Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

"Bilerek Veya Bilmeyerek"

Bilerek Veya Bilmeyerek

DSC 0415Görünmeyi herşeyden daha çok öne çıkardığımız ve önemsediğimiz görsel teknolojiyi, deyim yerindeyse, sadece kendi egolarımızı tatmin etme yayma gösteriş haline getirmeye çalıştığımız bir garip devr i zaman yaşamaktayız.

“Gerçekler Deminde”deyimini konuşmaya çok hevesliyiz, toplum içinde hatta çeşitli platformlarda toplantılarda bu kelimeye sık sık sarılırız konuşuruz ve dilimizde düşürmeyiz çünkü bireyi var eden ve dik durmasını sağlayan gerçekçi kişiliği veya öyle düşündüğü bu özelliğidir. Hiçbir birey sözümona yalanı ikiyüzlülüğü sevmez hatta zaman zaman pratikte yaptıkları tamıtamına bu tanımlara uysa da kendini yine de bunun dışında tutar ve gerçekçi olduğuna hem inanır hemde savunur.Yani duruma bakarsak herkes gerçekçidir hırsızı da yalancısı da haini de..Peki bu nasıl bir çelişkidir ki işin içinde bir türlü çıkamıyoruz ve hepside toplumda yer bulabiliyor? Toplum büyük kalabalıklar halinde hırsızı yalancıyı haklı çıkarmaya onun sahip olduğu güce güç yanlışa yanlış katmayı sürdürürken “gerçekler” kavramının bir anlamı kalıyor mu? Bu soruyu herbireyin kendince sorgulaması gerektiğine inanıyorum..

İnsanlık tarihini şekillendiren iki önemli olgu vardır bunlardan birisi; insanlığın toplu ve yerleşik yaşama geçmesiyle başlayan iktidar ve taht mücadeleleri sonrası oluşan krallıklar ve günümüzdeki devletler bir diğeri ise “İnanç” adı altında tapılan Din’lerdir. Tarihsel olarakta bakılsa yada günümüzün yaşadığı koşullar olarakda bakılsa görülür ki hiçbir şey “Tek” değildir ve çeşitlilik hep olmuştur gelecekte de olacaktır tek olan şey ise sadece “Ekonomi”dir. Tüm var olan para birimleri ve değerli eşyalar “Ekonomi” kelimesi altında tüm dünyada aynı işlevi görmektedir ve tüm bu gelişmelerin değişimlerin temelini özünü şeklini rengini hızını “Ekonomi” belirlemektedir dersek gerçekçi davranmış oluruz...Yani bir devleti iyi ve huzurlu kılacak olan ekonominin iyi olmasıdır aksi halde gökte hemen bir Tanrı indirilir ve cezası kesilir işte din dediğimizde tamda krizlerden derinden faydalanan ve krizi kendine göre kullanan devlet ve krallıklardan farklı ayrı bir güç ve gizli bir iktidardır. Ruh dünyasının hükümdarı dinlerdir,insanı sarıp sarmaladığı bir güçtür ki,bundan kurtulmak herşeyden kurtulmaktan çok çok daha zordur yani birbaşka deyişle hesap Tanrı’yladır ona ulaşmak onunla konuşmakta mümkün olmadığına göre insanlık bilimin ışığını kavrayıncaya kadar bu belirsiz ve amansız bağlılık böylece sürüp gidecektir, zengin olan  zenginliği için Tanrı’ya fakir olanda fakirliği, hasta olan sağlığı için ve yaşadığı için Tanrı’ya şükredip duracak...

Toplumun sürekli uğraşacağı ve asla ne olduğunu bilmeyeceği gizemli güçlere,oyunlara ve politikalara ihtiyaç duyulmaktadır böylece oluşacak haksızlıklara karşın toplum bu güçlerin devreye girmesiyle susturulacak ve korkutulacaktır.Bunu yapacak tek güç ise ruh dünyalarına isabet eden etki edecek olan ruhani liderlerin oluşmasıdır. Yani aslında bunu hiç galibi olmayan bir satranç oyununa benzetebilirsiniz, kimsenin kimseyi mat edemediği alt edemediği bir oyun ama sürekli oynanan ve oynanmak istenen bir oyun..

“Siyaset ve Din” bu iki kavram dünyamızı sarıp sarmalarken kavurup yangın yerine çevirirken hedefleri de aslında aynıdır yani daha iyi bir sömürü ve düzendir...şöyle basit bir şekilde kargaşa yaratmadan yaşamınıza bakınız bu ikisinin size pek bir şey katmadığını hemen anlayacaksınız şayet tarlanız olmazsa ekininiz de olmayacak işiniz olmazsa paranızda olmayacak ve aç kalacaksınız bunun içinde baş kaldıracaksınız yani işin temelinde ekonomik darboğazlılık var ve bu hertürlü hareketliliği sağlar...Kapınıza gelen Pir’lere Hoca’lara vs. yada örgütlere kurumlara yardım etmeyiniz bakalım kaç kez gelip sizi soracaklar? Hatta sizi adam yerine koyacaklar mı? Yani “Adam Olma”nın kıstası dahi bu dönemde iyi bir ekonomiden geçiyor. O zaman demek ki sizde ekonominizi başkaları için kullanır kesenizi kendi egonuzu tatmin etmek adına başkalarına peşkeş çekerseniz en çok sevilen ve aranan olacaksınız yani çok iyi ve dürüst bir “Adam” olacaksınız..Bu tür küçük burjuva hevesleri toplumun değer yargılarını bozmada hiçe saymada iyi birer örnektir...Kısacası ekonomik durum iyi olursa demokratikleşmeden mutluluklardan dostluklardan sözedilir ve savaşlar tehditler bir kenara bırakılır Tanrı’ya yalvarmalar azalır ve dinde şevkat ve hümanizm ön plana çıkar ama tersi bir durumda ise despot hükümetler ve gaddar dindarlar ortaya çıkıveriyorlar.Buradaki en büyük sıkıntı toplumu yöneten toplum mühendisleri veya akil adamalarının dürüst çalışıp çalışmadığıdır yani ekonominin yelkovanına göre bir ileri bir geri kırılmamasıdır..

Ekonominin toplumu ve toplum liderliğini yapanları nasıl yoldan çıkardığının en bariz örneklerinden biri bizim Alevi toplumunda sözüm ona Pir-Talib ilişkisidir. Şöyle yıllar öncesine gidildiğinde köyümüze gelen Pir’ler genellikle ilk gittikleri evler biraz varlık sahibi olan evlerdi ve fakirin evine gidip bir çaylarına dahi tenezzül etmezlerdi ama el öptürmede de geri kalmazlardı.”Çıralık” adı altında toplumu sömürmekten başka bir faydaları olmazdı belki çok ender diyebileceğimiz birkaç sorunu çözer gibi olsalardı da bu sorunlar köylülerin kendi iyi niyetinden dolayı çözülüyorlardı ve oda bir vesileydi oysa toplumun en zor yıllarında kaçıp kentlere giden bu Pir’ler yıllarca taliplerine uğramamışlardı ve onların tek bir sorunuyla ilgilenmemişlerdi kendilerini inanç önderi olarak yolun yürütücüleri olarak görenler ortadan kaybolmuşlardı ve yıllar sonra bu toplum ekonomik olarak düzlüğe çıkınca bu Pir dediklerimiz de tekrar meydana çıkmaya başladılar yani anlayacağınız paranız varsa etrafınız kalabalıktır bu kalabalıkların bir bölümü siyasiler diğer bölümünüde inanç ve farklı kurumlar oluşturmaktadırlar insanlık denilen olgu ve dürüstlük kavramıda derin bir uykuda uyandırılmayı bekler durur...Kısacası ekonomi sizin “Adam” yerine konulup konulmayacağını belirler duruma getirilmiştir..

Toplum içinde sıkça tekrarlanan bir deyim vardır “Önce kendimize karşı dürüst olalım”. Dürüst olmak için insanın özünü hertürlü korku, çıkar vb.art niyetli duygular ve düşüncelerden arındırmış olması gerekir.”Gerçeğe Hüüü”denildiği zaman hakikati gerçekten yaşamış yaşatmış olması gerek yoksa yalana dolana ikiyizlülüğe karşı olmasına rahmen görselde yanındaymış gibi durması kişinin role bürünme ve kendisine karşı dürüst olmadığının bir anlatımıdır. Belki duymuşsunuzdur bizim komşu köylerden biri haca gitmiş hacı ünvanını almış ve artık küfür etmezmiş ama bir gün kuzuları emzirmek için koyunlara salarken bir kargaşa yaşanmış ve işin içinde çıkamamış bakmış olacak gibi değil hacı küllahını duvarın üzerine koyarak, Hacı sen şimdilik burda kal, demiş ve dalmış koyunların arasına basmış küfürü işini bitirdikten sonra da tekrar hacı küllahını alarak ,Hacı sen başımın tacısın, demiş..İşte bizdeki gerçeliğide en iyi bu hikaye anlatır işimize ve çıkarımıza göre ne kadar gerçekçi ne kadar dürüst olacağımızı belirleriz...

Dürüstlük aslında ahlaki bir meseledir,kişinin ahlaki bilgisi veya biyografisi onun dürüstlüğünün de temelidir.Şayet bir birey “Ben hakikat ehliyim” demek istiyorsa onun cesur,kararlı ve inançlı olması aynı zamanda ahlaklı olması bütün bunların yaşanılır kılınması şarttır.

“Bilerek veya Bilmeyerek”sürdürülmekte olan bir yanlışa ortak olmak yanlışı daha da yanlış yapar ve toplum giderek yoldan tam anlamıyla sapar.İşin en vahim tarafı bilmeyerekte olsa yanlışa destek verenlerin bunu öğrendikten sonrada bu desteklerini sürdürmeleri ve hiçbir üzüntü kaygı duymadan gayet normalmiş gibi yaşamlarına devam etmeleridir.Demek ki “Bilerek veya Bilmeyerek” artık çok önemli değil kişinin kendi egosunu tatmin etmiş olması görsel dünyada bir şova dönüştürmüş olması artık onun için öncelikli ve yeterlidir.

M.Gorki, Küçük Burjuva Eleştirisi, adlı kitabında şunu belirtiyordu; “Özgürlük ve iç ahenge giden yolun ya açıkça yada gizlice şeylerin hepsini yıkmaktan geçtiğini anlamadıkça kişi,”Yüzyıllarca” hep ikiyüzlü bir Fanus olarak kalacaktır.İğrenç gerçek karşısında iki şahsiyetli,köle ve hayran kalmasının sebebi budur.” der.Kendi korkularını yenemeyen karanlık güçlerin büyülü kelimelerine umut bağlayan ve aslında hiçbir yarasına melhem olmadığını bile bile onları onure edenlerin gerçekle düş arasındaki yolculukları hep sancılı olacaktır ve içten içe acı verecektir.

Kendimizi gelişmekte olan çağımızın bir mm sinde bulmak istiyorsak, teknolojinin vede bilimin ışığında daha mutlu sağlıklı güzel bir yaşam umut ediyorsak bu yolda yürümeliyiz ve bizlerde, bizleri kendi karanlık dünyalarına kendi çıkarları için kullanmak isteyenlere karşıda cesur ve daha kararlı tavırlar içerisinde olmalıyız, ancak bu şekilde güvenli bir toplum yaratmış oluruz yoksa içimizdeki her türlü çelişkiyi kullanacak olan bu “Otlakçı” zihniyetler toplumun bölünmesine ve örgütlenmesine de büyük bir iştahla alkış çalacaklardır.

Kara ve cahil kişilerin ezberledikleri bir kaç dua veya beyitle ellerini cebinize attıkları aşikardır ve sizlerde bu ellerde pek rahatsızlık duymamaktasınızki buda yetmiyormuş gibi birde padişah sofrası kurarsınız demekki hırsızın veya cahilin dili tatlı ise yaptıklarının hiçbir ehemmiyeti yoktur ister emeğinizi isterse malınızı elinizde alsın yeterki size sizi övecek bir iki kelam etsin bütün maharet sizi övüp övmediğidir işte bizim yaşadığımız gerçek ne yazık ki bu noktaya kadar gelmiştir yani küçük burjuva karekter bizleri hertürlü egoya sürüklemiş toplumsal veya kurumsal işleyişleri tali plana itmiştir.

Son olarak bir karar alıp verirken bunun toplumsal olarak bir işlevinin olup olmadığına bakmak gerekir ve hatta kararın tekabül ettiği toplumun ahlaki ve politik duruşun yanı sıra ne kadar eğitimli olup olmadığını da gözönüne almak gerek yoksa alınan kararların toplum nezdinde bir meşruiyeti olmaz öyleki uygulanırlıktan uzak boş bir karar olarak tutanaklara geçirilir.Bu durumda yapılacak uygulamalarda zoraki uygulamalar olur ki buda gelecek açısında toplumu toparlama birlikte çalışma noktasında çok olumsuz etkileyecektir.

Bilerek veya Bilmeyerek sizleri kırdıysam veya bu yazımla canınızı sıktıysam kusur aramayınız sadece gerçeğe hüüüü diyerek gerçeklerin deminde bir hayat düşleyiniz derim...

Ali Haydar Gürbüz (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. )

13.01.2018