Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Liberalizm Avrupa'da can çekişiyor

David Harvey, Avrupa'dan Amerika'ya gittiğinde gördüklerine inanamaz. Hani şu ikinci dünya savaşından sonra süper güç konumuna yükselen ABD'nin gelişmiş bölgelerine karşılık geri kalmış yörelerinin icler acısı durumunu görünce hayretler içinde kalır. Soğuk savaşın iki kutuplu dünyasında süper ünvanlı bu ülkenin bazı bölgelerindeki geri kalmışlık seviyesi hadsiz hesapsızdı.

Ama Marx'da bu saptamanın yeri yoktu. Daha çok işletme bazlı, emek sermaye çelişkisine dayalı işleyişi ele almıştı. Harvey bunu fark ettiğinde coğrafyaya yöneldi. Sermaye hareketlerinin coğrafyayı biçimlendirme düzeyine ilişkin çok ilginç tespitlerde bulundu. Özellikle sermayenin harektliliği gittiği yerlerin dengelerini altüst edişini, büyük sıçramalara yol açışını, buna karşılık bir coğrafyadan çekildiği anda herşeyi heder ettiğini çok net olarak saptadı.

Aslında Lenin'de mekansal eşitsizlik süreçlerine dikkat çekmişti. Yine Gramsci'nin İtalya'nın kuzeyi ve güneyini karşılaştıran çalışmaları literatürde önemli yer alır. Bu anlamda yazın çok geniş bunlara kısmen "Mekansal Yapıda eşitsiz gelişim: Türkiye Örneği" adlı master tezimde değinmiş. Kürdistan-Türkiye ilişkisini bu eksende analiz ederek değinmiştim.

Lokal ve global anlamda kendini iyice hissetiren bu süreç liberal kesiminde dikkatini çekti. Fakat liberal teorinin söylemi bambaşkaydı. İster ülke ölçeğinde ister global eksende sermayenin önü açıldığı oranda kalkınma, gelişme olacak, bölgesel/mekansal eşitsizlikler aşılacak iddiasındaydı. İşte bunun için hükümetlerin kalkınmaya dönük sübvansiyonları kaldırılmalı, kamu işletmeleri özel kesime aktarılmalı, gümrük engelleri kaldırılmalı vs. Deniyordu. Öyle de oldu.

Fakat gelişmişlik farkı yeryüzünde giderek derinleşti. Yani gerçekte, tarihsel realite sol eksenli yaklaşımı, bu yazının konusu ve meşhur "New Imperialism" yazarı Harveyi haklı çıkardı. Hatta liberal ülkeler bile pratikte kabul ettiler. ABD'nin kalkınma amaçlı Tenesse Vadisi yatırımları, Mısır'ın Assuan yatırımları, Almanya'nın doğusuna yönelik yatırımlarda teşvik politikaları, Türkiye'nin Gap'ı, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin bankalar eliyle sadece belli sektörlerde yoğunlaşmaları hiçte liberal/teorik söylemlerine denk düşmüyor.

Zaten IMF ve Dünya Bankasının ortaya çıkma esprisi de bu müdahaleci, yönlendirici anlayışın ürünüdür. Yine Almanya'dan Türkiye ve Iran'a değin uzanan Marshall yardımları böylesi süreçlerin ürünüdür.

Tam'da bu noktada Obama'nın söylemiyle Mısır, Tunus hatta diğer Arap ülkelerine Marshall yardımları gündemde, ki bunu ilk dillendiren de Bush hükümeti dişişleri bakanı Condoleeza Rice'dır.  Aslında bu liberalizme, sermaye'nin serbest dolaşımına müdahaledir. Daha da önemlisi halkların kendi ihtiyaçları ekseninde yapılanmasına darbedir. Çünkü daha ziyade kendi sistemlerine entegre etme kaygısıyla hareket etmektedirler.

Ortadoğu'ya terörle mücadale adıyla şiddet ve iradeyi kırma, demokrasi söylemiyle de biçimlendirme eğilimi mevcut iken, batı dünyasında güvenlik gerekçesiyle hakların gaspı, refah devletinin istikrarı söylemiyle de bireyden topluma elde edilen zenginliğin gaspına yönelindi. Özellikle kriz döneminde üretilen reçetelerin tümü ister ABD'de olsun ister Avrupa'da olsun, bankaları kurtarmaya yönelikti.

Ayrıca IMF, Avrupa Merkez Bankası veya AB eliyle Yunanistan, İspanya, Portekiz, Irlanda'ya yönelik müdahaleler de bundan başka bir anlam taşımıyor. Üstelik teoride iddia edildiği gibi bankalara aktarılan paralar bir türlü üretim alanında vücut bulmuyor ve ücretliye, alt gelir guruplarına yansımıyor.

Bu yaşananlar yeni çatışmaların habercisi. Avrupa'da halkların yeniden uyanışından bahsetmek mümkün. Yunanistan, İspanya ve Almanya gibi birçok ülkede artık mevcut hükümetler, siyasal partiler ve devlet işleyiş sistemleri sorgulanır halde. İster çevre, ister alternatif enerji eksenli, ister savaş karşıtlığı ve isterse ekonomik kriz kaynaklı olsun toplumda hareketlilik hergeçen gün daha nitelikli bir biçimde göze çarpıyor.

Hele hele Ortadoğu'daki halk hareketlerinin Avrupa'da yarattığı domino etkisi fırtına öncesi sessizliğin kıvılcımlarının harlanmasına yol açıyor. Bir ara halk ayaklanmaları, söylemleri pek para etmiyordu. Ama yeniden keşf edildi.

 Artık batıda ekonomik eksenli başlayan krizin siyasal alanda kendini göstermesinden söz edebiliriz. Fransa'daki siyasal mücadelelerin bir ayağının Libya'ya bir ayağının IMF'nin eski başkanı Strauss Kahn'a uzayan yanı, ya da Almanya liberallerin, muhafazakarların ve klasik sosyal demokratların büyük düşüşü, Yunanistan'da  Papandreou hükümetinin çaresizliği üzerinde durulmayı gerektiren önemli noktalardır.

Almanya'da çok zayıf programları olmasına rağmen yeşillerin birkaç noktada tutarlı davranmalarının yarattığı yükseliş etkisini, aslında Kürt hareketide yakalayabilir. Gerilla yaşamı, belediyeler, sivil toplum örgütleri, medya kurumları aslında hepsi birer iktisadi icra merkezi. Bunların daha tutarlı bir biçimde analiz edilmeleri, yeni bir model yaratabilir. Bu nokta da mütevazi bir çağrı yapma gereği duyuyorum.