Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

ECDADIMIZ (1)-Aziz Öz

Biliyorsunuz "Muteşem Yüzyıl" diye bir dizi oynuyor TV'lerde. Başbakan bu diziyi hazmedememiş olacak ki, bir kürsüde aşağıdaki konuşmayı yaptı,

''Hiç kusura bakmasınlar. Biz 7 milyarlık bu dünyanın içinde yaşıyoruz. Bizim görevimiz nedir, bunu çok iyi biliriz. Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz, her yerle biz de ilgileniriz ama bunlar televizyon ekranındaki ecdadımızı zannediyorum o 'Muhteşem Yüzyıl' belgeselindeki gibi tanıyor. Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni tanımadık. Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz, anlamamız lazım. Ve ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum. Ve bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyorum. Böyle bir anlayış olamaz. Bu milletin değerleriyle oynamaya, milletçe gereken dersin, milletçe gereken cevabın hukuk içinde verilmesi gerekir. Biz şehitlerimizin bulunduğu, şehitliklerimizin bulunduğu kardeşlerimizin yaşadığı her yere gider onların sorunlarıyla ilgileniriz bu aziz millet tarihi boyunca bunu yaptı. Bugün de biz bunu yapıyoruz. ............" .

Elbette ki insanların geçmişleri ile ilgili güzel şeyler duymak istemeleri, olumlu yanlarını duymak istemeleri bir noktaya kadar normaldir. Ancak gerçek tarihi inkar ederek, düzmece bir tarih yaratarak değil. Toplumlar, halklar, uluslar kendi geçmişlerini doğru kavrayabilirlerse geleceklerini daha doğru bir rotaya sokarlar ve yapılan hataları/suçları öğrenerek bir daha o hataları/suçları işlememenin çarelerine bakarlar. Eğer bir toplum yaşanmış tarihsel gerçekliğinden kaçarsa, o toplumun sağlıklı bir bünyeye kavuşması olanaksızdır.

Şimdi isterseniz, yukarıdaki alıntıyı biraz inceleyelim ve peşinde "ecdadımızın" geçmişine bir göz gezdirelim. Bir başbakan bir dizinin yönetmenini, kanal sahibini açıktan açığa tehdit ederse, o ülkede herhangi bir konuda rahatlıkla dizi yapılabilir mi? Elbette ki hayır. Sadece kendi gücüyle de tehdit etmiyor. Aynı zamanda mahkemeleri de göreve çağırıyor. Yani vergi cezalarıyla, mali denetimlerle yola getiremediği herhangi bir kanalı ya da başka bir şeyi bu kez mahkemelerle yola getirmeye çalışmaktadır. Oysa dizi hoşunuza gitmiyorsa, rahatlıkla başka bir kanala geçebilirsiniz. Herkes gibi başbakanın da bir dünya görüşü vardır. Siz başbakansınız diye herşey sizin dünya görüşünüz doğrultusunda yapılacaksa, yorumlanacaksa, o ülkede herhalde demokrasiden söz edilemez. Hele ileri demokrasiden asla. Bir de, bana kalırsa demokrasi açısında tehlikeler içeren "milletin değerleri" kavramı var. Başbakan bu deyimi sık sık kullanıyor. Ancak bu, dönemden döneme değişen, ve çok da üzerinde toplumsal mutabakat sağlanamamış bir kavramdır. Örneğin " kan davası" bir dönem "bu milletin" çok önemli bir değeri idi. Kimi yörelerde de hala öyle. Yine "dinimizde haramdır" diye kız çocuklarını okula göndermeme de çok önemli bir değerdi. Ancak bugün hangi gelişkin toplum ya da kişi bunları değer olarak kabul edebilir? Yağmurun nasıl yağdığını sorgulamak, araştırmak o sözü edilen dönemde düşünülemezdi bile. Sadece yağmur duası geçerliydi ve önemli bir değerdi. Bunlara benzer onlarca "değer" vardı bugün geçerli olmayan. Bir de sizin için değer olanlar, başkası için değer olmayabilir. Ve hakaret içermediği sürece de hiçbir değer eleştirilme hakkından muaf tutulamaz.

Şehitlerin olduğu her yere gitmek yerine, neden o uzak diyarlarda Anadolu evlatları yaşamlarını yitirdiler, neden kendisine ait olmayan topraklarda sayısız genç toprağa düştü, neden bu kadar "şehitlik" var diye tartışsak sanırım bu toplum için daha doğru bir iş yapmış oluruz. Sürekli emperyal hareketleri, özünde bir suç olan fetihleri öveceğimize biraz insani değerleri, insan yaşamının kutsallığını önplana çıkarsak bu toplum için çok daha yararlıdır. Bence at sırtında olmak ile övünüceğimize en güzel savaş karşıtı türkü olan, savaşın yıkımını anlatan ve dinleyen herkesin gözlerini yaşartan " Burası Muştur, yolu yokuştur....." un yakıldığı koşulları analiz etsek bu halka, bu topluma ve de insanlığa daha büyük hizmet etmiş oluruz. Ne yazık ki bu topraklarda hala sırf emperyal bir hırs yüzünden onbinlerce gencin yitirildiği Sarıkamış felaketini yaşatan ve felaketten geri döndüğü Erzurum'da telgraf ile eşine köpeğini soracak kadar insanlıkla bağlarını koparmış Enver Paşa'ya büyük komutan muamelesi yapılıyor.

Acaba gerçekten bu dizi sözkonusu ecdada haksızlık mı yapıyor? Sahiden gerçek Kanuni dizideki gibi bir Kanuni değil mi? Ya da dizi aslında aslı korkunç noktaları es mi geçiyor? Gelin Kanuni'den başlayıp birkaç padişahın dönemini irdeleyelim.

Fatih Sultan Mehmet devletin yönetimiyle ilgili çok tartışılan o ünlü fermanını çıkarır. Bu fermana göre devletin bekası için padişahın erkek kardeşlerini (tabi fermanda yalnızca karındaş geçiyor ama, uygulamada baba, amca, yeğen, torun gibi tüm erkek akrabalar var) öldürmesi vaciptir. Bu fermandan sonra gelen tüm padişahlar bu fermana dayanarak ve bir çeşit zorunluluk hissederek erkek kardeşlerini, kimi zaman erkek çocuklarını, babalarını ve de birinci derece erkek akrabalarını boğarak öldürdüler. Hatta yalnızca erkekleri değil, zaman zaman onların annelerini, eşlerini de öldürttüler. Aslında bu fermandan önce de öldüryorlardı. İlk olarak 1.Osman amcası Dündar'ı öldürüyor. Daha sonra 1. Murat oğlu Savcı Beyi ve iki kardeşini öldürtüyor. Peşinde bu davranış bir çeşit gelenek oluyor. Doğrusu bu ferman yalnızca "yasallık" kazandırıyordu bu insanlıkdışı davranışa. Bu ferman yaklaşık 200 yıl yani 1604 yılına kadar yürürlükte kalıyor. Tabi 1604 yılından sonra da uzun bir süre "yasadışı" olarak devam ediyor.

Osmanlı'da idam ve de ceza sistemi ilgili bir kaç sözcük söylemek gerekir. Çünkü idam padişahların ve Osmanlı İmparatorluğu'nun günlük sıradan hukuksuz işlerinin başından gelirdi. Osmanlı'da idam iki biçimde ama işkence yapılarak uygulanırdı:1- Mahkeme sonucunda kadının verdiği idam kararı padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe girerdi. 2- Padişah hiç mahkeme olmaksızın herhangi biri hakkında idam emri verebilirdi (ki bu yolla verilen idam sayısı çok daha fazlaydı). Bu ikinci yönteme "siyaseten katl" denirdi. Siyaseten katıl yöntemi yalnızca padişah değil, zaman zaman (aslında sık sık demek abartı olmaz) devlet (eyalet, sancak vb.) ileri gelenleri tarafından da uygulanırdı. İdamın uygulama biçimi de oldukça insanlık dışıydı. Kazığa oturtmak, kaba etlerini oyarak, canlı canlı derisini yüzerek, kılıçla baş keserek, topla atarak, çarmıha gererek, canlı canlı ateşte yakarak, kızgın demirle dağlayarak, çengelleyerek öldürme gibi onlarca insanlık dışı yöntem uygulanırdı. Ölüm cezası dışındaki cezalar da yine idam kadar insanlık dışıydı. Örneğin bir fırıncı eksik gramajlı ekmek mi sattı? Hemen orada, denetim sırasında örneğin kulaklarında duvara çivileme cezası uygulanırdı. Aynı zamanda bu cezalar tehşir yoluyla tatbik edilirdi. Kısaca şunu söylemek gerekir, Osmanlı'da cezalar işkence yapılarak yerine getirilirdi. Daha da ötesi ceza değil tamamıyla işkenceydi yapılanlar.

Bilindiği gibi Kanuni Osmanlı tarihinde en uzun süre padişahlık yapmış kişidir. 46 yıl iktidarda kalmıştır. Onlarca savaş açmıştır komşularına. Başbakana göre yaşamının çoğunu at sırtında geçirmiştir. Elbetteki gerçek böyle değildir. Ama diyelim ki öyledir. Peki at sırtında ne yapıyordu? Neol babalık mı yapıyordu? At sırtında başka yerlere iyilik, dostluk, Anadolu halkının selamlarını mı götürüyordu? Yani insanlık, iyi niyet elçisi miydi? Ya da çerçicilik vb. şeyler mi yapıyordu? Yoksa elinde kanlı kılıcı, peşinde yoksul Anadolu çocukları, başka ülkeleri, başka diyarları işgale, yakıp yakmaya, yağmalamaya, talana mı gidiyordu? Elbette ki yakıp yıkmaya, talana gidiyordu. Bu yağmalamlar, yakıp yıkmalar sonucu sayısız yerlinin ölümü yanında, bu yabancı diyarlara zorla götürülen yine sayısız zavallı Anadolu çocuğu pisipisine yok olup gidiyordu. Kanuni'nin at sırtında fetettiği, gittiği her diyar inanılmaz acıların, zulümlerin, dramların yaşandığı yerler oluyordu diğer tüm Osmanlı padişahlarının ve de tarihteki her türlü işgalin, fethin sonucunda olduğu gibi. Dışarda bu kadar zulüm ve acıya neden olan savaş seferlerini yapmak için insan gücüne yani gencecik bedenlere ve paraya ihtiyacınız olacaktı doğal olarak. Bunları da ancak kendi halkınızdan zorla, zulümle alabilirdiniz. Nitekim içerde inanılmaz bir vergi ve askere alma zulümü uygulanarak yapılıyordu tüm bu seferler. Yüzlerce vergi türüyle o dönemin üreticisi olan köylü canında bezdirilmişti. Üstelik sadece vergi ile kurtulmuyordu ahali. Vergiye ek olarak bir de oğlunu, kardeşini vermek zorundaydı. Düşünün ki, oğlunuz, kardeşiniz, komşunuz askere gidecek ve bir daha dönme olasılığı yok denecek kadar az. Vicdan ve izan sahibi her kimse, sadece zulüme neden olan bu savaşları bırakın onaylamayı, şiddetle karşı çıkar. Yani kısaca dışarda zulüm uygulanırken, içerde aynı zulümü kat kat yaşadı Osmanlı halkı.

Peki bu kadar saldırgan, bu kadar savaşkan bir politikanın saraya yansıması nasıl oldu? Doğaldır ki bu kadar zulüm uygulayan bir sarayda, her türlü entrika yaşam bulur ve nitekim de öyle oldu. Hiç kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı bir ortamda da her türlü suç (cinayet) işlendi. Bu cinayetlerin en başında da padişahların işlettirdiği cinayetler gelir. Kanuni de öteki Osmanlı Padişahları gibi bir çok öldürme emrini verdi. İlk olarak en büyük oğlu Şehzade Mustafa'yı kendisinin yerine geçecek diye boğdurttu. Boğdururken de yan çadırda Mustafa'nın boğulma seslerini dinlediği söylenir. Aynı gün Mustafa'nın eşini, oğlunu ve akrabalarını da boğdurttu. Peşinde bir başka oğlunu, torunlarını, gelinini ve eşi Sicilyalı Rosina'yı boğdurttu. Bunların yanında ünlü iki veziri İbrahim Paşayı ve Kara Mustafa paşayı öldürttü. Tabi siyaseten katl ve normal yolla idam ettiği insanların sayısını bilmek olanaksızdır. Dikkat edilirse kardeş öldürmemiştir. Doğrudur Kanuni kardeşlerini öldürmemiştir, Çünkü erkek kardeşi yoktu da ondan. İşte Sayın Başbakanın sahip çıktığı, övdüğü "Muhteşem" Kanuni çocuklarını, torunlarını, eşini öldürecek kadar gözü dönmüş biridir. Artık savaşlarda gerek karşı tarafın, gerekse yoksul Anadolu halkının yitirdiği canları, yaşanan zulmü hesaplamak mümkün değildir. Umarım insanlık, özellikle Anadolu halkı bir daha böylesine "muteşem" bir padişah devri daha yaşamaz.

22.12.2012

Aziz Öz