Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Türk siyaset paradigması ve Kürt sorunu

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU* / Türkiye’de siyaset, öteden beri toplumdan güç alan, toplumsal talepleri yansıtan ve toplumu ifade eden bir temsil kurumu gibi algılanmak yerine, bürokratik ve sabit kararları toplum katına indirmeye yarayan bir aracı kurum gibi algılandı. Siyasetin bu şekilde algılandığı sistemde Kürt Sorunu başta olmak üzere toplumsal sorunların çözülmesi güç görünmektedir

 

Türkiye’de siyaset öteden beri toplumdan güç alan, toplumsal talepleri yansıtan ve toplumu ifade eden bir temsil kurumu gibi algılanmak yerine, bürokratik ve sabit kararları toplum katına indirmeye yarayan bir aracı kurum gibi algılandığından, gerçek işlevini yerine getirememektedir. Böyle olunca da, geçmişten beri siyasi tartışmalar toplum namına yapılmaktan ziyade devlet adına gerçekleştirilmektedir. Muhalefet partileri bile toplum adına iktidarı denetlemek yerine, devlet adına iktidarı yargılamaktadır.

TÜRKİYE’DE SİYASET ETME BİÇİMİ
Bugün, Türkiye’de “siyaset etme biçimine” ve “siyasal alan”ın temel özelliklerine baktığımızda önümüzde çok ilginç sosyolojik gerçeklikler çıkmaktadır.

Birincisi; Türkiye’de tarihsel bağlamı içinde devlet merkezli bir siyasal örgütleme yapısı gelişmiştir ve bu yapı içerisinde, “devlet elitleri” (oligarşi) diye adlandırılabilecek bir “siyasi bürokrasi” teşekkül etmiştir.

Dolayısıyla AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinden bu yana, sivil/asker bürokrasinin tepesinde bulunan seçkinci elitlerin siyasal ve toplumsal alana ilişkin müdahaleleri herkesçe bilinmektedir. Buda beraberinde birçok sosyal sorunu getirmektedir. Siyasi iktidara karşı muhalefet etme biçimi son iki seçimden bu yana ne yazık ki çok çirkince yapılmaktadır. Örneğin farklı ideolojik ve siyasi kimliklere, söylemlere sahip siyasi partilerin AK Parti’ye karşı bir araya gelmesini anlamak mümkün değildir. MHP, CHP, DTP, Saadet Partisi, İşçi Partisi, TKP, Genç Parti gibi radikal soldan, radikal sağa ve hatta İslamcı çizgideki partiler nasıl oluyor da aynı ortak payda da bir araya gelebiliyor? Siyasetleri farklı ve birbirinin karışı olan bu siyasi partileri bir araya getiren çıkarlar ne?

Geldiğimiz süreç itibariyle de bilindiği gibi AK Parti, hâlâ meşruiyet problemini aşabilmiş değildir. Yüzde 47 ile tek başına ikinci kez iktidara gelmesine rağmen laikliğe karşı odak haline gelme damgasını yemiştir. Atanmış bir gurup seçkinci elit hâlâ nasıl oluyor da iktidarı kendinde görüyor ve halkın iradesine ipotek koyabiliyor bunu da anlamakta milletçe güçlük çekiyoruz. Halkın iradesiyle seçilmiş olan 550 milletvekilinin elinde olan yasa/kanun çıkarma yetkisi, nasıl oluyor da “atanmış” 11 Anayasa Mahkemesi üyesi tarafından yok sayılabiliyor? 

GÜVENSİZLİK VE KORKU SİYASETİ

İkincisi; Türkiye siyasetinin genel manzarası gözden geçirildiğinde, bir takım genel zaafların, ‘sol’dan ‘sağ’a bütün parti ve hareketler tarafından neredeyse birbirlerine yakın ölçülerde paylaşıldığı kolaylıkla görülmektedir. Türkiye siyasetinde ilk başta bir proje ve uzmanlık fikri yoktur. Siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda hiçbir ciddi proje tartışılmamaktadır; gerek siyasi tarafta ve gerekse sivil kanattaki ‘aktör’ler, Türkiye’deki yapısal sorunların çözümünde ya da proje geliştirilmesinde kendi aralarında toplumsal bir mutabakata varma yerine, birbirlerine karşı ‘güvensizlik’ ve ‘korku’ hislerini beslemektedirler. Bugünkü duruma baktığımızda, iktidarın ‘ak’ dediğine muhalefet ‘kara’ demenin dışında bir alternatif proje geliştirme becerisine ne yazık ki sahip değildir.

Daha düne kadar 12 Eylül darbesinin ürünü olan anayasayı ve bunun antidemokratik kurumsal yapılarını (YÖK vb.) değiştirelim diyen siyasi partiler ve güçler bugün buna şiddetle karşı çıkmaktadır. AK Parti iktidarda olduğu için mi muhalefet dün karşı olduğu ve değiştirmek istediği her şeye bugün sahip çıkıyor. Yoksa AK Parti bu kurumları kendi iktidarı döneminde istediği gibi yönlendirme fırsatını yakaladığı için mi kaldırmayı/değiştirmeyi düşünmüyor? Elbete bunu böyle okumanın dışında başka bir seçenek de görünmüyor.

KIZILELMA KOALİSYONU

AB projesine karşı çıkanların temel argümanı bu dönemde her şeyi askıya almak, ikinci seçenekler öne sürmek, hiçbir dönem dile bile getirilmeyen Avrasya projesini öne atabilmenin amacı ne? AK Parti iktidarında, Türkiye hiçbir alanda gelişmesin demenin arkasındaki mantığı anlamakta zorluk çekiyorum. Burada ifade etmeye çalıştığım şey şu, AK Parti’nin uygulamalarını yada politikalarını denetleyelim, yanlışlarını söyleyelim, eleştirelim ancak tüm demokratik güçlerin ve demokrasiden yana olan herkesin yaşanan hukuk dışı uygulamalara karşı bir duruş sergilemesi de gerekmez mi?

En son Lozan’da yine bir araya gelen ve kamuoyunda “Kızılelma koalisyonu” olarak adlandırılan sağ ve solun çeşitli unsurlarının aynı refleks ve duyarlılıklardan hareketle sadece birbirine yakınlaşması değil ama tekleşmesi, birbirlerine entegre olmaları gözlemlenmektedir. Ortak yaklaşım ise “milliyetçilik” veya en başta “sağcı faşist milliyetçilerden” kendilerini ayırmak isteyen solcuların icat ettikleri ve kendi ayrıksılarını ifade etmeye çalıştıkları “ulusalcılık” kavramları bu ittifakın tanımlayıcı üst çatısı oldu. Ulusalcılığın milliyetçiliğinden farkı duygusal değil, tamamen rasyonel olarak milli çıkarları gözeten ekonomist bir sağduyuculuk olmasıyken; zaman içinde ulusalcılığın bu mumu söndü ve milliyetçiliğin farklı bir isimlendirmesinden öte bir şey ifade etmez oldu.

KÜRT SORUNUNA SİYASAL AÇILIM MÜMKÜN MÜ

AK Parti iktidarına karşı bütün bu güçleri bir araya getiren ve hatta “Ergenekon” adı altında da örgütlenmesine yol açan anlayışı anlamak mümkün değildir. Bu oluşumun içinde bu ülkenin ünlü gazetecileri, siyasetçileri, generalleri, rektörleri, yargıçları, iş adamları bir araya gelebiliyor. Peki nedir onları bir araya getiren ortak nokta? Zaten AK Parti hükümeti bu çeteleşmeleri ortaya çıkarır çıkarmaz kapatılma sorunuyla karşı karşıya kalmadı mı? Oturup bütün bunları düşünmek gerekiyor, yorumlamak gerekiyor ve insanları bunun farkına vardırmak gerekiyor.

Türkiye’nin siyasal ve ekonomik sorunları gün gittikçe daha da ağırlaşmaktadır. Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu en temel sorunlardan biri olan Kürt sorununa geldiğimizde hâlâ bir adım ilerleme görmemekteyiz. Bu sorunun geçmişi, Osmanlı’ya kadar gitmektedir. Kürt sorununun hiç şüphesiz ciddiyetle ele alınması gereken nedenleri vardır ve bunları anlamadan sorunun çözülmesi mümkün değildir.

Sorun temelde birilerinin ifade ettiği gibi “terör” sorunu değildir. Yine soruna birilerinin “Güneydoğu sorunu” demeleri sorunu ortadan kaldırmadığı gibi çözmüyor da. Bu ifade, hiç değilse ortada toplumsal bir sorun olduğunu ima etmesi bakımından daha isabetli olmakla beraber, yine de özünde milliyetçi bir bakışın ürünüdür. Yani, bölgenin adı, “Kürt” sözünü telâffuz etmeksizin anılmaktadır. Oysa, mesele tam da “Kürt kimliği”yle ilgilidir ve bu tanımlamalar gerçeği örtemez.

Türkiye’de yıllardır siyasi iktidarların Kürt sorunu karşısında gösterdikleri inisiyatif yoksunluğu hem merkez sağın hem de merkez solun özgürlükçü bir demokrasi anlayışı geliştirmesine mani olmuştur. Bu sorunun çözümünü isteyen taraflar olduğu gibi bundan nemalanan siyasal grup ve kişiler de vardır. Devlet soruna hep güvenlik temelli bir yaklaşımla çözüm üretmeye çalışırken aslında sorunun çözümünü istemeyen tarafların ekmeğine de yağ sürmüştür. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle artık devlet yıllardır yaptığı yanlışı “itiraf” edebilmektedir.

Nerdeyse 30 yıldır atılan bombaların yerine bölgeye kitap ve kalem atılsaydı bugün her şey çok daha farklı olurdu. Kan üzerinden siyaset güdenlere itibar edilmeseydi bu sorun bugün bu hale gelmezdi. Bölge partisi görünümünden sıyrılamayan DTP’nin izlediği siyaset sorunun çözümünde herhangi bir aşama kaydedememektedir. Kapatılma sorunu ile karşı karşıya olan DTP yıllardır Türk Solu eksenli partilerle ittifaklar kurarak seçimlere katılmaktadır. Bu yolu izlemesinin nedeni eğer meşruiyet kazanmak ve birilerine hoş görünmek ise şimdiden söylemek gerekir ki yanlış yoldalar. Türk solu angajmanlı ve şiddete dayalı politikalarda ısrar eden bir DTP, Kürt sorunun çözümünde başarı sağlayamaz.

İki dönemlik milletvekilliğim süresince, Meclis İnsan Hakları ve Göç Komisyonunda dolaylı olarak Kürt Sorununun çözümü çerçevesinde yaptığım çalışmaları ve çabaları (genel af ve köye dönüş) bugün mecliste gurubu olan DTP yapamamıştır (Örneğin, o günün koşulları ve TBMM’de 80’e yakın bölge milletvekilinin desteğini ve sorumluluğunu alarak başta cumhurbaşkanı, başbakan, anayasa mahkemesi başkanı, Yargıtay başkanı ve tüm siyasi parti grup başkanlarını ziyaret ederek genel af sürecinde 169. maddeden, yani “yardım ve yataklılıktan” yargılanan 7 bin tutuklunun af kapsamına girmesini sağlamıştım.) Siyaset etme biçimlerine bakılırsa hayatlarını kaybeden insanlar üzerinden politika üretemeye çalışan, kültürel çalışmalar yaptığını iddia edenler, kitap yazanlar sorunun çözümünde nerede yer almaktadır?

POLİTİKALAR DA, DTP’NİN YOLU DA YANLIŞ

Sorunun çözümünde bölge ekonomisinin durumu ve komşu ülkelerle ilişkiler önem arz etmektedir. Ekonomik yoksulluk ve göç sorunuyla baş edemeyen bölgedeki devlet-millet ilişkilerinin sağlıklı olmasını beklemek hayalperestlik olur. Kuzey Irak’la olumlu ilişkiler ve diyalog kurmanın gerekliliğini -Bir Parlamenter ve Komisyon Başkanı olarak- yıllar önce vurgulamıştım. Buna yönelik girişimleri her fırsatta destekleyenlerden biriydim. O gün yaptıklarımızı bugün tarih haklı çıkarmakla birlikte, bugünkü hükümet de aynı yol haritasını takip etmektedir. Yanlış mı yaptık? Hayır; çünkü aklın yolu birdir.