Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Koçgirili Hasret’e...Çilem Öz

Sivas’ta Kürt kökenli Alevi inancına mensup halkın yaşadığı çorak toprakların genel adı dır Koçgiri. Çoraklığı yalnız ikliminden gelmez yaşadığı ağır travmalar da bu toprakları çoraklaştırmıştır. Bir toprağın altında yatan çoksa üstünde de bereket kalmaz. Topal Osman Koçgiri’ye girdikten sonra nüfusun yarısı öldürüldü yani iki kişiden biri öldü. Yaşanan bu trajedinin yasını,  giydikleri siyah elbise ve taktıkları siyah puşiler ile geçmişten bu güne taşıdılar Koçgirili kadınlar. Dünyanın neresine giderlerse gitsinler Dersim kadınlarının şalvarlarıyla tanınması gibi onlarda siyah puşileri ile hemen ayırt edilirler. Ateşi, suyu, güneşi kutsamış bu insanların ağzından çıkan en ağır beddua  ‘ocağın sönsün’ iken hiç ölmek ve öldürmek üzerine hayatlarını kurmamışken, katliamlar, yangınlar, sürgünlerle yok edilmeye çalışılmış bir bölgedir Koçgiri,yok edilmek istenen  bir halktır Koçgirili.

Hasret Gültekin de Koçgiri bölgesinde yer alan Han köyünde 1 Mayıs 1971 de dünyaya gelir. Sivas merkez ve ilçelerine hiçbir zaman yerleşemeyen Sivas Alevileri köyden kente göçü hep uzak diyarlara olmuştur. Bir dönem Ankara’ya trenler dolu gidip boş gelmiş bölgede önemli bir nüfusken küçük bir azınlığa dönüşmüşlerdir. Hasret Gültekin’in aileside böyle bir süreçte İstanbul’a göç eder. Süpürge ile antrenmana ne zaman başladı bilinmez ama ilk bağlamayı eline aldığında henüz okula başlamamıştır. Kalemden önce bağlama tutunca eller başarılı bir öğrenciliğe rağmen liseyi yarıda bırakıp tüm enerjisini müziğe aktarır. Çok okur çok araştırır Hasret bu nedenle genç yaşında ciddi bir arşive ve iyi bir müzik birikimine sahip olur. Bağlamanın telleri ile tenini buluşturduğunda ise tadına doyulmaz bir müzik ziyafeti çıkar ortaya. Şelpe çaldığında tezene varken niye el ile çalınır diyenler sonraları şelpe çalmak için çok çalışırlar. Türküleri kendi tarzında değil her türküyü kendi karakterinde çalınca ege kıyılarına da vurur sazı İç Anadolu dağlarına da. Bas bariton bir sese sahip olduğundan daha 16, 17 yaşında iken onu dinleyenler 40 yaşında sanırlar. Müzikte adımlarını öyle büyük attı ki ömrünün yakalayamadığı yılları müziği yakaladı. Hasretin herhangi bir türküsünü dinlediğinizde 90’lı yıllarda değil de daha dün kaydedilmiş sanırsınız. Öyle bir senfoni yaptı ki müziğinde tüm zamanları içine aldı. Kasetlerinde hiç Kürtçe okumadı çünkü bu konuda henüz olgunlaşmadığını düşünüyordu. Kürtçe müziğinde yanlış ellerde yozlaşmasından çok şikâyetçi idi. Unkapanı’nda o dönem ticarileşen kürtçe kasetleri görünce şöyle bir şiir yazmış Hasret;

Mem talan olur

Zin ziyan olur

Ben gene bu ellerde

Gül dere dere yaşarım

Mem ‘in Zine olan aşkı gül derer gibi işlenmeliydi, halk müziğindeki yozlaşma Kürtçe müziğe bulaşmamalıydı. O nedenle Kürtçe müziğe hor yaklaşmadı Hasret.  Anlamaya özümsemeye çalıştı. Bu konuda önemli bir kaynak olan Şakiro’ya gider. Gani Nar ile çalışır. Şivan Perver’in Krivo kasetine kıvrak bir zeka ile bandrol alıp Türkiye’de ki Kürtçe müzik yasağını işlemez hale getirir.  Sonra kapağında ağzı bantlı bir insan resmi bulunan Newroz 1ve 2’yi yapar.  Newroz kasetini dinlerken çaldığı kavaldan nefesini duyarım hep Hasretin. Koçgiri köylerinde söylenen Kürtçe ağıtları kaydeder. Bu ağıtlardan biri olan ‘Arıx’, sesi güzel olsun olmasın hemen hemen her Kürd’ün ağzından bir kere geçer. İleride Kürtçe müzik üzerine bir araştırma yapılırsa Hasret’te arşivi ve çalışmaları ile önemli bir kaynak olacaktır. Hasret’i farklı kılan müzikte taklit ve tüketimi değil üretim ve zenginliği seçmiş olması idi. Sosyalist bir sanatçıya da bu yakışırdı zaten.

Hasretin tüm bu çok boyutlu sanatçı kişiliği herkes tarafından fark edilmiş olmalı ki katliamdan sonra  ‘yaşasaydı daha neler yapardı’ sorusu kimsenin cevaplayamayacağı bir soru olarak ortada kaldı. 22 yaşına bu kadar bilgi, birikim, arşiv beste şiir sığdıran birinin yaşasaydı daha neler yapardı sorusunun cevabı hayal gücümü yetersiz kıldı. Ama yaşayan olarak bizler ne yaptık ve ne kadar sahip çıkabildik sorusunun cevabı hepimizce malum. Topal Osman ikinci kez Sivas’ın orta yerinde bir otelde sıkıştırdığı aydınları ateşe verirken tüm dünya canlı yayınlarla tanıklı etti bu katliama. Bir gün önce dağıtılan tahrik dolu afişleri okurken ne yapacaklar ‘bizi yakacak halleri yok ya’ demişti Hasret ve bir gün sonra en olmayacağını düşündüğü gerçekle aramızdan ayrıldı. Sivas’ın sadece çorak dağları layık görülen Alevileri ellerinde Pir Sultan Abdal heykeli ile Sivas merkeze gelince, öldürdünüz, yok saydınız ama biz varız buradayız deyince tüm dünyanın gözü önünde ateşe verildiler. 

Roni dünyaya geldiğinde yangından çıkan kara bulutlar hala Sivas semalarında idi. Birgün gazetesine röportaj veren Yeter Gültekin; Roni’yi kinle büyütmedim diyor çünkü biz yaşadıklarımızı kimseye reva görmeyiz. Ancak yaşanan travmanın yansıması olsa gerek Roni hukuk okumak istiyor. Bu ülkenin hukuk sistemi geçen süreyi unutmak için yeterli görüyor ancak Yeter Gültekin açılan her kapıdan Hasret içeri girecekmiş gibi hayatımızda var diyor. Bu kadar hayatımızın içindeyken kayıp etiklerimiz, zaman bunu nasıl unutturur. Tam tersi hesabı sorulmamış tüm acılarımızı da daha iyi hatırlamamızı sağlar. Roni bu davanın avukatı olmadan devlet bu katliamla yüzleşmeli, gerçek sorumluları ortaya çıkarmalı. Yoksa bu coğrafyada siyahlar beyaza dönüşmez…

Dersım gazetesi ağustos sayısında yayınlamıştır..