Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

24 Nisan 1915’te ‘aslında’ ne oldu

Dün 23 Nisan’dı, çocuklarımızla birlikte içimize neşe dolmuştu. Bugün ise 24 Nisan, içimiz hüzünle dolu. Bilmeyenler olabilir, 24 Nisan, bundan 96 yıl önce, İstanbul’daki Ermeni cemaatinin önde gelenlerinin, aydınlarının tutuklanıp, Çankırı ve Ayaş’a doğru tehcir edilmesinin tarihi.

Tehcirin tanıklarından Alman Protestan Papazı Lepsius’a göre 600, dönemin ABD Büyükelçisi H. Morgenthau’ya göre 500, resmî tarihçi Yusuf Sarınay’a göre 235, gayrı resmî tarihçi Taner Akçam’a göre 180 kişilik bu ilk kafilenin arkası gelecek, İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915’te çıkarılan “geçici” kanunla “Tehcir”i resmîleştirecekti. Tehcirin, fiilen sona erdiği 4 Ekim 1916 tarihine kadar yaşananlar, kimine göre “yol kazası”, kimine göre kırım, kimine göre katliam, bana göre ise, 1948 Soykırım Sözleşmesi’nde tanımlanan “soykırım” suçuna tıpatıp uyuyor. Neden böyle düşündüğümü merak edenler 7 Temmuz 2008 tarihinde bu sayfada yayımlanan “1948 Soykırım Sözleşmesi’nin 60. Yılı” başlıklı yazıma bakabilirler.

 

 Dur-De etkinlikleri

Elbette, adlandırma işini “1915’te nelerin yaşandığını öğrendikten sonra” koymak isteyenlere saygı duyuyorum. Ama aradan geçen 96 yıla rağmen, bu konuda fazla gayretli olmadığımız ortada. Özellikle devlet katında 1915’te yaşananları inkâr konusunda tek bir geri adım atılmadı. Sevindirici olan ise her yıl 24 Nisan’la sınırlı da olsa, bir öncekinden daha çok sayıda insanın, 1915’te yaşananların sorumluluğunu ve acısını paylaşmak için bir şeyler yapmaya çalışıyor olması. Örneğin geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur-De Platformu’nun öncülük ettiği bir grup vicdanlı insan “Bu ülkenin alnı ve vicdanı ak insanlar ülkesi olmasını yürekten isteyen herkesi çok gecikmiş bir insanlık görevine davet ediyoruz. 24 Nisan’ın işaret ettiği o ağır suçun, insanlığın asli değerleri temelinde birleşen hepimizin ortak acısı olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz” diye sesleniyor. Dur-De’nin bildirisini ve çağrıcı listesini http://www.buacihepimizin.net/default.aspx adresinden okuyabilir, çağrıya destek veriyorsanız, imzanızı koyabilirsiniz.

 

Pek çok kişi ve kuruluşun katıldığı anma etkinlikleri bugün İstanbul’da 17:00’de Taksim Meydanı’nda, Ankara’da 17:00’de Sakarya Meydanı’nda, Bodrum’da 17:00’de Belediye önünde ve Diyarbakır’da 17:00’de İnsan Hakları Parkı’nda, İzmir’de ise 14:00’te Fuar Basmane Kapısı önünde başlayacak. Ben, bugün İzmir’de olacağım ve 15:30’da Bayraklı’daki Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’ndeki söyleşiye katılacağım.

 


Sevag, Varujan ve Kelekyan

Bu hafta, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da tutuklanıp Çankırı’ya sürülen, ancak şans eseri ölümden kurtulan gazeteci, yazar ve öğretmen Mikayel Şamdancıyan’ın 1919’da yayımlanan anılarından bir bölümü aktaracağım. Pek çok Ermeni aydınının son günlerine ışık tutan bu anılar ünlü yazar ve araştırmacı Teotig’in (Teotoros Lapçinyan) Huşartzan Abril 11’i (11 Nisan Anı Kitabı) adlı eserinde yer almış, bu kitaptan Rafi Şirvanyan’ın yaptığı özet çeviri, 20 Nisan 2007 tarihli AGOS gazetesinde yayımlanmıştı.

Söze şöyle başlıyor Mikayel Şamdancıyan: “Bugün, yitirdiklerimiz hakkında konuştuğumuzda, onların hatıralarına bir armağan sunmuş oluyoruz. Benim için ise, Çankırı hakkında konuşmak, o dehşeti bir kez daha yaşamaktır. Onlar yok oluş yolunda ilerlerken, bana yaşamak ve vicdanımda onların yasını tutmak düştü. Büyük felaketin ardından, uğradığımız kayıplar hususunda ne zaman bir hesaplaşmaya girişecek olsam, büyük bir fırtınadan kurtulan birinin ruh haliyle, hayatta kalmanın kişiye her zaman mutluluk getirmediğini görebiliyorum. Çankırı’daki hayatımızı, vicdanımın üzerindeki bu düşünce yüküyle hatırlıyorum.

 


Elma Dağı kimlere mezar oldu?

Ayaş’ın o ağır koşullarından sonra oraya çok kalabalık gittik. Otuz kadar arkadaşımız, birkaç sefer gelen izinlerle İstanbul’a döndü (Çankırı’da sayımız yüz elliye yakındı). İstanbul’a dönmeyen yüz yirmi arkadaşımıza ne oldu? Bunlardan ancak on beş kadarı hayatta bugün. Demek ki kader onlardan yüz kadarının felakete teslim olmasını istemiş.

Bizi, biri elli iki, diğeri yirmi dört kişilik iki kafile halinde, Der Zor’a götürmek üzere yola çıkardılar. O zaman ‘Der Zor’ ismini pek bilmezdik. İlk gruptan, yaptığı başvurular neticesinde İstanbul’a dönebilen tek kişi Protestan kilisesine mensup Baronyan oldu. Diğer bütün dostlar, gelecek vaat eden [yazar, öğretmen] Armen Doryan da dâhil, Elbistan yollarının kara bahtlı kurbanları oldular. İkinci kafileden yalnızca [gazeteci, yazar] Aram Andonyan kurtuldu. Çankırı’dan Ankara’ya giderken bacağı kırıldığından yürüyememiş, bir hastaneye bırakılmıştı. Diğer bütün arkadaşları ise, şehirden üç saat mesafede, Elma Dağı eteklerinde, ayrım gözetmeden katledilmişti. Ben de o ilk kafiledeydim, çünkü oradaki arkadaşlardan biriyle vaftiz adı benzerliğim vardı. O ilk kafile içinde olup bugün hayatta olmamı sadece şansla açıklayabilirim. Bu listelerin hazırlanmasının ardındaki güç, yerel İttihat örgütünün kâtib-i mesulü [Cemal] Oğuz’du; kaybettiğimiz yüzden fazla dostun günahı onun boynundadır.

Kurbanların üçü, kişisel anılarla bağlandığım [şair, öğretmen] Taniel Varujan, [gazeteci] Diran Kelekyan ve [doktor] Rupen Sevag’dı.

1915 haziranının sonlarında ilk kafilenin ayrılması ve on dokuz kişi için İstanbul’a dönme izni çıkmasını takip eden bir buçuk ay boyunca Sevag’la birlikteydim. O sıralar, İstanbul’a dönmesine izin verilmiş olan altı arkadaşımla birlikte kalıyordum. Sevag da Çankırı’ya yeni gelmişti. Hemen bize katılmasını kararlaştırdık. Sosyal ve neşeli kişiliğini İstanbul’dan bilirdim. Onun gelişiyle, evimiz hemen bayram neşesiyle doldu.


Sevilen doktor Sevag

Kafilemiz Çankırı’ya vardığında aramızda sekiz doktor vardı; şehirdeyse hiç doktor yoktu. Doktor dostlarımız, mesleki bilgileriyle yöre halkına yardım ettiler

Ayse Hür-Taraf