Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Göçmenler ve Kültürel Yozlaşma -Ali Haydar Gürbüz

 Dersim’in coğrafi kapsamı, bölgeler arası ilişkileri, giderek karmaşıklaşan politik derinliği,yok olmaya yüz tutan üretim sistemi, şu ana kadar süre gelen emek sürecinin bütünleştirilmesinde, yaşam standartının yükselmesinde önemli zorluklar çıkardı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Dersim ve diğer Kürt bölgelerinde dönem dönem Türkiye metropollerine ve yurt dışına yoğun göçler yaşandı.1990 sonrası özellikle Dersim bölgesinde bu göçler bir hayli çoğaldı ve Dersim halkı Avrupa’nın belli merkezlerine göçerek bulundukları alanlarda mekan tutmaya başladılar. Benim burada esas konum genel anlamda Dersim halkının uğradığı veya yaşamakta olduğu kültürel tahribat ve göç olgusundan ziyade daha da özele inerek Dersim‘in bir köyü olan Kurmeş halkının uğradığı ve kaybetmekle karşı karşıya olduğu sosyal ve kültürel değerlerdir. 


Dersim‘de yoksul olmakla birlikte bir o kadarda mütevazi bir yaşam sürdüren ve genel anlamda „Şavaklılar“ olarak tanınan kurmeşliler, 1985 yılından itibaren özellikle Almanya’ya yavaş yavaş göç etmeye başladılar, 12 Eylül Askeri Faşist darbesinin yasakçı zihniyetinin devamı olan „Olağanüstü Hal Durumu, bölge halkıyla birlikte kurmeşlilerinde yaşam alanını, hareket alanını daraltan uygulamaları sonucu temel geçim kaynakları olan hayvancılığın sürdürülmesini zorlaştırmış,yaylalara yasaklar konmuş,besin maddelerine sınırlandırmalar getirilmiş giyim kuşamları kontrol altına alınmıştır.Bulundukları alanlarda adeta tutsak hayatı yaşamaya zorlanan kurmeşliler(bir bütün olarak bölge halkı) bu baskıların giderek yoğunlaştığını,politik baskıların yanısıra, geçim kaynaklarınında tükendiğini kendilerine bölgeyi terketmekten başka bir seçenek bırakılmadığını anladıklarında ellerinde olanakları olanlar yurt dışına olmayanlarda şurdan burdan borç paralar alarak başka bölgelere göç etmişlerdi. Bu göç bir anda ve topluca olmamıştır.1985’de başlayan göç dalgası 1995’in sonlarına kadar devam etmiş ve köyde yaşlıların dışında ikamet eden hemen hemen kimse kalmamıştır.

Yüzyıllardır Dersim coğrafyasında yaşayan kurmeşliler bir anda bölgeyi terkederek Avrupa ve Türkiye’nin farklı bölgelerine yerleşmiş yaşamlarına bu yeni mekanlarında devam etmeye çalışmaktadırlar. Almanya’da iltica eden ve sonradan alman vatandaşlığına geçen bir çok kurmeşlinin olduğunu görüyoruz. Farklı alanlarda yaşamlarını sürdüren kurmeşliler ülkelerini ve bölgelerini terkettikleri günden itibaren yeni bir değişiminde kararını vermiş durumdaydılar, belki ilk dönem açısından bunun farkında değillerdi ama zamanla kendi yaşantılarında oluşan değişim kültürel ve sosyal değişimede neden olacaktı.

Devletler arası sistemler bir parçadan oluşurken bölgeler arası sistemlerinde aynı şekilde bu parçacıklardan oluştuğunu hatta her bölgeninde kendi arasında bu sistemlerin olduğunu söyleyebiliriz, bu sistemleri politik,siyasi,askeri,hukuki,bürokrasi,dini,ekonomik iktisadi ve ticari olarak belirleyebiliriz, tabi bunların dışında daha bir çok sistem saymak mümkündür.Politik ve Siyasi kuvvetlerde bu sistemlerin içinde fakat bunlar sistemler içerisinde oynak olma yapılarından dolayı esas güç olma durumundan çıkabilir inişli çıkışlı hatlar oluşturabilirler.Siyasal düşüncelerinde bu bağlamda sık sık değiştiği gözlemlenmektedir.Günümüzde ise bireyler siyasal yaklaşımlarını kişisel çıkarlarına denk getirmeye çalışmaktadırlar. Hatta bugüne kadar sürekli belirleyici olan politik statünün veya yapının yerini ekonomik açılımların belirlediğini ve ağırlıklı olarak yaşamlarında rol oynadıklarınıda söyleyebilirim kısaca politik açılımlardan ziyade ekonomik açılımların vede atılımların insan hayatı üzerinde etkili olduğu bir dönem içerisindeyiz.

Toplum olmanın esas ölçütlerinden bir kaç tanesi ve hatta en önemlileri olarak, tarihsel olgu ve olayların yanı sıra,kültürel birlik, dini inançlar, ekonomik ve iktisadi yapıları sayabiliriz, bir toplumun bireyleri yoğunluklu olarak göçler yaşamış ve farklı mekanlara dağılmış, kendi aralarındaki fiziki mesafeleri çoğalmışsa o toplumun kendisi bir süre sonra toplum olma değerlerinden daha çabuk kopma aşamasına geleceği toplum bilimciler tarafından da savunulmakta ve belirtilmektedir. Toplum olma değerlerinden uzaklaşan bir topluluk aynı zamanda kendi kültürel değerlerinden de kopuş yaşayabilmektedir. Eğer kültürü „hayata dair bir şey“ olarak tanımlarsak ve değişimi olduğu gibi derinlemesine kavramazsak yoz bir kültürün kırıntılarından kendimizi kaçıramayız. Düşüncemizde bir derinlik yaratamadığımızdan ötürü, özgünlüğümüzü yitirebiliyor önümüze konulan herşeye gıpta ile bakarak evrenselleştirme politikasına kaçabiliyoruz, üretici ve yaratıcı olmaktan uzaklaşabiliyoruz. Evrensel kültür ile yöre kültürleri arasındaki farklılıkları iyi kavramak ve bilince çıkarmak gerekir. Buradaki çelişkileri iyi irdelemekte yarar olduğuna inanıyorum, Küreselleşmenin yerel kültürlerin canlanmasına vesile olduğunu buna karşılık „Mikromilliyetçiliğin“yaygınlaşmasınada yardımcı olduğuna tanık olmaktayız. Bunun yanısıra bir takım değer yargıların evrensel niteliğe dönüşümü mümkün olmaktadır. İnsan Hakları, Demokrasi, Eşitlik vb. gibi değerleri sıralayabilirim. Burada bizleri bekleyen bir başka tehlikede giderek güçlenen „Kültürel Etnik Yerleşme“ eğilimiyle yükselen evrensel değerler arasındaki çatışmaların çıkabileceğidir.Örneğin kendi etnik yapısını ve kimliğini ispatlamak isteyen biri canlı bomba olarak kendisini feda edebilir kendisiyle beraber bir başkasınında yaşam hakkını elinde alabilir, yaşam hakkının evrensel olduğunu unutmamak gerekir.

Almanya‘da yaşayan kurmeşlilerin kendilerine ait yerel adetler, şiveler, ağızlar, müzik ve hikayeler, ocakları, dini inançları ve bunlara bağlılıkları güngeçtikçe dahada zayıflamakta toplumsal aidiyetlerinden uzaklaşmaktadırlar. Burada kendimize şu soruları sormakta ve yanıtlamakta yarar görüyorum:

Yerel veya mahalli kültürlerimizi yaşadığımız bölgelerde bütün renklilikleriyle yaşatabiliyor muyuz?

Farklı lezzetler sunan yöresel yemeklerimizden yeterince tadabiliyor muyuz?

Dini görevlerimizi yerine getirebiliyor muyuz?

Bulunduğumuz şehirde oturmakta olan köylü veya hemşehrilerimizle ara ara akşamları bir dam evinde oturup geçmişimizi yad edebiliyor muyuz? Geleceğe dair herhangi bir proje üretebiliyor muyuz?

Çocuklarımıza kendimize dair geçmişimize dair değer yargılarımızı taşıyan toplumsal motivlerimizi anlatabiliyor muyuz? Onlara başka şeyler anlatmamız mümkün mü?

Dönem dönem yaptığımız etkinliklerde yerel kültümüzden söz ediyor geçmişte günümüze kadar sözlü olarak gelen Masal, Hikaye ve türkülerimizi dile gitiriyoruz. Yerel kültürümüzü bütün canlılığıyla yaşatmak ancak bir toplumun bütün katmanlarıyla sahipleneceği bir olgudur, farklı kültürlerdeki bir müziği dinlediğimizde kendimizi tatmin edebiliriz ama kendi yöremize ait olduğunda bu dahada etkili olabiliyor hatta kendimizden geçebiliyoruz, demekki buradaki farkı gözden kaçırmamak gerekir. Kültürel farklılıklar zenginliğimizdir, kültürün birleştirici özelliğini unutmamak gerekir. Kültür, paylaşılan değerler, inançlar sistemi olduğu gibi bir toplumu diğerlerinden ayırt edici özelliklerin bütünü olarakda tanımlanabilir. Burada inancın yerini bilgi aldığında evrensel düşünce ön plana çıkar buda yerelliğe uzak bir mesafede bakmak anlamına gelecektir.

Kültürlerin birleştirici özelliğini yazarken birini öbüründe üstün görme özelliğinin olmadığınıda vurgu etmek gerekir.Avrupa’da yaşayan kurmeşliler yaşadıkları ülkelerin yasalarına uyma ve o yasalara uygun hareket etme zorunlulukları vardır, bu bile tek başına toplumun kendi alışık olduğu yaşam tarzından koparmasına yetebiliyor, zamanla mutfaklarına farklı yieyecekler, üstlerine farklı giyecekler ve odalarına çok sesli televizyon kanalları ile aile arasına farklı diller girecek iş mekanlarında farklı milliyetlerde insanlarla tanışacak, onların kültürlerinden de bir parça etkilenerek göçle birlikte farkında omasada karar verdiği başkalaşıma devam edecektir.

Bulunduğumuz ülkelerin yaşamlarını izlerken hiç kuşku yok ki kendimize en yakın olanı hemen tercih etmiş ve kabullenmişizdir, buradaki kültürleri benimserken, inanç sistemlerini gözlemlerken kendi renklerimizide bunlara eklemeyi onları belleğimizde canlı tutmayı ihmal etmemeye çalışmaktayız. Göçmenler bulundukları ülkelere entegre olurken, kültürlerin inanç sistemlerini benimserken kendi renklerini katmayı ihmal etmemektedirler, bu aslında tarihi bir olgudur, burada gözlemlenmesi gereken yerel kültürlerle kendimizi korurken küresel veya evrensel inançlarıda benimseme olasılığının doğduğudur.

Karışık Kültürler yararlı mıdır?


Küreselleşen şu dünyada alabildiğine hızlı biçimde biribirine karışan ve bazende karşılaşan kültürler yerelliği ön plana çıkarıp evrensseliği arka plana itebilmektedir, burada evrensel bakışı kişi olarak kendi bilgi ve bakış açımla ancak yorumlayabilirim, bir başka deyişle yerel ve evrensel bakışı kişiler kendi bilgileri düzeyinde anlamlandırabiliyor bu nedenle kimilerine göre evrensel ön planda olmalı kimileri ise yereli yaşatmanın ve yerelden evrenselliği yakalamanın kendi renklerinide evrensel değerlere taşımanın düşüncesi içerisindedirler. Evrensel düşünce modern düşünceyi yerel ise feodal düşünce olarak toplumumuzun bireyleri tarafından algılanabiliyor, oysa evrensel değerlerde dünyamızın içerisinde yerel değerlerde dünyamızın içerisindedir, bu nedenle bunlara bakış açısı ve yorumlanış tarzı kişinin bilgi düzeyiyle ve yaşamı nasıl algıladığıyla ilgilidir.

Kültürler hızlı bir şekilde biribirine karışırken etnik yapılarda hızlı bir şekilde ayrışmaya doğru gitmektedir, uluslararası spor müsabakalarının, özellikle dünya futbol turnuvalarında, kitlelerde estirdiği “Ulus Milliyetçiliği” bunun en iyi örneğidir. Olimpiyatlarda sporcuların ellerine aldığı ve herseferinde sarıldığı bayraklarda ulus milliyetçiliğinin en önemli belirtileridir, Kültürler her ne kadar Avrupa ülkelerinde veya dünyamızın belli merkezlerinde biribirlerine karıştığı gözlemlensede bu karışımın uluslar arası finans-kapital stratejileri ve politikaları ilede ilintili veya bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.

Kültürlerin karışımına küresel etkiyle birlikte, emperyalizmin finans ve kapital projelerinin de buna önemli bir zemin hazırladığını belirtebilirim. Avrupa’da yaşayan ve kendilerine ait iş yerleri olanlar yöre kültürünü taşıyan mamülleri AB kriterlerine uygun hale getirerek pazar alanlarına çıkarmaları ve kendilerine kar edinmelerini bunun bir parçası olarak sayabiliriz, son yıllarda Almanya’da döner sektörü önemli bir pazar alanı elde etmiştir, ekonomik anlamda dönerin artık Avrupa kültürünün bir parçası olma noktasına geldiğini kabul edebiliriz, ama dikkat edersek sadece ekonomik kapasitesi bakımında bu kabül görmektedir, yıllardır burada yaşayan göçmen kesimler ise hala yabancı statüsünde görülmektedir. 

Gençliğimizin müziğe olan ilgileri bir hayli çeşitlenmiştir, bir bakıyorsun aynı evde bir anda 3-5 dilde müzik çalınabilmektedir, birileri ingilizce, birileri almanca, birileri türkçe birileri ise kürtçe müzik dinlemektedir, burada çıkarılması gereken anlam kültürümüzün bir parçası hatta değişmez öğesi olan müziğinde artık bilinmeyen bir karışıma süreklendiği ve özünü yitirmeye başladığıdır.


Avrupalılaşmak bizleri kendi değerlerimizde koparma anlamına gelmemelidir,yukarıda da belirttiğim gibi buda kişinin bilgi düzeyi ve yaşamı nasıl algıladığıyla ilgili bir durumdur. Bugün itibariyle Avrupa Birliği`nde insanlar kendilerini yaklaşık kırk farklı millet olarak tanımlamakta ve yetmiş kadar ayrı lisanı konuşmaktadırlar. Bu kadar farklı bir grubu kendi yerel milliyetlerini -mümkün olduğunca- terk ederek üst bir kimliğe kavuşturmak pekte kolay olmasa gerek.



Biz kendi kültürümüzü nasıl bir çözümlemeye tabi tutabiliriz?

Bu soruya içten bağlı olan kendi kültürümü anlama ve yozlaşmayı önleme kaygısı elbette herkesin içselleştirdiği bir kaygı değildir. Böyle bir kaygıyı, ağırlıklı olarak filozoflar veya bilim insanları taşıyabilir. Bu kaygıyı gidermek iki dayanağı gerektirir. Yukarıda da yer yer değinmeye ve altını çizmeye çalıştığım, birincisi benim nasıl bir insan anlayışımın olduğuyla bağlantılıdır; ikincisi ise genellikle yaşarken nelere değer verdiğimle, kısaca değerlilik anlayışımla bağlantılıdır. İkinci bağlamda yer alan belirlemeler, benim dünyadaki duruşumu, yapısı gereği kültür varlığı olarak da “kültür” karşısındaki duruşumu ele verirler, genel anlamda bu duruşlar kişinin kendi dünyasında derin bir fikir oluşturmasına ve sağlam bir yapıya dönüştürmesine de yardımcı olur. Bu kaygılarımızı irdelediğimizde ve kendimizi iyi, doğru tanımladığımızda yerel kültürlerimizin medeni dünyada yerelliği aşarak bir çok toplum tarafından tanınmış ve benimsenmiş hale getireleceğini, bu bağlamda yerel ve etnik kültürler, tarih içinde tanıdıkları ve mantıklı buldukları inanç sistemlerini benimsemiş, kendi töre ve kuralları ile bu inanç sistemlerini özdeşleştirmiş ve inanç sistemini içselleştirerek uygulamaya yönelinebilinir. Ancak böyle bir inanç sisteminde yerel / etnik kültür bir yandan kendi rengini korurken, diğer yandan evrenselleşme, zenginleşme, her çağı kucaklayabilme ve tüm insanlığa ışık tutabilme, değişik inançları ve kimlikleri sevgi ile kabullenebilme olanaklarına kavuşabilir.

Para ve Siyasi kirliliğin Kültürümüze etkisi nedir?

Hatırlanacağı üzere daha önce yazdığım bir makalemde (Sosyal bütünleşmede Kültürler) şu cümlelere yer vermiştim:„Sermayenin tekabül ettiği alanları paylaşmada yaratılan çatışmaların toplumsal bütünleşmede büyük bir olumsuzluk yarattığı açıktır, bu olumsuzluk aynı zamanda sürdürülmek istenen gelenek ve kültür ögelerinin tahribatına da neden olabiliyor“ Paraya dayalı bir takım çalışmalar ve siyasi kirlilikler toplumu parçalamaya başladığını artık anlamalıyız, Parayla yaratılmaya çalışılan popülizm insanların kültürünü ve kimliğini kaybetmesi ile eş anlamlıdır. Son zamanlarda gerek dernekçilik bazında ve gereksede siyaset sahnesinde paraya dayalı popiler bir yapı, buna sunni bir yapıda denilebilir, oluşturulmaktadır, yani paran varsa ve elin cebine gidiyorsa seni bu kurumların en üst katmanına teredütsüz oturtabiliyorlar burada esas olan sahip olduğun bilgi veya kişilik değil sadece ekonomik gücündür. Bu yaklaşımların önüne geçmenin en iyi yolu yoz kültüre çanak tutan kesimlere karşı toplumsal kaynaşmayı sağlayacak adımların atılmasıdır. Ancak bu şekilde kültürümüzün ve toplumumuzun yozlaşmasına engel olabiliriz.

Son bir kaç yılda kurmeşlilerde diğer vurdumduymaz kesimler gibi düzende oluşan tüm sorunları gözardı edip herşeye rağmen daha çok kazanma isteği içerisindeler, bu kazanma isteği zamanla hatta şimdilerde bile kendi değerlerini bir kenara atma eğiliminin artmasına neden olabiliyor farkında olsalarda olmasalarda yozlaşma sürecine girerek kendi yaşamlarını sadece bir kaç metre karelik alana haps etmiş durumdadırlar.

Üniversite sınavına girmek isteyen öğrencilerin bir itirazı vardı neydi bu itiraz? Burayada yazayım, „Hayat üç saatlik sınava sığmaz“ diyorlardı ve gerçektende çok haklıydılar, 15 veya 20 yıl okuyacaksın fakat kaderini veya geleceğini sadece bu üç saatlik sınav belirleyecek, bizdede gece gündüz çalışan dostlarımız var

ve bende onlara hayat sadece iyi bir emeklilik dönemi için yaşanmaz diyorum, bir kaç metre kareye kendi değerlerinizi heba etmenin gereği yoktur, ihtiyacımız kadar çalışmalıyız bu kesin ama ekonomik ve kültürel değişim süreci yalnızca kapitalistleşmenin “doğal” ihtiyaçları tarafından şekillendirilmemelidir; her şey bu kadar kendiliğindenliğe terk edilmemelidir.

Burada bir parantezde inancımızın taşıyıcıları ve koruyucuları olan „Dede“ler üzerine açmadan geçemeyeceğim, Yurt dışına belli zamanlarda gelen Alevi Dedelerimiz son dönemlerde, gerçi önceki yıllardada durum farklı değildi, taliplerin adreslerinide ellerine alarak kapı kapı dolaşıp “çıralık” adı altında para toplamakta deyim yerindeyse bir sömürge tezgahı kurmuş durumdalar, Ekonomik çıkarlarını ön plana alan bu dedelerin inançlarımız üzerinde olumsuz etkiler yarattığını belirtmem gerekiyor, düzen partilerin siyasi propagandasını yapan, kendilerine biçilen dedelik görevleri dışına çıkan ve bundan rant amaçlı çıkar sağlamaya çalışan ayrıca tolumumuzun yozlaşmasında önemli rol oynadıklarını ve bu durumun önlenmemesi halinde inancımızın gerçek yapısından çıkma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtmem gerekiyor. Son olarak Köln kentin’de Kurmeş halkı tarafından yapılan Hızır Cem’ine dedeleri davetli olmasına rahmen gelmemiş çeşitli bahaneler ileri sürmüş öte taraftan diyanetle örtülü ilişkiler içerisinde olduğu gözlemlenmiştir. Dedeler taliplerin davetine yok deme şansına sahip değiller her ne olursa olsun mutlaka gitmenin koşullarını yaratmalılar yoksa bu kurumdaki statüleri ve samimiyetleride toplum nezdinde şaibeli olur inancımıza zarar verir.



Kültürel yozlaşmayı neler getiriyor?

Emperyalizmin dünyamız üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmektedir,özellikle yoksul ülkelerdeki gelir düşüklüğü yaşam standartını düşürdüğünde yozlaşma ve ahlaki çürüme daha erken ve hızlı bir hal almaktadır, Emperyalizmin yoz kültürü bu halklara empoze etmesiyle birlikte sosyal çöküntüyü de beraberinde getirdi. Eski Sovyet halkının pek tanımadığı; mafya, fuhuş, uyuşturucu vb. günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Vahşi kapitalizmin doğal sonucu olarak ortaya çıkan mafya hızla büyüdü. Her şehirde pıtrak gibi mafyalar doğuyordu. Ve Rusya’nın ekonomisinde söz sahibi olmaya başlamışlardı. Dersim de başta tinercilik omak üzere fuhuş hergün biraz daha yaygın hale getirilmeye toplumun bozulmasına çalışılmaktadır, Avrupa’da genç yaşta eşlerinden ayrılan bir çok genç tanımaktayız,kendi ailelerini tanımayan evlerine uğramayan çeşitli karanlık işlere karışan,disko ve gece hayatı bataklığına saplanan gençlerimiz kültürümüzdeki yozlaşmanın örnekleridir.Toplumu derinden etkileyen ve giderekten içselleşen kültürel çürüme daha yavaş ama daha etkili çalışan bu mekanizma emperyalist iklişkileri sağlamlaştıran bir yapıya bürünmüştür. Büyük bir kültürel yıkım, insani değerlerin yeniden tasfiyesi oldu. Uyuşturucudan fuhuşa bütün kirli işlerin artık birer kültürel öğe olarak geliştirilip kollanması, emekçi mahallelerinde yaşanan ağır tahribat, yoksulları yalvarmaya iten düşkün davranışların yerleştirilmesi, eskiden giysilerin içinde bir yere dikilen markanın bir teşhir unsuru olarak dışa dikilmeye başlanması, McDonald’s, Coca-Cola, kültürlerinin yaygınlaştırılması, vs. vs..

„Söz gümüş ise Sükut altındır“ derler ben sözümü söyler gümüşte kalırım, altını ise sözünü söylemeyene bırakıyorum. Bugün iyi, güzel, doğru ne geliştirebiliyorsak, hem kendimize, hem çevremize yararımız dokunur. Ne geçmiş bugünü kurtarır nede yarın, bugün yaşadığımız ve bir şeyler yapabileceğimiz tek gün. Yozlaşmış bir toplum kaybolmuş bir tarih ve değerler toplamıdır, elimizde fırsat varken bunları iyi kullanalım, yoz düşünceye karşı ancak şimdilerde mücadele etmek mümkündür sonrası gecikmiş bir çabadan ve pişmanlıktan başka bir şey getirmeyecekti.

Ali Haydar GÜRBÜZ
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.