Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

“ Çanlar Kimin İçin Çalıyor” A.Haydar Gürbüz

Bu yazıma Hemingway’ın “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanının başlığını koymak istedim çünkü uzun zamandır bu çanların bölgemizde kimler için çaldığı tartışılıyor, kimler için çanlar çalıyor? Yalnız çanlar mı? kimler için ezanlar okunuyor?, kimler için sema yapılıyor?,kimler için dualar ediliyor?  vs vs. Uzatabileceğimiz sorular ve cevaplar listesi...

Bütün bu “Kimler” dediğimiz elbetteki biz insanlar için olduğunu hepiniz anlamışsınızdır...İnsanlık ve insanlığın geleceği için çalınan çanlardan çıkan seslerin, camilerde kılınan namazların ardında insanlığa dair yapılan dualardan ve söylemlerden  ne barışın tınısı nede savaşların sona erişi gerçekleşmiştir.Bu sesler ve dualar insanlığa çokta umut vermemiş  gelecek yıkımların savaşların  önüne geçememiştir. İnsanın aklına ister istemez Herşeyin  bir kandırmaca bir göstermelik mi olduğu gelmiyor değil.  Zaman ve mekan insanlığın kocaman bir yalanı mı diye soruyor insan,  barış ve kardeşlik kavramlarının anlamı acaba  insanlar için acı ve dertten başka birşey değilmidir  ki bir türlü  sağlanamıyor  birlikte yaşanamıyor bir araya gelinemiyor. Birilerinin acıyla yakınarak haykırdığı dünyamızda birileride gülerek dalgasını geçerek  yaşamaktadır. Oysa sonuçta herşey insanlık adına olmuyor mu? Kimileri ölüyor kimileri yaralanıyor kimileride insan olmaktan çıkıp hayvanlaşıyor.

John Donne’nin aşağıdaki şiiri aslında bu soruların hepsine kısaca ve özce bir cevaptır. Çanların bölgemizde ve dünyamızda tüm insanlık için çaldığı ve birazdan bu gelişmelerin  karşısında duyarsız kalsanda uzaktan seyretsende senin içinde çalacağını  bilmen gerektiğini çünkü sonuçta ölen her insan insanlığın kaybı olarak, seninde kaybın olarak algılamalı görmelisin diyor ,dolayısıyla tüm insanlar için çanlar çalmaya devam ediyor.   Anlamak isteyene tabiii...

 

"Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor." John Donne

 

Günler ağır ağır demir parmaklıkların ardında çıkacak çığlıklara ve ölümlere hazırlanıyor, nice koçyigitlerin toprağa düşeceği günler tekrar kapımıza dayanmıştır, ağıtların yükseleceği ve belkide bir ömür yüreklerde dinmeyecek bir korun içine düşecek  analar,babalar ve insanlarrrr… Ülkemizde açlık grevleri 66.güne yani artık kimileri için geriye dönüşü olmayan bir virajın eşiğine girilmiş bulunmaktadır, ölüm bu kadar yaklaşmış ve her an gerçekleşecekken ülkenin yönetiminde sorumlu insanlar utanmadan, kızarmadan, sıkılmadan hala şovdan hala egzersizlerden ve hala sanki perhiz yapmak amaçlı olarak yorumlamalarda bulunmaktadırlar, tanrımm ne kadar üzücü! İnsan olmanın gücün ve metanın  ötesinde birşey olduklarını unutan bu yöneticiler,vijdanen büyük bir çöküntününde içine girmişlerdir . Eğer yapılan hizmetler ve sahip olunan mevkiler, inançlar insanlık için değilse nedendir? Neden bir ülkeye başbakan olmuş biri bu kadar ölümler yaklaşmışken  pervasızca sorumsuzca davranmaktadır. İnsan olmanın Erdoğan açısından hiçbir anlamı yok mu? Tanrı  yüce Rabbim deyip bunu diline dolarken o Tanrı acaba; be hey günahsız kulum /dun  Erdoğan yanıbaşında kardeşlerin ölürken ve sen onların çocuklarını öldürmek için bombalama emri verirken hayatlarıyla dalga geçerken, benim yarattığım kulları katlederken nasıl olurda huzuruma masumane bir yüzle çıkabiliyorsun?,Be heyy utanmaz arlamaz ve senän temiz(!) kulunum diyen kulum sana verdiğim vijdanı ne yaptın nereye düşürdün?…demeyecek mi? Dese de Erdoğan’ın umurunda dir sanki, çünkü onda inanç sadece kendi rantına ve iktidarına hizmet eden inançtır gerisi teferruattan ibaret, vicdanını ise şimdilerde biryerlerde unutmuş… 

 

Ülkemizde camiler insanlar için yapılmıştır, insanlar oralara gidip inançlarını huzur içinde yapsınlar diye, yüreklerindeki ikilemlerden kurtulup kötülüklerden arınsınlar diye,kötülüğü başkaları içinde düşünmesinler diye fakat görülen o ki bu iş çoktan farklılaşmış raydan çıkartılmış, barışın inşaası için değil savaşların ve kinin inşaasına dönüştürülmüştür, bu camilerde henüz insanlığın katledildiği bir coğrafyada barış için bir vaaz yükselmedi, baskı altındaki insanların kendi kimlikleri,dilleri ve inançlarını serbestçe kullanması için bir vaaz yükselmedi. Yanıbaşında katledilen hertürlü hakkı elinde alınmış müslüman Kürt kardeşleri için camilerde bir etkinlik bir çağrı veya Cuma namazı çıkışı bir destek yürüyüşü yapılmadı, ama o camilerde Hamas için İsraile karşı yürüyüşler tertipleniyor, askerine ve savaş güçlerine yardım toplanıyor.. Alevi kardeşlerimizde de durum farklı değil, Cem evlerinde toplanıp Kürt halkının haklı davası ve meşru taleplerine bir ses katmadılar, kendiliğinden destek için yola koyulmadılar,yanı başlarında ölüme ramak kalan kardeşleri için güçlü kitlesel bir destek sunmadılar, ne yaptılar CHP gibi hala tarihi katliamlarla dolu Atatürk Cumhuriyetini savunuyor onların suçlarını taşımaya aklamaya çalışıyorlar..Atatürk Cumhuriytinin yaptığı gibi hep önlerine bakarak „geçmiş geçmiştir“ deyip o geçmişte yapılan katliamları kapatmaya unutturmaya çalışmaktalar, geçmişte yaşanan hangi olayı kapatsak diye sanırsam çokça kafa yormuşlardır ki en çok kendilerinin katledildiği inancının yasaklandığı bir Cumhuriyet’e bu kadar tutunmuşlardir.

 

Türkiye geçmişte yaşanan ve bugün giderek dahada vahimleşen gelenekten geleceğe aynen katliamlarına devam eden bir yığınsal sorunlar ülkesi olmaya doğru hızla yol almaktadır. Kırıntılar sorunların çözülmemesi ve giderek büyümesi birikmesiyle oluşurlar ve dağılırlar,kırıntılar bir kayanın çürümesiyle meydana gelen küçücük taşlardır da yani koca Türkiye hala geleneğinde var olan inkarcı ve yasakçı zihniyetini baskıyla ve zorla devam ettirmeye değişime karşı direnerek hala o gerici duruşlarını sürdürmeye çalışırsa sorunlar yumağı halinde bir yanardağ gibi günün birinde patlayacaktır. Bu sorunlar yumağı top daha ne kadar büyür bilmem ama her topun bir büyüme kapasitesi olduğuna göre günün birinde de mutlaka patlayacaktır ve o patlama değişime direnenleri de beraberinde götürecektir.

 

Bu Cumhuriyeti savunanlara bir kaç gayri insani olayı hatırlatmakta yarar vardır. Atatürk Cumhuriyeti mağduriyetlerle uğraşma gereği hiç duymadan hep geleceğe yürümüş ama yürürken bakınız neler yapmış, şöyle bir bakalım ama sadece başlıklarla yetinelim gerisini okuyucular kendisi düşünsün. Cumhuriyetin unutturacağı unutacağınız o kadar vahim olaylar varki  gündemimize taşımamak için için çok uğraştık ama birtürlü hayatımızda kafamızda çıkarıp atamadık birşekilde canlanıp tekrar tekrar geri geliyor.

 

Mağdurlarla uğraşmayalım diyen Cumhuriyette; soykırım mı desek ,Dersim katliamı mı? Ağrı mı, Koçgiri mi, Zilan mı? Maraş mı? Sivas-Madımak mı? Roboski mi? 33 Kurşun mu? 27 Mayıs mı? 12 Eylül mü? 12 Mart mı? Darbeler mi? yoksa Marmara depremi mi? Wan depremi mi? İşçi kıyımları mı? Taksim 1977 mi? Maden ocaklarındaki toplu sözleşmeli iş ölümleri mi? Tersaneler mi? Yada örtülü cinayetler mi? Faili meçhuller mi? 96 ve 2000 yıllarındaki ölüm oruçları mı? ya bugün hala yaşanan katliamlar,ölümler ve direnişlere ne diyeceğiz bu kadar olayı nasıl unutacağız nasıl görmemezlikten gelerek geleceğe yürüyeceğiz? Geçmişiyle hesaplaşmada bu kadar korkan bir Cumhuriyet kendisi gibi korkan yöneticilerin elinde hala hesaplaşmaktan uzak siyaset yapıp duruyorlar.. Ne kadar kaçarsanız kaçınız günün birinde bu hesabın içinde olacak ve kendi payınıza düşeninde hesabını mutlaka vereceksiniz.

 

Temiz ve birlikte yaşanılacak bir federal yapıya toplum olarak ihtiyacımızın olduğu ve bunun kaçınılmaz olduğunu görmek gerek.Geçmişle hesaplaşıp kendisini aklayan bir toplumsal yapıyı gelecek kuşaklara vermenin sorumluluğu bugünkü yöneticilerde vardır ve bunu görmemezlikten gelerek sorumsuzca davranılmamalı…Kürt halkının temel haklarını tanımak insani bir vazifedir, henüz herşey bitmemişken savaş için değil barış için militanca duruş gösterelim ama insan gibi, adam gibi davranalım sağa sola kıvırtmadan,geçmişe sığınmadan ve geçmişe sorunları atarak yükleyerek kurtulma hesabına girmeden kutsal mazlum rolüne bürünmeden herşeyle hesaplaşarak ve gerekirse hesabını vererek..

 

Son olarak Ünlü Fransız düşünürü Ernest Renan’ın şu sözlerini yazarak bitireyim, „savaşın gerçek mağlupları sadece ölülerdir” der. Yine yazar Heywood ise savaşın acımasızlığını çok fazla söze gerek duyulmayacak bir şekilde; “Barışta çocuklar babalarını, savaşta ise babalar oğullarını gömerler” diyerek dile getirmiştir.Ünlü Yunan devrimci şair Yonnis Ritsos’un dediği gibi;

„Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların/ sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın/ barış bir annenin gülümseyişinde başka bir şey değildir.“

 Yaşamak ve yaşatmak için direnen  ve yüreğimin inci taneleri olarak gördüğüm bu güzel devrimci insanların hayatlarını önemsiyor  kendi hayatımdan daha çok değer veriyorum. Barışa dair herzaman söylenecek sözünüz mutlaka olmalıdır  ve insanların yüzüne bakacak yüzünüzün  ve geleceğinizin olması için gayretiniz bugünden  daha çok önemli ve hemencecik olmalıdır...

 

Ali Haydar Gürbüz