Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Kent Savaşlarının Öteki Yüzü -Ehmed Pelda

Kürt kentlerinde yaşanan olayların politik anlamda birçok değerlendirmesi yapıldı. Ama gelin biz biraz görüntü ve mekansal yapı çözümü yapalım.

Çatışma görüntülerine göre gecekondulardan büyük devasa binalara uzanan yapılar mevcut.

Kepenk kapatmaların göstergelerine göre küçük bakallardan BİM gibi devasa marketlere uzanan zincirler söz konusu.
Eski yeni birçok bireysel ve toplu taşım aracının yanı sıra polise ait çeşitli zırhlılar ve ilk defa politik sahnede boy gösteren belediye iş makınaları var.
Aktörlere gelince bir taraftan zırh giymiş, biber gazı, silah, su ve bomba kullanan sivil ve resmi polisler, yeryer askerler, bir taraftan molotof ve havai fişek kullanan poşulu gençler; ya da çadırlarda, meydanlarda her yaştan kadınlar ve çocuklar; yine cumada saf tutan ruspilerden gençlere ve kadınlara değin insan seli.
Şimdi soralım.
Bu binaların üzerinde kurulduğu arazi, binaların yapımında kullanılan malzeme, çalışan işçiye kadar bir kaynak gerekiyor ve bölgenin bu anlamda ekonomik kaynağı nereye dayanıyor? Saldıran polislerin, okul boykotları dolasıyla evlerinde kalan öğretmenlerin, bürokratların, memurların, mülki amirlerin kaldıkları evler nasıl, hangi karar birimi tarafından inşa edildi? Hangi kaynaklardan finanse ediliyor?

Direniş cephesinde, yani yürüyüşte, namazda, polise karşı mücadele edenlerin kaldıkları evler, gelir kaynakları, işleri, meslekleri ne?

Mesela boykot nedeniyle bakallar, marketler, kahveler, okullar, üniversiteler kapanıyor. Devlet daireleri boykot edilebiliyor. Hatta belediye çalışanları rutinin dışına çıkıp tepkilerini dile getirecekleri mekanlarda yer alıyorlar. Ama yaygın bir biçimde fabrikaların kapatıldığından, işçilerin sokağa döküldüğünden, sendikaların yaşamı felç edercesine çalışmayı durdurduğundan bahsedilmez.

Neden?

Paradoksun bir tarafından çok açık görülüyor. Sanayi yok. Sadece hizmet odaklı ya da basit ihtiyaçları karşılayacak tüketim mallarına yönelik küçük veya orta ölçekli işletmeler mevcut. Yanıltmasın, sanayi endüstri, kalkınma süreçlerine hizmet edecek özellikte değil bu yatırımlar. İthalat, ihracat, finans sektörüde hakim değil bu kent yapılarına. Peki nasıl ayakta duruyor bunca nüfus. Diyarbakır, Batman, Van, Hakkari, Urfa, Malatya, Kars, Erzurum, Ağrı, Muş, Mardin, Dersim ve daha nice kent ve kasaba.

Paradoksun öteki yüzünde cevap gizli olsa gerek. Polisin kendisi, kurşunu, zırhlısı, kaldığı ev, aldığı maaş. Aynı şekilde, mülkü amirler, bürokratlar, okullarda, üniversitelerde, camilerde, diyanette görev yapanlar ya da buralarda okumak için gelen öğrenciler bu kentlerin ciddi gelir kaynağı. Nerdeyse milyonu bulan bir potansiyel. Devletin dışarıdan buraya atadığı görevliler. Ücretlerinin büyük bölümünü yine tasarruf edip memleketlerini gönderirken, küçük bir kısmıyla da bu kentlerin ekonomisini ayakta tutuyorlar.

Peki bu bir lütuf mu?

Ya da şöyle diyebilir miyiz. Hem güvenliğimizi sağlıyorlar, hem bize eğitim veriyorlar, hem de bizi besliyorlar. Peki biz de nankör müyüz? Türkiye merkezli bakış açısı bu maalesef.

İşte bizim özerklik cevabımız da tam burada anlam kazanıyor.

Bu lütfunuza ihtiyacımız yok. Sözkonusu hizmetleri biz kendimiz organize edebiliriz. Kendi dilimizde, kendi toplumsal araçlarımız ve değerlerimizle katılımı sağlayabiliriz. Kendi kaynaklarımızı kendimiz yaratabiliriz. Örneğin devasa kentlerimizin temel kaynağının sanayiye dayanması için gerekli girişim, organizasyon, yerel ve uluslararası ilişkileri biz ayarlayabiliriz. Üniversitelerimizi daha kalifiye eğitimle donatmak için yabancı üniversitelerle ortaklık kurabiliriz. Andımız, Atatürk ilkeleri yerine çocuklarımıza anadilimiz yanı sıra türkçe, ingilizce, arapça, farsçayı öğreterek yerel ve global anlamda daha kaliteli insan yetiştirebiliriz.

Demokrasi ve hak arayışında molotof yerine ekonomiden gelen gücümüzü kullanarak anti demokratik tüm yönelimlere karşı daha farklı tepkiler verebiliriz.

Velhasıl kelamı demokratik özerklik talebi Türk devlet merkezli tüm kurum, birim ve aktörlerin toptan reddiyken kendi varoluşumuzun haykırışıdır.