kendi elleriyle yaptıkları yada babasında kalan o evlerini kendi elleriyle yıkmaya başlamışlardı. Kendi evlerini yıkacak güçde olmayan yaşlılara komşuları yardım ellerini uzatıyordu. İyi hatırlıyorum, baba tarafında akrabaklarımız olan Gıççikler bir an önce bize ev satın almak için çabalıyorlardı, abilerime yardımcı olmak istiyorlardı. Keban Barajı yutuyordu, bağlar, bahceler ve kimsesi olmayanlar evlerini yıkamamışsa baraj yutmakta gecikmiyordu.  

 

 

 

                Suyu gözesin de içtigim, devrimciligin ilk çeşmesiydi.                                                                                Biz de o kovalamada kaçarken kendimizi Elazığ'ın, merkez köylerinden olan eski adi Çorçuk şimdiki adı Harman Tepe'de bulduk. Ben dördüncü sınıfın ikinci devresini bu köyde devam edecektim. Beşinci sınıfta yeni bir öğretmen atanmıştı, İsmi Zülfiye K.'ydü, kendisi Adınlıkcıydı tabi o zaman bana göre iyi bir devrimciydi. Ben ilk devrimci anlayışı aldığım insanlardan biriydi. Artık yavaş yavaş siyasi konuşmarın misafirleriydik, yeni köyümüz Alevi-Suni karışıktı ve köyümüzde ki ülküçüler kendilerini saklamıyorlardı. Ögretmenimiz bunların tehlikeli olduğunu ve onlardan korunmmak gerektiğinini anlatıyordu. Öğretmenimizi cumartesi öğlen okul tatil olunca üç km'lik yaya yoluna bazen iki bazen üç arkadaş eşlik ederdik. Hep kendimizi korumak zorunda kalmışız, 2010 yılına gelmişiz ve tarihin bize bıraktığı değişmeyen tek miras kendimizi korumak. Bazen kimligimizi saklayarak korunmuşuz bazen orucumuzu tutmayarak yada orucumuzu gizli tutarak korunmuşuz, yaşamak için. Adetlerimiz birçok yerde kullanılmaya kullanılmaya değişime uğramış, bazı yörelerdeyse unutulmuş. Mahkeme kapısı görmeyen Alevi köylerimiz karakollardan çıkmaz olmuş. dedelerimiz bile talıplarını devlete şikayete gidecek kadar bozulma yaşadık.

 

                Yıllar o zaman şimdiki gibi çabuk geçmiyordu, büyümek istiyoruz, dünyayı değiştirecek kavgada yer almak istiyoruz. Orta okul yılarıydı, 1974-75 olmalı, "Aydınlık Gazetesi devrimcilerin ismini devlete veriyor" diye, Aydınlık dışında tüm örgütler bir araya geldi ve mahallemizdeki(Feyzi Çakmak Mah.) Aydınlık taraftarlarının mahalleyı terk etmeleri istendi. Bana, " Suyu gözesin de içtigim, devrimciligin ilk çeşmesiydi" dedigim insan da bunların içindeydi. Kimin ne zaman ne olacağı belli olmuyor, bugün de hala öyle, kiminle yürüdüğün, kim kimle yürüyor, yani at iziyle it izinin karıştığı bir dönemdeyiz. Kürt Ulusal Hareketi zayıflatmak için Zazacılık, Sosyalistleri bölmek için Alevilik, Alevileri bölmek için islamiyetin içi dışı tartışması yani yine Osmanlı oyunları sahnede. O yıllarda kaybeden biz olmuştuk, ama hala ders çıkarmamış görünüyoruz. O dönemden bu döneme bir kıyaslama yapıldığında sadece ve sadece Kürt Ulusal Hareketi belirli bir yol kat etmiştir, tabi hala Türkiyede nelerin olacağı belli olmamakla beraber.

 

                11 Aralık 2010 tarihli Hürriyet Gazetesinde  Yalçın Doğan ara başlıkta şöyle diyor"Artık Kürdistan" "Bununla birlikte proje tamam.Vali ve kaymakamları halkın seçmesinden kendini korumaya kadar paralel devletin unsurları kağıda dökülüyor. Bayraklarıda olduğuna göre, sadece para basmak yok. Bu artık Kürt sorunu olmaktan çıkıyor, bu artık Kürdistan yolculuğu..." vb. devam ediyor. Yani o dönem Kürt kelimesi yüzünde binlerce genç canında oldu, ama şimdi mahkemelerde artık Kürtce tercuman kabul edileblir bir durum yaratılmışsa bunu görmek gerekir, bu kazanımdır bu kazanımlar kanla kazanılmıştır kıymetini bilmek gerekir. Bugünlerde haberlere bakıldığında öğrenci gençlikte bir kıpırdama var, bu kıpırdamada avrupadaki öğrenci hareketlerininde payı var diye düşünüyorum.Hatırlanacağı gibi 68 kuşağı bir dünya hareketi olmuştu belki bu durum da o esintiyi yaratır. 

 

 

                Yirmi iki yıldır Viyana'da yaşıyorum ama rüyalarım hala Viyanalı olamadılar. Lise yıllarım devrimci atmosferin yükseldigi ve cuntanın geldiği yıllardır. Ben 1979-80 mezunuyum. Bu kısa cümle normalinde Elazığlı olan biri için yeterli ya da Elazığı tanıyan biri için diyeyim. Bir koşturmayla okul bitti denebilir. Okul bitmeden aranmaya başlandım, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisini kazandım ancak gidemedim, çünkü cuntanın birinci yıldönümünde yakalandım ve yaklaşık iki yıl hapis yattım ve iki yıl sonra berat ederek çıktım. 6 Kasım 1987 yılından beri Viyana'da yaşıyorum. Bu kadar yaşanmışlıktan sonra beni sadece rüyalarım yanlız bırakmadı. Ama sevgili eşim Kıymet rüyalarıma kızar olmuştu.

      Hasan ASLAN                                                                                             Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.