Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Devrim Değil, Integrasyon

 "Globalizm sürecinde Ortadoğu'da (İslam dünyasında) dönüşüm ve integrasyon" başlığıyla doktora çalışmam için proje sunmuştum. Daha birkaç yıl önce öngörmeye çalıştığım konular bugün hızla vücut buluyor. Uzun bir özeti, Kürtçe Zend dergisinde yayınlanmıştı.

Gerek yaptığım okumalar gerekse gözlemlerim ve tecrübelerim ışığında bazı öngörülerde bulunmuştum. Bunları Tunus, Mısır ve İslam dünyasındaki olası gelişmelere ilişkin sizlerle paylaşmak istiyorum.

Üretime dayalı bir kazanç yok. Örneğin, tarım, sanayi, hizmetler gibi istihdam yaratacak sektörler oldukça zayıf. Yine üretime dayalı yabancı sermaye yatırımları da cılız ve ilgili ülkeler buna henüz yatkın değiller. Bundan dolayı mevcut yönetimler Batılıların da eleştiri konusu olmakta. Global aktörlere göre demokrasi, liberalizm, yabancı sermaye ve finans yatırımlarının önünün açılması şart. Çünkü buradaki genç ve dinamik nüfus yapısı hem üretim, hem de tüketim için büyük bir potansiyele sahip. Bunun yeterince değerlendirilmesi gerekir. Hatta hatta uzun vadede Avrupa ile aynı paralelde, aşırılıklarını aşmış bir arap dünyasının gelişmesiyle Çin, Hind yükselişi sınırlandırılabilir. Afrika'ya, Akdenize, Af-Pak'a değin hakim bir batı bu ittifak sayesinde hem enerji, hem genç insan kaynağını ihtiyaçları ölçüsünde kontrol edebilir hem de kurumsal bir gücü sürdürebilir. Sarkozy'nin Akdeniz birliğinden bahsetmesi, AB'de Türkiye, Fas, Tunus gibi ülkelere ayrıcalıklı pozisyonlar sağlanması bu niyetin dışavurumudur. Akdeniz dünyasının liberal dünya ekonomisine integrasyon arayışıdır.

Yani Batı dünyasının hem demokrasi adına, hem ekonomik çıkarlar adına hem de stratejik hedefler bağlamında bu süreci desteklemesi kaçınılmazdır. Önceden ve yakın dönemde el altından da olsa bu sürecin hazırlandığı bizzat görülmektedir.

Sürecin öznesi Arap dünyasındaki idari ve siyasi yapı bambaşka bir özelliktedir. Rant geliri esastır.

Petrol ve enerji elitlerin elindedir. En büyük rant kaynağı. Topluma pek bir yansıması sözkonusu değil.

Din, tarikat ve cemaat olgusu inanç ihtiyacından ziyade çıkarlara dayalı örgütlenmiştir. Zekat, bağış, sadaka ve yardımlar yoluyla finansal gelir, yatırımlar eliyle ekonomik güç, yönlendirilen kitleler eliyle politik hakimiyet, eğitim yoluyla kadrosal süreklilik, silahlı örgütleri eliyle zor aygıtına sahipler. Türkiye'deki fetullahçılardan, Lübnan'daki Hizbullah, Irak'taki şii guruplar, Mısır'daki Müslüman Kardeşler, Filistin'deki Hamas hatta Ahmediye tarikatı bunun bariz örnekleridir.

Melikler, Prensler, aşiretler varlıklarını bilinçli ve örgütlü olarak sürdürmektedirler. Bundan dolayı Arap coğrafyası birleşememekte. Her aşiret veya prenslik bir devlet olma eğiliminde. Bu uluslaşmanın gecikmesi meselesi değil. Aksine güç mücadelesinin başka bir biçimde sürdürülmesidir. Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Suriye, Saddam dönemi Irak gibi çoğu ülkede devlet yönetimine, bürokrasiye ve enerji kaynaklarına hakimler.

Bu rant kesimleri, belli bir grubun refahını sağlayarak toplumun tümü üzerinde tahakküm kurmaktadırlar.   

Bürokratik elitizm ve buna dayalı rant ise daha başka bir modeldir. Örneğin Türkiye'deki Kemalizm ve Türkçülük, Mısır, Irak ve Suriye'deki  Pan Arabizm olgusu daha çok askeri ve sivil bürokrasi eliyle örgütlenmiştir. Modernist, popilist, devletçi aygıtın öznesi bürokrasi ve askeriye yukarıda sayılan rantiyer guruplara karşı çatışma halindedirler. Bu ilerici olmalarından değil. Rant paylaşımında söz sahibi olma isteminden kaynaklanmaktadır. Nihayetinde kamu kuruluşlarına hakimler, devlet yürütmesinde ayrıcalıklıdırlar, vergi gelirlerinin yanı sıra kamulaştırma yoluyla bazı rant kaynaklarını ellerinde tutmaktadırlar. Meşruiyetlerini sağlamak için ırk, milliyet ve katı devlet vurgusu yapmakta, halkçılığı savunmakta ve kamu iktisadi işletmelerinin devlet elinde kalmasında ısrar etmektedirler.  

Dinsel bir yönetim olmakla birlikte İran'daki rejimi de bu kategori içinde tutmak mümkün. Çok uluslu olmasından dolayı dinsel vurgu rejim açısından daha tutarlı gibi görülmekle birlikte temel dustür benzerdir.

Şu an aslında mevcut isyanlar bunlara karşıdır. Ve bu geniş global ölçeklidir. Irak'a zor yoluyla müdahale, Türkiye'de ergenekon süreci, Suriye'de Esat yönetiminin izolasyonu önemli göstergelerdir. Suriye yönetiminin Hariri suikastının sorumlusu olmasının yanı sıra toplumsal huzursuzlukda dikkate alınırsa buradaki rejimin ömrü de çok uzun değil. Tunus, Mısır, Libya, Fas, Lübnan, Yemen yönetimlerinin düşmesi veya mevcut yapılarının yıkılması global trend aktörleri tarafından desteklenirken, petrol zengini körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan'ın korunması hedeflenmektedir.

Peki bu girdapta olanları nasıl tanımlayacağız. Ya da Milliyetçiler, aşiretler, tarikatlar, örgütler, şeyh ve mollalar, istihbarat birimleri, yabancı sermayenin yerel aktörleri, teknoloji ve toplum mühendisleri girdabında parçalara ayrılmış toplumun birlikte hareketi ve bu süreci kendi çıkarına dönüştürmesi, refahın paylaşımına ortak olması, mümkün mü?

Maalesef...

Islam dünyasında toplumun acısı derin. Ama toplum dinamik ve dirençli. Kim bir umut verirse oraya yöneliyor. Hem de can havliyle, El-Kaide bir umuttu. Miyadını doldurdu.

Peki şimdi sanal beyinler ve örgütler yani Facebook, Twitter ve benzerilerine kim hakim? Bilgileri ve örgütleri yönlendirenler kim? Neyi umuyorlar? Bir ekmek umuduyla bır ışık arayanların yolunu ne kadar aydınlatabilirler? Bu yaşananlar tekrar göstermektedir ki, dinamik bir potansiyel mevcut. Hak arayışına destek tam.  Ama nasıl olacak? Bu arayış hangi biçimiyle gerçek zemine oturur? Yeni bir siyasal ve felsefi perspektife veya doktrine ihtiyaç elzemdir.