Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

TÜRKİYE’DE DEVLET AYGITI VE YARATTIĞI SİYASAL YELPAZELER:Onur Durmuş

 Türkiye Cumhuriyeti   89 yıllık serüveni  boyunca  bir türlü  istediği gelişmişlik düzeyini  yakalayamamış ,  demokrasisini rayına oturtamamış  ve sorunsuz bir devlet  yönetimini    başaramamıştır. Baltık ülkelerine  has bir gelişmişliği ve demokrasi algısını, jeopolitik konumu ile devraldığı miras itibariyle,  içselleştirmesini  beklemek   pek mümkün değildir.Başına gelen her durumdan ‘’dış mihrakları’’ sorumlu tutma geleneğini  benimseyen, öz eleştiri özürlü bu sakat anlayışın her seferinde dışarıda düşman bulma hevesi mevcut hiçbir sorunu çözmediği gibi sorunları kangren haline getirerek büyütmeye devam etmiştir. Bu yazıda malum  ‘’dış mihraklardan’’ ziyade bu durumun müsebbibi olan iç dinamikleri irdeleyeceğiz.

     Osmanlı İmparatorluğu durakladığını fark ettiğinde artık Avrupa önlenemeyen  bir yükselişin içersindeydi.Kurtuluş çözümünü  çeşitli  reçetelerden arayan  Osmanlı için 20. Yüzyıl kaçınılmaz bir son olmuştur çünkü batıyı taklit etmekten ve tepeden inme dayatmacı bir anlayıştan asla vazgçeçmemişlerdir.20. yüzyılın başlarında, ileride kurulacak olan  Cumhuriyetin  bir anlamda ideolojik temelini oluşturan İttihat ve Terakki anlayışının temsilcileri, ister istemez, Osmanlıyı  sonu bilinmeyen bir maceraya sürüklemiş ve bunun sonunda ülkeyi terk edip kaçmışlardır. İttihat ve Terakki kuruluş anında çeşitli fikirleri bünyesinde barındırsa da genel anlayış Türkçülük  ve batıcılık üzerine şekillenmişti. Bu durum Fransız İhtilalinden dolayı  zaten yangın yerine dönen imparatorluk  için, önü alınamayacak yangına benzin dökme etkisi yaratmıştır.Burada bizi ilgilendiren husus zaten çökmeye mahkum olan bir imparatorluğun toprak bütünlüğünden ziyade, bu anlayışın  yüzyıllar boyu beraber yaşayan Anadolu halklarına yaşattırdığı  acılardır.Ne yazık ki kurulan yeni cumhuriyet de bu anlayışın devamı niteliğinde  varlığını şekillendirmiştir. Tek tipleştirici ve asimilasyoncu anlayış günümüze dek uzanan  bir çok sorunun varlığında yatan en önemli nedenlerdendir.1921’in ruhuna aykırı olarak şekillenmiş bu durum  Anadolu toplumlarında büyük travmalar yaratmıştır  ve  bugün bile bu travmaların etkilerini  görmek mümkündür. Dersim  de yaşatılan acılar bugün bile  dersimlilerin ağıtlarında, türkülerinde ve efsaneleştirdiği karakterlerinde yer almakta, toplumsal belleğinin  genetik karakterinde varlığını sürdürmektedir.
   Türkiye siyaseti  hala 20. Yüzyılın başlarında şekillenen  ulusalcı-milliyetçi,  elitist  siyaset yaklaşımı  ile muhafazakar-liberal anlayışın mengenesi  arasına sıkışmış durumdadır.Bu yaklaşımların görünür de farklı politikaları savundukları algısı olsa da  aslında Türk-İslam sentezi politikalarda birleştikleri su götürmez bir gerçektir.Mevzu bahis bu olunca ortak dilleri olan ‘’ya sev, ya terk et’’çi zihniyeti kusmaktan çekinmemektedirler.  Bundan dolayı Türkiye halkının düzen içerisindeki siyasal  tercihleri  hiçbir zaman sorunlarının çözümüne katkı sağlayamamıştır.Bu durumun aynı zamanda siyasi  manada kısırlığı da getirmiş ve toplumun ideolojik bilincinin yükselmesine de mani olmuştur.Eğer  Türkiye tarihi incelenirse sistemin bu iki ana akım dışında yükselen hiçbir ideolojinin varlığını sürdürmesine izin vermediği ve toplumda karşılığı olup da yükseliş trendine giren bir ideolojinin  anında ne  denli büyük bir şiddetle bastırıldığı görülecektir.Bugün bile bu iki akımın iktidar mücadelesi  sözde hukuk zemininde  teatral mizahın konusu haline gelmiştir.Bu mücadele dün vardı, bugün var ve yarın da var olacaktır.Bu mücadelenin dönemsel kazananı kim olursa olsun tek realite şudur ki kazanan tarafın yoksul Anadolu halklarına bir faydası olamaycaktır.Tarih bunun böyle olduğunu göstermiştir ve hala yaşanılan acılar bunun böyle devam edeceğinin çok acı örneklerini oluşturmaya devam etmektedir.Bu iki taraf kendi burjuvazilerini palazlandırmaktan gayrı halihazırda yaşanılan hiçbir acının dermanı olamamışlardır.Ne yazık ki bu iki akımın anlaşabildiği tek nokta acımasızlıktır, yaşanılan ölümlerden bile acı duymayacak kadar vicdansızlaşılmış ve bu  toprakların en öz değerlerine bile yabancılaşmışlardır.
  Bu ülkede egemenlerin var ettiği kimlik, din-vicdan, cinsel ayrımcılık, gelir dağılımı adaletsizliği vb. bütün problemleri mevcut  siyaset alanıyla çözümlenmesi  mümkün değildir, çünkü  sorunu yaratan  düşünce tarzı ile sorunlara çözüm bulmak imkansızdır.Mevcut sistem bu sorunları erteleyerek günü kurtarmak adına demagojik yaklaşımlar dışında politikalar üretememiştir.Bundan sonrada üretemeyecektir, çünkü tabiatına aykırıdır.Sistemin var oluşunun dayanak noktalarından bir tanesi de bu sorunlar üzerinden geliştirilen  korkulardır.Sunni korkularak yaratılarak meşruiyetini devam ettirmek peşindedir.Bu da göstermektedir ki  bu sorunlar  sihirli bir değnekle veya  tepeden inmeci -dayatmacı anlayışlarla  değil  ancak ve ancak  her türlü ulusalcı-dinci yaklaşımlardan  uzak, halkların kardeşliğine ve eşitliğine dayalı, insan merkezli bir ideolojinin tesisiyle mümkün olacaktır. 
  Bu ülkenin  demokratları, sosyalistleri, aydınları en genel tabiriyle devrimcilerini, yani bu ülkenin halklarına sınıfsız, ayrıcalıksız toplum özlemi büyütenlerin, 1980 toplum mühendisliği hareketi ve bu harekete döşenen kilometre taşlarında, idamlarla, ‘faili’ meçhullerle, işkencelerle  sindirilmesi sürecinde  sistem kendini yeniden var edebilmiştir.Şu unutulmamalıdır ki aynı koşullar altında her neden aynı  sonucu doğurur.Türkiye sosyalist hareketi  günümüzde her ne kadar bölünmüşlük tablosu çizse de  eninde sonunda bütünlük  içerisinde mücadeleyi  büyütecektir.Egemenlerin  ile halkın savaşı tarihin bir diliminde bir cephede kaybedilmiş olabilir ama bu bir bütün olarak savaşın kaderini belirleyemeyecektir.
  Düzen her ne kadar çeşitli varyasyonlarla  süreç içerisinde kendini  restore ederek var olabilme çabası gösterse de ahlaki yozlaşmışlığa ve kokuşmuşluğa mahkumdur.Türkiye halklarının mücadelesinin  sonu mutlak zaferdir,  bu tespit kalıplaşmış ideolojik bir çerçevede değil,  bilimsel bir gerçekçilik içinde kendini gösterecektir. Bu tespitin en önemli dayanağı ise ezilen Türkiye halklarının içinde barındırdığı devrimci potansiyeldir.