Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Toplumumuzda Dini Etkiler

Yer yüzünde canlıların oluşumuyla birlikte başlayan yaşam mücadelesi insanlığın doğuşuyla beraber günümüze kadar çesitli evrelerden geçildikten sonra gelinmiştir, bu süreçler içerisinde bazı canlı türlerinin nesilleri tükenirken büyük bir bölümü de evrimleşerek hala yaşamlarını sürdürmektedirler. İnsanlar yaşamlarını sürdürürken beraberinde dağınık yaşamdan toplumsal yaşama geçmiş çesitli zorluklara karşi birlikte mücadele etmesini ögrenmis ve beraberinde oluşturdukları toplumsal kültürleri de ilk dönemlerde çesitli simgelerle, resimlerle sözlü olarak daha sonraları, özellikle Sümerler döneminde, yazının bulunmasıyla birlikte yazılı olarak sürdürmüşlerdi. İnsanların yaşantıları esnasında karşilaştıkları ve aşamadıkları kendilerinden daha güçlü, olağanüstü gördükleri olayların karşisında bu olaylara ve güçlere sebebiyet veren olağanüstü bir gücün bir yaratıcının olduğunu ve bununda tanrı olduğunu ileri sürmüşlerdi.İşte bu aşamada sonra Din bulgusuyla bütünleştirilen bu olağan üstü gücü evrenin yaratıcısı olarak tanımlamışlardı.Ulaşamadıkları elleriyle dokunamadıkları güçlere tapmış güneş tanrısı, ay tanrısı savaş tanrısı, iyilik tanrısı,kötülük tanrısı v.b. gibi çok tanrılı ilahi adlandırmalar yapmışlardı.

İnsanlığın oluşumuyla birlikte üstesinden gelemedikleri zorlukları veya olağanüstü gördükleri güçlerden dolayı bunların nedenlerini farklı bir güce bağlamış, zamanla çesitli inançlar yaratmış ve buda tarihin belli bir sürecinde çok dinliliği doğurmuştur.Her inanç çesitli toplumlarda farklı şekillerde anlamlandırılmış çesitli egzersizlerle,kurallarla dini vecibeler yerine getirtilmeye çalisilmistir.Bu egzersizlerin ne anlama geldiği konusunda ilk dönemlerde kimsenin bir bilgisi olmamıştır.Her birey kendi yüreğinde bu egzersizleri anlamlandırmış buna göre de dini görevlerini, tanrıya karşi olan ödevlerini yerine getirmiş sayıyorlardı.Dinler eskiden beri insan yaşamında çok önemli yer tutmuş ve hatta yaşamlarında belirleyici roller oynamışlardır.Dini vecibeleri yerine getirenler kendilerini rahat ve huzurlu hissederler,kendilerinin tanrıyla bir bağlantılarının olduğuna inanırlar.Dünya üzerinde eskiden günümüze kadar gelen dinlerin içerikleri aşağı yukarı aynı olmakla birlikte hepsinin de ortak yönü tek tanrı ve ruhsal dünyaya açılan bir pencere olmalarıdır.Dini inançların bizlere verdikleri mesajları anladıktan sonra günümüzdeki din olgusu geçmişteki anlamında çikmis daha evrensel ve kozmik bir görüntüye bürünmüştür. İnsanlar yaşadıkları dönemlerde bir çok zorlukla karşilaşmış bu zorlukları aşma mücadelesiyle birlikte yaşamı ve paylaşimı ögrenmis daha sonraki dönemlerde teknik yöntemler geliştirilmiş felsefi alanda gelişmeler kaydedilmiş bunlara paralel olarak bilim ve tıp dünyasını oluşturmuştur. Dinin katı kuralları kırılmıştır,bazı ülkelerde hala bu katı kurallar devam etse de bu kurallar giderekten kırılmaktadır.İslamiyetin yayılmasında sonra Ortadoğu ve Asya’da bir çok farklı din baskıyla yok edilmiş ve sindirilmiştir, insanlar zoraki inançlarını değiştirmiş yaşamlarını devam ettirebilmek için İslam dinini kabullenmişlerdi.Halife Ömer döneminde işgal edilen Mısır'da iki büyük dinin etkisi vardı, bir bölümü Tevrat’ta diğer bölümü ise İncil’de etkilenmişlerdi, fakat Müslümanların Mısırı işgal etmesiyle birlikte bilim alanında da ilerleme yapan Mısırda aşağıya iniş başlamış ve İşgal ordusu ilk olarak "İskenderiye okulunu" yakmıştır,bu yakış tarihe İskenderiye kitaplığının yakılı olarak geçmişti.Mısırı yöneten Firavunların askeri güçleri olmadığında zorunlu İslam dinini kabul etmişlerdi fakat özellikle İskenderiye okulu ögrencileri ve mezunları İslam dinini farklı şekilde Ezoterik bakımdan anlatıyor ve yayıyorlardı bu çalismalar neticesinde İslam Tasavvufu ve Batini İslam Ezoterizmi ortaya çikmisti.Özellikle batini düşüncesinin ortaya çikmasiyla birlikte Allah'a ibadet olgusu yerini Tanrı-Evren-İnsan üçlemesinde oluşan “varlığın birliği” ilkesine bırakmıştı.O dönemlerdeki dini otoriteler bunu bir dini sapkınlık olarak değerlendirmişlerdi.Batini çalismalar daha sonra filozofların felsefe çalismalarına da yansıyacaktı, sonraki süreçte bazı Filozoflar kendilerine "Sufi" adını verdiler.Akıl-Hikmet ve Bilgelik anlamına gelen yunanca "Sofo" kelimesi İskenderiye okulu ögrencileri tarafında bu nedenlerle seçilmişti. Sufilere göre "Arifler için din yoktur" çünkü onlar için din işlevini doldurmuştur.Tasavvuf geleneğinden gelen "Sufi" düşüncesine sahip bir çok bilge kişiliğin olduğunu biliyoruz bunlardan Ahmed Yesevi, Hacı Betaş ı Veli,Mevlana, Taptuk Emre ve Yunus Emre' yi sayabiliriz.1260 lı yıllarda düşünceleriyle Anadolu’yu baştan başa etkisi altına alan Yunus Emre'ye Cennet sorulduğunda şöyle bir dörtlükle yanıt veriyordu.

cennet cennet dedikleri
bir kaç köşkle bir kaç huri
isteyene sen ver onu
bana seni gerek seni

yine bir dörtlüğünde “ete kemiğe büründüm/ Yunus diye göründüm” diyerek tanrıyı içselleştiriyor.

Batini inancının üzerinde durma nedenlerimden biri bu inancın aslında günümüzde özellikle Anadolu Alevilerinde belirgin bir yönünün ve etkinliğinin hala bulunduğudur. Sufi inancı tarikatlar aracılığıyla Sufi eğitimi almış Mürşidler tarafından yapılmaktaydı.Her Mürşid kendi yetkinliği çerçevesinde ögrenci yetiştirebilmekteydi.Sufilerin kimlikleri son derece gizli tutulurdu.Sufiler de müzikler eşliğinde dans ve zikir ederlerdi.Sufiler eğitim esnası ve sonrasında halktan kopuk yaşamamayı ilke edinmişlerdi.Bu madde Sufizmi diğer bir çok dinden ayırt etme özelligi taşiyordu.Günümüzde alevi inancı taşiyan ve bu inanca hizmet eden Dedelerin veya ocakların kapılarını halka açmaları buradan gelmektedir.Sufilerin en son ulaşabildiği mertebe "Ariflik"mertebesidir, buraya ulaşmak oldukça zordur.Nasıl ki günümüzde Dedelik mertebesine ulaşmak kolay olmuyorsa ve belli şartlar gerektiriyorsa o dönemlerde de Sufiler için benzer kurallar geçerliydi.Sufilerin ileri sürdükleri bu inanç tarzları aslında İslamiyetin içinde değerlendirilmelidir, Anadolu’da İslamiyetin yayılmasında Sufilerin rolleri oldukça büyük olduğu bilinmektedir. İslam dünyasında büyük etkiler yaratmış Sufiler diğer mezhep ve tarikatlar tarafından sevilmemiş zaman zaman ağır eleştirilere ve hakaretlere maruz kalmışlardı,hatta bir çogunun derisi yüzülmüş kafaları kolları kopartılarak vahşice öldürülmüslerdi.Bu Sufilerden biri olan Hallac-ı Mansur İnsan-Tanrı-Evren üçlemesini savunan yani diğer adıyla "varlık birliğini" ssonraları yaydığı bu düşünceleriyle Anadolu ve Balkanları etkisi altına almıştı.Hallacın görüşlerinin en çok etkilendiği ve yayıldığı bölge ise Horasan bölgesidir.Bugün bir çok Alevi ve Bektaşi atalarının Horasan’da geldiklerini belirtmektedirler.Anadolu Alevi Bektaşiliğinin inanç ve kültür kaynağı buraya dayanmaktadır.Hallac-ı Mansur "kendini bilen tanrıyı bilir.." "Enel Hak" demesinin altıda da bu mantık yatmaktadır.Hallac-ı Mansur'un bu düşüncelerini terk etmesini isteyen dönemin hükümdarları İslam dinine karşi bir tehlike olarak algıladıkları bu gelişmelerden rahatsız olduklarından Hallac-ı Mansur'u katlederler. Sufilerin bir takipçisi gibi gördüğüm "Melametilik" aslında felsefi bir akımdır.Bu akımda halktan kopuk yaşamak yerine halkın arasına katılmayı ve halka belli bir oranda sırlarını açmayı yeğlerlerdi.9.yy.da Horasan’da baş gösteren bu düşünce özellikle ünlü tasavvufçu Ahmed Yesevi tarafından yaygınlaştırılmıştır.Bu düşünce daha sonra Anadolu’da "Ahilik"in temellerini de oluşturuyordu.
Tarihte batini isyanları olarak tanımlanan, Selçuklular döneminde meydana gelen “Babailer İsyanı” 1519 yılında başlayan ve yıllarca süren “Celali İsyanları”Osmanlılar döneminde oluşan “ Şeyh Bedrettin Ayaklanması” gibi tarihi öneme sahip isyanları sayabiliriz.Babailer İsyanının oluşumunda arka planda büyük etkisi olduğu belirtilen Hacı Bektaş ı Veli Yesevilerle birlikte Horasan’da Anadolu’ya gelmiş ve yerleşmiştir. Bektaşilik 19 yy başlarına kadar Alevi örgütlülügünün en üst mertebesi veya kurumu olarak bilinmekteydi. Osmanlıların özellikle Alevi boylarına karşi yürüttükleri katliamcı politika Bektaşileri ilk dönemlerde içermemekteydi nedeni ise Bektaşilerin o dönemde Osmanlıların vurucu gücü olan Yeniçeri birlikleri ile aralarında güçlü bağların olmasıydı.Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla Bektaşiler de büyük zarar gördü. Anadolu’ya gelip yerleşen Alevi boyları ve Bektaşiler Türkçe’yi ibadet dili tapınma dili olarak kabul etmişlerdi günümüze kadar sürdürmüşler.Bu durum Alevilerin asimile edilmesinde büyük etken olmuştur.Maraş ve yöresindeki Alevilerin bir bölümünün ana dilleri Kürtçe olmalarına rağmen ibadet dillerini Türkçe olarak yapmaktadırlar.Dersim’de yaşayan Alevi Kürtlerde dua ve cemlerini genellikle Türkçe yapmaktadırlar,bunda en büyük etken ise Dedelerin bir çogunun Kürtçe bilmedikleridir. Zazaca konuşan Dersimli’ler ise ibadetlerini kendi dillerinde yapmaktadırlar. İnanç dili olarak kullanılan bir başka dil ve onu kullanarak bölgenin yerel dillerini bir kenara bırakan bu yapılar,ocaklar veya dedeler bu halkların daha hızlı asimile olmalarına neden olmaktadırlar.

Yukarıda farklı bölgelerde gelen ve Anadolu’ya yerleşen Alevi boylarının kendi dillerinde ibadet etmedikleri rejimin dilini ögrenip yaşamlarını sürdürmek adına ibadetlerini ve dualarını iktidarın dilinde yapmak zorunda kaldıklarını belirttim.İslam dininin yayılmasından sonra Ortadoğu ve Asya’da bütün dengeler bozulmuş insanlar büyük topluluklar halinde dinlerini değiştiriyorlardı,İslam dinini benimsemeyen veya farklı düşünenler başka yerleşim alanlarına doğru göç ediyor ve bu göç süreklilik arz ediyordu.Anadolu’da var olan yerel inançlar artık inkar ediliyor veya gizli tutuluyordu. Dini ve etnik farklılıklarından dolayı ki özellikle dini farklılıklarından dolayı katliama uğrayan bölge insanları kendileri için güvenli gördükleri dağlık alanlara çekiliyor ve orada yaşayan diğer halklarla birlikte yaşamlarınısürdürüyorlardı.Horasan’da yaşayan aleviler Suriye’de yaşayanlar ve Dersimde yaşayan Alevilerin kaldıkları yerler genellikle yüksek ve ulaşilması zor yerler olmuştur. Baskı ve zorba yönetimlerden kaçan Aleviler genellikle dağlık daha sonraları da kırsal alanlarda örgütlenmislerdi.Dersimde yaşayan Alevilerin kendilerine ait inanç merkezlerinin olduklarını biliyoruz, aynı durum diğer bölgelerde yaşayan Aleviler içinde geçerlidir. Dersimde ibadet merkezleri olarak bilinenlerden Axuçan,Üryanxidir,Düzgün baba,Ana Fatma ve yine yerel anlamda giderek kutsanan Kürmeş köyünde bulunan Ağbaba türbesi. Bu ocaklarin veya ibadet yerlerinin içerikleri tam olarak bilinmemekle birlikte detalı açıklamaları da yoktur, her birey yüreğinde hissettiği ve zikr ettiği gibi ziyaretlere gider ve ibadetini yapar.Bunların haricinde Alevi köylerin kendilerinden uzak ocaklara taptıkları da bilinmektedir.Bu ocakların çogu uzak kentlerde mekan tutmuşlardır.Aleviler içlerindeki sevgiyi kutsadıklarından ocaklarına bağlı kalmışlardı. Bu ocaklara bağlı dedeler yılda birkaç kez köylere uğrar cem bağlar ve köylülerin kısmen kavgadan veya anlaşmazlıktan kaynaklı sorunlarını karakollara taşimadan çözerlerdi.İnançlarını her türlü baskıya rağmen koruyan Alevi halkı dünü düşüncelerini serbestçe anlatamıyor normal yaşamlarında umumi bir tarza dönüştüremiyordu.1984 den sonra başlayan Kürt Ulusal Hareketi Türkiye’de Alevilerinde süreç içerisinde örgütlenmelerini sağlamış ve bir çok Alevi derneği ile birlikte Cem Evleri açılmıştı. Resmi ideoloji her ne kadar mantıki olarak alevi inancını kabul ediyor gibi görünüyorsa da anayasal zemine oturtmadığı ve Alevi haklarını güvence altına almadığı müddetçe pekte gerçekçi gözükmüyor.zaten son yıllarda alevilerin bir çogu “Alevi inancı islamiyetin içinde bir din midir değil midir?” sorusunu tartışır oldu.Aleviliği islamiyetin dışında savunan büyük bir kitlenin olduğu göz önüne alınmalıdır.

Alevilik İslamiyetin dışındamı? Sorusuna yanıt ararken bazı kavramlara da açıklık getirmek gerekiyor.Yukarıda bahsettiğim “Batini”, “Sufizm” gibi dini akımların felsefi ağırlıklı oldukları görülmektedir.Aleviliği genel anlamıyla felsefi bir düşünce olarak tanımlamak çokta gerçekçi değildir, özellikle son yıllarda Cem Evlerinde yapılan Cem’lerin bu düşünceyi tamamen ortadan kaldırdığını ve Aleviliğin evrensel özünün daraltılmaya ve belli kural kaidelere sıkıştırılmaya çalisildigi gözlemlenmektedir. Aleviliğin felsefi ağırlıklı bir inanç olduğu savunulur ama kurallara oturtulmaz yani her kes kafasına göre bu inancı değerlendirebiliyor,esnektir çek çekebildigin yere. Aleviliği İslamiyetin dışında bir din olarak tanımlarken bir takım kavram veya adlandırmalarında açıklığa kavuşturulmasında yarar var sanırım.

Hz.Ali’nin ölümünden sonra Aleviliğin oluştuğunu ve Müslümanlardan farklılaştığını vurgulanmaktadır.Acaba Ali isminden alınan Alevilik mi? Savunulan, şayet Alevi ismi Aliyle birlikte anılıyor ve bu isim Ali’den geliyorsa o zaman Aleviliği islamiyetin dışında değerlendirenler hangi adla değerlendirecekler? Alevi inancı islamiyetten önce hangi adla anılırdı? Kızılbaşlılık nerden geldi ve adını nerden aldı? Şah Hatayi’den önce miydi? Yoksa sonradan mı? Kanımca bütün bunları tartışmak kimseye bir yarar getirmeyeceği gibi toplumsal inancı da bir kaosa sürükleyecektir.Ateist düşüncelere sahip olanlar için sorun olmaz ama herkes yüreğinde bir parça inançlıdır. İnançlı olmak zararlı olmadığı gibi körü körüne inanmak ve tapmanın da Zaralı olacağını bilmek gerekiyor.