Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Paylaşım hukuku (mu?) Ne yapmalı (mı?)

Bizler, modern zamanların karmaşasında kaybolmuş nesiller. Bütün dünyayı elimizdeki cep telefonunun sihiriyle körelmiş zihnimize atfettiklerimizden ibaret sayarız. Doğaya ferman okumuş, altını üstüne getirmiş, enerjisini tüketmiş, dağları aşan gökdelenleri dikmiş, sanal gücümüze sığınarak herşeye hükmedebileceğimizi düşünüyoruz.

Oysa dünyamızı atomlarla, otolarla, fabrikalarla, binalarla yaşanmaz kılmış, beri yandan ölü gezegenlerde hayat peşine düşmüşüz. Felsefenin, doğanın, hayatımızın en görülür varoluş nesneleri topraktan, çiçekten, sudan, havadan ve ateşten soyutlanmış yaptığımız kafeslere sığınmışız.

Tanrıyı tedavülden kaldırmış, kendi yıkıcılığımızın yaratıcılığına tapar olmuşuz.

Kağıttan uygarlığın her an yok olması, hatta kendi kendini yok etmesi riski çok yüksek. Herhangi bir gerekçeyle enerji akışının durması, tarladan markete, bakkala yiyecek akışının bir anda kesintiye uğraması, laboratuvarda üretilen bir virüsün yayılması ya da soluduğumuz havaya uygun olmayan bir gazın yayılması bir anda herşeyi ama herşeyi tamamen bitirebilir.

İlginçtir ama yaşama şansı olanlar bizim uygarlığımız tarafından “ilkeller” olarak kategorize edilenlerdir. Hatta hayvanların bile böylesi felaket anlarında insandan daha fazla yaşama şansı var. Çünkü doğayla ve kendi yaşam alanı içinde.

Ortadoğu ve Afrika’nın ekonomik kalkınması ve dönüşümü üzerine çalışırken, Dünya Bankası ve IMF’nin kuruluş amacı ve çalışma felsefesini yakından gördüm. Her ülke için reçete aynı. Hiçbirinin özgünlüğü dikkate alınmıyor. Amaç bireysel girişim, çalışma, para, kar, kazanç gibi bildiğimiz mekanizmaları yerleştirmek. Yardımları organize eden Dünya Bankasının yerel girişimini hükümetlere etki ederek ekonomi politikaya yön veren IMF tamamlıyor.

Yani hala modernizim, endüstriyel yaşam ve bireyci sistem hakim değil aslında. Yani hala insanlar ortak yaşama kültürüne sahip. Yardımlaşma, dayanışma, birlikte üretim ve yönlendirme gücüne sahipler. Ve bu insanların yaşadıkları mekanlarda kapitalizm yokken, açlıkda yoktu, işsizlikde. Kışın soğuktan donma, yazın sıcaktan kavrulma da. Kıtlık, sürgün, sefalet, hastalık özellikle yine insan didişmesi savaş zamanları dışında, hayata etki etmiyordu.

Ne yapmalı veya Nasıl yapmalı’nın reçetelerini arayıp üzerinde sloganik ve dogmatik politik programlar yaparak yaşamı, düşünsel süreci, hayatın dinamiklerini dondurmaya gerek yok.

Doğal yaşamın tarihi, doğanın öğretileri ve kaynakları daha farklı, daha etkili ve verimli kullanılabilir. Günümüz mantığıyla bir ev yapmak için tek şeye ihtiyacımız var. Nakit para. İster lotodan ister hazineden gelsin. İster çal, ister soy, ister fuhuş yap. Olması yeterli. Bunun içinde para kazanmak şart. Düz mantık ve tüketici için böyle. IMF ve Dünya bankasının, liberal devletin, üniversitedeki ekonomi öğretisinin felsefi temeli buraya dayanmakta.

Oysa bir evin yapımı için mimarın projesine, mühendisin uygulamasına, işçinin çalışmasına, arazi sahibinin arsasına, inşaat malzemesi sağlayan firmaların ürünlerine ve bunların hepsinin organizesini yapacak girişimciye ihtiyaç var. Bu aktörler bir masanın etrafında oturup anlaşırlarsa ve bunu bir akitle/sözleşmeyle güvence altına alırlarsa para olmadanda binayı fevkalade dikebilirler. Her bir birimin böyle çalıştığını düşünürsek bir anda para, paranın içinde barındırdığı güç, nominal değerler, yabancılaşma gibi birçok negatif etkiden sıyrılmak mümkün.

Elbette çok analitik konuların basit bir anlatımı şu an sözkonusu ve ama sakın imkansız sanmayın. Daha düne kadar köyde ailece el ele vererek, yetmediği zamanlarda da imece ile tarla ekimi, ev yapımı, hayvan bakımı, ürünlerinin stoklanması, ürün fazlasının kasaba ve kentlerde başka ürünler için satışının yada mübadelesinin arkasında birlikte üretim zihniyeti yokmuydu. Yeryüzünde hala birçok bölge var ve para yüzü görmemiş topluluklar mevcut, ki bundan 20-30 yıl önce Kürdistan’ın birçok kırsal bölgesinde de durum farklı değildi. Öküzün yerini traktörün alması sadece araçlarda niteliksel bir değişimdir. Bunun üretim ilişkileri ve hukukunu değiştirmesi şart değil.

Modern ilişkilerden başka örnek. Bir ailenin gençlerinin el ele verip birlikte inşatlarda, restoranlarda, fabrikalarda çalıştığını, para biriktirdiğini, işi öğrendiğini ve daha sonra kendilerinin ya satın aldıklarını ya da kurduklarını gördük. Bunlar arasında bireyselliğin, tahakkümün tuzağına düşmeyenler daha ileriye giderken, diğerleri tek tek yıkıldılar, işçi sınıfının saflarına çaresizce düştüler.

Küçük veya büyük aile işletmeleri ya da geniş kapsamlı farklı bileşkeye sahip firmalara bakın. Aslında hepsinde kollektif bir birlik sözkonusu.

Daha da ilginç olanı dinsel tarikatlar, politik partilerin davranışlarında da kollektif bir hareketin varlığı mevcut. Bir futbol takımını oluşturan oyuncuların maç anı da kollektiftir. Amaç birdir.

Peki neden sorun? Nerden kaynaklanıyor?

“Paylaşım hukuku.”

Pre-modern, modern ve Post-modern zamanların temel problemi. Senyörler, krallar, sermayedarlar, başkanlar, elitler, sınıflar, otorteryanlar paylaşım hukukunda herşeyi kendilerine göre ayarladılar. 

Örneğimize dönersek sorun binayı yapmak değil. Binayı, içindeki daireleri ve fazlalıklarını paylaşmadadır sorun. Ya da aynı takımda farklı transfer ücretindedir problem. Mimar, mühendis, iktisatçı, arsa sahibi, işçi arasında bölüşüm nasıl olacak.

Maalesef şu ana kadar zor kullanan hakim oldu onun kuralları geçerli hala.