Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Dersim, Diller ve Önemi

Kimilerine göre sadece bir il ve ilçeleri, kimilerine göre kocaman bir coğrafya,içinde bin yıllık köklere sahip Meşe ve Çam ağaçlarıyla,bir yılan gibi dağların ve ormanların eteklerinde kıvrıla kıvrıla bazen coşkun bazende suskun akan Munzur'uyla,Harçik deresiyle,Ağlayan Kayalar'ıyla,Pertek Kalesi'yle,Gelin Taşları'yla,Düzgün Baba'sıyla,Munzur Baba'sıyla,Axuçanı, Üryanxıdırı, Ananfatmasıyla,Ağbabasıylaönemli inanç merkezlerini içinde barındıran ve kızılbaş Alevilerin Kabesi diye adlandırılan ilahi bir coğrafya. İçinde binbir çeşit bitki örtüsüyle, mağaralarıyla her türlü canlıyı barındıran ,bin yıllık tarihi kültürüyle insanlığın iyi ve barışçıl yönünü yaşatmaya çalışan ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen, katliamlara uğrayan,göçlere zorlanan bir coğrafya şu  Dersim, kimilerine göre sınırları Maraş'tan,Erzurum'a ve Sivas'tan Malatya'ya kadar dayanan içinde çeşitli milliyetleri farklı dilleri barındıran koca bir coğrafya....

Evet Dersimi tanımlamak ve sadece bir tanımla yetinmek sanırım zor olsa gerek üzerinde belkide sadece bir tanımla yetinilmeyecek tek coğrafya parçasıdır şu Dersim. 

Can oy can

Ayakları karlı can

Saçları Nar'lı can

dersimden ayrı düşeli

 yüreğim zar'lı can

can oy can

ne zaman kalbim daralsa

yüreğim hüzne sevince bürünse

Dersimin dağlarında olasım gelir

Munzur suyuna kendimi atasım geli

rson nefesimi memleketimde veresim gelir....

A.Haydar Gürbüz                        

Dersimde ayrı düşen ve ayrı yaşayan her dersimlinin gün olmasın ki yüreği ve aklı Dersimde olmasın, gün olmasınki yaşadıkları acılı günleri hafızasının bir köşesinde şiiretürküye,romana veya hikayelere dökmesin,sazın tellerinde dillendirmesin,tarihinde ihaneti barındırmayan ve kendisine sığınan herkesi din,dil,ırk ayrımı yapmadan bağrına basan onu olduğu gibi kabul eden ve koruyan,sürekli mazlumun ve ezilenin yanında safını tutan asilane bir coğrafyadır şu Dersim. Dersim adına yeryüzünde ne kadar güzel kelime ve benzetmeler varsa buraya yazılmaya değerdir.Dersimde çeşitli halklar bir arada tarih boyunca kardeşçe,eşit ve paylaşımcı bir yaşam tarzıyla birlikte yaşamışlardır, bugünde bu yaşam felsefesi bütün güzelliğiyle devam etmektedir.

Eskide Osmanlıda yüzlerce halk bir arada yaşardı ama her halkın kendisine ait değer yargıları ve kültürel konumları vardı halklar bir arada yaşar gibi gözüküyordu fakat iç içe bir yaşam tarzı oluşturmayı başaramıyorlardı,sonuçta Osmanlı İmaparatorluğu dağıldı ve her halk kendi bağımsız devletini kurdu. Demekki halklar arasında ne kültürel birlik nede inançsal bir bütünlük sağlanamamıştı,kendilerine has fikir ve yöntemlere sahip olan bu halklar veya (topluluklar) diyelim,farklı siyasi yapılar içerisinde biribirinden ayrı çoğulcul bir toplum teşkili ediyorlardı. Gerçektende bu topluluklar karışmıştır,bir arada yaşamışlardır ama aralarında ne dini nede kültürel bir bağ kuramamışlardı.Her grup kendi dilini , kültürünü ve inancını kullanmıştır dolayısıyla Osmanlı bu toplulukları asimile edememiştir veya asimile etmeyi başaramamıştı. Her ne kadar Balkan ülkelerine zorla türkçeyi öğretmeye çalışmışlarsada bunda başarı oranı yakalayamamışlardı sadece balkan dillerine bir kaç türkçe kelime girmiş ve diller olduğu gibi bu halklar tarafından korunmuştur. 

Osmanlıların dağılma sürecinde bir çok etnik farklılıklar ortyaya çıkmış ulus devletler oluşmaya başlamıştı bu bağlamda da akademisyenler etnikliği ve etnik farklılıkları araştırmışlardır. O dönem itibariyle bu çalışmalar sınırlı kalmıştır. Nüfusun azalması, yoksullaşma, güvensizlik, düzenin bozulması, rüşvet yeme, entrika ve hilekârlıkların ortaya çıkmasının sorumluluğu Osmanlı’ya yüklenmekteydi. Günümüz Türkiyesinde de bu entrikaların devam ettiğini görüyoruz.Rüşvet ve çete bataklığına saplanmış bir Türkiye. Susurluk,Şemdinli,Ergenekon çeteleri vb.Buna geleneksel bir hiyerarşi de denilebilinir, yani Osmanlıda kalma bu hatalara hala devam edilmektedir.Eskide Osmanlılar Yunanlıları suçluyorlardı şimdi de Türkiye dış odakları suçluyor, anlayacağımız tiyatro hep aynı ama rol alan oyuncular zaman ve mekan farklı. İnsanlar kendi çıkarları gereği tarih boyunca savaşlar çıkarmış katliamlar yapmıştır.Kendi iktidarını kurma kendi kimliklerinin belirleyiciliğini başka topluluklara kabul ettirme çabası içerisinde olmuşlardır.Toplumların geçmişi,bugünü ve gelecekteki şekillenişi kimliklerin temelini ortaya koyacak ve şekillendirecektir.

 

 Bazı toplumsal cemaatler; soy sop veya inançsal Kimlikleri bir tarafa bırakılarak paranın hakim olduğu şirketleşmeye uyum sağlarlar (.rotary-masonlar-soroptiromistler vs.).(1) Kimlik sorununda en belirleyici olan ise hiç kuşku yokki o toplumun kullandığı iletişim aracı yani "Dil" dir.Bir dilin yok olması demek otomatikmen bir topluluğun veya bir halkın yok olması demektir. Buna bir örnek vermek gerekirse yaptığım araştırmada  rusya ile 30 yıl süren savaşlarından sonra, kafkasya’dan osmanlı’ya sürülen 25.000 civarında ubıh’tan ana dilini konuşabilenlerin sonuncusu, tevfik esenc, 1992’de, öldüğünde ubıhça’yı ana dili gibi konuşabilen kimse kalmamıştı.Gözüken o ki, tevfik esenç bu örneklerin ne ilki ne de sonuncusu. Dersim'de Zazaca(Kırmancki) konuşulmadığı takdirde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir dildir. Sadece konuşmakta yetmiyor hayatın her alanında,yanı iktisadi, ekonomik, edebiyat vb kullanılmalıdır en önemliside ana dil olarak okullarda çocuklara öğretilmelidir,yoksa önümüzdeki 30 yıllık süreç içerisinde insanlık tarihinde silinme tehlikesiyle yüzyüzedir. 

Peki   kaybolmaya mahkum dilleri kurtarmak mümkün müdür? Diller nasıl yok oluyor?

 Bu soruların cevabı çokta zor değildir, her dili konuşan bir topluluk olduğuna göre elbetteki her dilin kurtulma ve yaşatılma şansı vardır. Zaten hiçbir dil kendiliğinden yok olmaz, insanlar baskı ve zor olmadıkça yani mecbur bırakılmadıkça başka dilleri kendi toplulukları veya günlük yaşamları içerisinde kullanmazlar.Bir dilin veya dillerin yokoluşu herhangi bir sebepten dolayı, dili kullanan ırk veya grubun yok oluşu, nüfus azalması,asimilasyon gibi bir kaç neden sayabilirim. Ülkemizde Kürtçe ve zazacanın diğer doğal nedenlerden ziyade asimilasyona uğrayarak yok edildiği ve ettirilmeye çalışıldığı bir gerçektir. Baskı altında yaşamlarını sürdüren dillerin karşılaştığı en büyük problem asimilasyon. asimilasyon geçen yüzyıl başlarına kadar baskı ve zor kullanma ile kendini gösterse de, artık ekonomik ve buna bağlı kültürel yaygınlaşma ile oluşuyor. Ubıhlar rusların baskılarından kaçabilmek için kendi istekleri ile ubıhça’yı bırakıp abhazca ya da çerkezce kullanmaya başladıklarından bahsediliyordu, ancak günümüzde endonezya’da yerel 500 dil ve/veya diyalektiğin yokolmaya yüz tutmasının temel nedeni ingilizce temel eğitim ve ingilizce’nin sağladığı iş ve yaşam olanakları. Yakın geçmişte Dersimde yaşayan Kürtler  başka şehirlere gittiğinde baskılardan kendilerini korumak için dersimli olduklarını inkar decek kadar çekiniyorlardı, ne kürtçe nede zazaca konuşulmuyordu.Okullarda tamamen bu dillerin konuşulması yasaklanmıştı. 

şu anda dünya nüfusunun %96’sı, dünya dillerinin %4’ünü kullanıyor. bu büyük farkın kapanması veya en azından daha da açılmasını önlemek için bir takım çabalar da yok değil. tehlikede olan dillerinin kayıt altına alınması, yaygınlaştırılması amacıyla oluşturulan bir kuruluş olan foundation of endangered languages (tehlikede olan diller örgütü) bu tip araştırmalara kaynak sağlayabiliyor). 

Yaşadığımız koşullar,buna politik ve siyasi süreçlerde denilebilinir,günlük yaşamımızda ara ara bilincimizde bazı değişimler yaratmıştır,gelişmelere bağlı olarak bazen bilinçlibazende bilinçsiz tavırlar aldığımız olmuştur.Sürekli tavır aldığımız olaylara geçici veya basit bir gözle bakamayız. Kendimizi tanımlama gereği yaşadığımız coğrafyaya pratik,tarihsel,duygusal ve kültürel olarak bağlı his ediyorsak kendimiz için en iyi bu olduğunu kabul ediyorsak o zaman etnik anlamda da kendimizi tanımlamak ve aidıyetimizi ortaya koymak durumundayız.Etnik aidiyette kendimizi sürekli bir değişimin içine koyamayız neysek oyuz.Yaşantımızı ve geleceğimizi buna göre ayarlamak durumunda kalırız. Ülkeyi yöneten güçler şayet etnik yapıları tanımamazlıktan gelir onların haklarını gasp ederlerseburada insanlık adına büyük bir suç işleniyor demektir.Dersimde şu anda konuşulan iki önemli ana dil mevcuttur ve bu her iki dilde yasaklıdır.

Günümüzde adından bahsedilen "demokratik açılımlar" paketinde dahi bu dillerin serbestliği tam olarak konuşulmuyor. Kürtçe genel anlamda Zazacadan daha şanslı olmasına rahmen adında bahsettiğimiz bölge Dersim olduğuna göre,Dersim bölgesinde de büyük bir tahribat yaşıyor,şu anda Kürmeş köyünde dahi kimse çocuklarıyla ana dilini konuşmaya yanaşmıyor, tehlikenin boyutu aslında bütün çıplaklığıyla gözler önünde, diller serbest bırakılmadıkça okullarda eğitim dili olmadıkça, zorlamalarla bir yere götürülemez, nesil tükendikçe dillerde beraberinde ölür gider. 

 Zor niçin tercih edilir?  

Devleti yöneten iktidar partileri veya buna sistem diyelim şayet kendi içlerinde bulunan farklı etnik yapıları dıştalayıp haklarını gasp ediyorlarsa, bu etnik yapılar kendilerini itilmişlik duygusuna kaptırıp 2.sınıf vatandaşılığını kabul etmeyip elbetteki hertürlü hak arayışına yöneleceklerdir.Bu hak arayışları demokratik çözümlerle olmuyorsa o zaman birileri de zor olanı yani çatışmaları tercih eder.Zaten Türkiyede bugün bu dillerden bahsediliyorsa bu çatışmaların getirdiği bir sonuç olarak düşünülebilinir,Türkiye açısında yalnız dillerdeki bu problem değil inaç bazındada yasaklar mecuttur, mesela Alevi Kızılbaş inancında papılan Cem'ler yasaklanmıştı yani insanın en doğal hakkı olan ibadet etmeyi dahi yasaklamışlardı,dini anlamda da bu toplumu sunnilleştirme çabalarının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Son dönemlerde Politikacıların dilinde "Çok Kültürlülük ve Anadolu Mozaiği" kavramları düşmez oldu ama bütün bunlar, yukarıda bahsettiğim sorunlar yasal gövence altına alınmadıkça,uygulamaya konulmadıkça, politik kavramlar ve ayak oyunları  olmaktan öteye gitmeyecektir. 

birer birer

yüzer yüzer

dizilir gideriz

halkımızın dilinde

gönlünde yüreğinde

umut olur sevgi olur

özgürlük tutkusuyla

türkü olur dillenir gideriz 

bu umut bu sevda ve bu inanç oldukça yüreğimizde

biz bu davayı sonuna kadar sürdürür gideriz

 kimse beklemesin bizde

 teslim olmayı

bu uğurda yaşamını yitirenleri unutmamızı

kimse beklemesin bizden

dilimizi külütürümüzü inancımızı ,doğamızı unutmamızı

kimse beklemesin bizden

memleketimizden ayrı yaşamamızı 

yeterince kaybettik

başka dillerle eğitimlere başladık

asimile olduk ve hala olmaya devam etmekteyiz

dur demeye fazla vaktimiz kalmadı

 yaşamı sağır kulaklarımızla dinlemeyeceğiz

açacağız sonuna kadar

 ve hiç bir kelimeyi kaçırmayacak kadar

dinleyeceğiz,duyacağız

 kör gözlerimizle bakmayacağız gözlerimizi

açacağız bakacağız

görebileceğimiz en uç noktasına kadar

kimse bizden duyduklarımızla gördüklerimizle öğrendiklerimizle

susmamızı beklemesin......

A.Haydar Gürbüz 

Amerikan yerlisi darryl babe wilson’ın dediği gibi: “bu dünyada hayatta kalabilmek için beyaz adamın dilini öğrenmeliyiz, ama sonsuza kadar yaşamak için kendi dilimizi  bilmemiz gerek.” 

Diller niçin bu kadar önemli?

 Bakınız crystal dilleri neden bu kadar önemsemeliyiz sorusuna beş temel başlık ile cevap veriyor. kültürel farklılıkların getirdiği değerlerin korunması, kimlik değeri sağlaması, içinde tarihi bilgileri barındırıyor olması, insan bilgisinin genel bir toplamı olması ve kendi açılarından ilginç konular içeriyor olmaları. Son yıllarda yazılı ve görsel basında etnik dillerde yayın serbestliğinin kısmende olsa oluşmasıyla beraber kimlik sorunuda aydınlar tarafından gündeme taşındı.

 Medyada sık sık alt kimlik-üst kimlik kavramları yazılır oldu. Bazı guruplar biz alt kimlik değil, kurucu unsuruz tarzında serzenişlerde bulundular. Kavram olarak Alt kimlik; bir insanın içinde doğduğu etnik ve/ veya dinsel gurubun kimliğidir. Üst kimlik ise; belirli bir halkı ve devleti bir arada tutabilmek için devletin vatandaşa empoze ettiği kimliğidir.Alt- üst kimlik arasında çok ciddi yakın ilişkiler vardır.(2) Etnik yapının tanınmadığı ve tek millet, tek ırk, tek din mantığının sürdüğü bir ülkede medyada konuşulan bu kimlik sorununda da bir yerlere varılmayacağı açıktır. Çok kültürlülük ve Anadolu mozaği kavramları son dönemlerde her kesim tarafından sık sık kullanıldığını yukarıda kısaca belirtmiştim.

 Yaşadığımız çağda dünya üzerinde 200 civarında egemen devlet ve yaklaşık 6500 dil konuşulmaktadır. Bu yüzden çok kültürlülük ve çok dillilik bütün devletler için söz konusudur.Anadolu Mozayiği kavramı ise aslında içinde gizli bir asimilasyon politikasını içermektedir.Duygu temelinde Anadolu halkını kimliklerinden koparıp iktidarın sistem çalışmalarına uygun hale getirilip uzun bir sürecin sonunda Asimile etme politikasindan başka bir şey değildir. Anadoluda varsayılan dilsel ve etniksel çeşitliliğinin geleceği hiç bir şekildegüvence altına alınmış değil. Dillerin büyük bölümü ekolojik , ekonomik, ve siyasal baskılar gibi nedenlerle yok olmaya devam ediliyor.Dilsel çeşitliliğin geleceği güvence altında değildir."Dil insanlığın ortak mirasıdır" kavramı sadece söz veya yazıda ibarettir.Başka dillere aynı çatı altındasaygı duymak ve yaşamasını sağlamak ancak bu kavramın içeriğini doldurabilir.

Her bir dil sistem ve yapısı ile uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür. İbrani’ce İsrail’e yakın zamanda taşınarak resmi bir dil olarak yaşama hakkı bulmuştur. Dilbilimci Gregory Anderson, “Dilsel yapılar da yok olmaktadır,” diye yakınmaktadır. “Burada yok olan insanlık için ortak değerlerdir.” Aynı zamanda Oregon’daki ‘Living Tongues Institute for Endangered Languages’ (Tehlikedeki Diller İçin Yaşayan Diller Enstitüsü) Direktörü de olan Anderson’a göre ayrıca Kanada’nın British Columbia eyaletinde bulunan Queen Charlotte (Kraliçe Şarlot) Adası ve Alaska yerlilerinden sadece 50 kadarının konuşabildiği Haida dili de, “kesinlikle umutsuz, çaresiz bir durumda”.

Anderson, dünyadaki öteki dillerle bir bağı/bağlantısı olmayan ve iki lehçesi bulunan Haida dilini “büyüleyici” olarak vurgulayıp, “Bu özelliği de bu dili eşsiz yapmaktadır,” dedi. “Bir dil yok olduktan sonra o dilin nesli de ulusu da onunla birlikte yok olur gider.”

  Genosit’e tabi olmuş hiçbir halk dilini ve kültürünü geleneksel değerlerini kaybolmasını istemez.Alman Nazizminin ırkçı vahşeti Yahudi soykırımı vahşeti belleklerimize kazınmıştır.Bugün Nazi vahşetini belleğinde silmek istemeyen binlerce insan hala Dachau kampını ziyaret edip faşizme lanet okumaktadır.Dünyada soykırıma maruz kalmış halkları herkes çok iyi bilir. Dersim halkı 38 de katliama hatta bir soykırıma mahsur kaldığında aynı zamanda sahip oldukları dillerinkültürlerin talanınıda beraberinde yaşamışlardı, 38 sonrası ve öncesi yaşanılan sürgünler ve zorunlu göçler asimilasyonu dahada hızlandırmış vahim bir hale getirmiştir. Kafkasya da asırlardır kardeşçe bir arada yaşayan halklar milliyetçilik dalgasına yakalanarak birbirlerine düşman edilmektedir. Dersimde diller kısmen farklı olsada veya farklı iki dil olsada ayrı iki ulustan bahsedemeyiz bu büyük bir yanılgıyıda beraberinde getirir, eğemen güçlerin bölgeyi bölme parçalama ve zayıf düşürme politikalarınada müsait bir hal alabilir dikkat edilmesi gerekiyor. Dilin en önemli yanı toplumdaki kültür karakter ve sosyal ilişkileri belirlemesidir. Binlerce yılda oluşan dil ile beraber sosyal yaşamı düzenleyen –töreler, bunları yaşatan masallar, destanlar ,atasözleri , dille birlikte oluşmaktadır..

Yani Bir dilin yok oluşu binlerce yıllık kültürel kazanımın yok olması anlamına geliyor.

Toplumsal yozlaşma denilen olgu da dilin ölümüyle beraber ortaya çıkıyor.Dersim sorunu yalnızca askeri bakımdan çözmenin yetersiz olduğunu belirten Kemalist ideoloji sorun olarak gördükleri Dersimi bifiili olarak ortadan kaldırıp soykırıma varana kadar çeşitli politikalargeliştirdiler, Sürgüne yollanan dersimli ailelerin aynı bölgede olmamalarına önemle dikkat ettiler,bunun altında yatan esas neden ise aynı yerde ikamet etmeleri halinde bu ailelerin kendi dillerini ve aidiyetlerini unutmayacaklarını sürdüreceklerini dolayısıyla yapılmak istenen asimilasyon politikasınında gecikebileceğini veya başarılamayacaği endişesini içermekteydi.Nitekim Sürgüne gönderilen dersimli aileler de kendi dillerini, kültürlerini ve inançlarını hertürlü baskıya karşın korumuş ve günümüze kadar getirmeyi başarmışlardır.

 ANF NEWS AGENCY     KAYNAKLAR. “Ferit BARUT Hümanite 10.Sayı”(1)
“Baskın ORAN Azınlık hakları”(2)
“Petar Dimitrov KOVACHEV” KAF FED .Konferansı bildirisi.(3)
“Prof. Sumru ÖZSOY –KAF FED Dil konferansı
 Eraydın Virtanen, Özlem, Dil Hakları ve Dil Politikaları Özerman, Elif, Kültürel Haklar ve Dünyadaki Uygulamaları Dr. Milay Köktürk, Birey Toplum ve Siyaset“Dil Ölümü (Language Death)” – David Crystal
“Doğanın Diyalektiği” – Friedrich Engels
yeni dünya düzeni kemalizm ve türkiye, metin aydoğan