Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Soykırımı irdelemek neden önemli?Memet Bayrak

Yapılması gereken şey, olup bitenleri doğru tahlil etmek, bunlardan ders çıkarmak ve bir daha bu tür insanlık suçlarının işlenmesinin önüne geçmektir.

 

Bu, bir insan katliamı olduğu gibi, bir kültür katliamı ve doğa katliamıdır da… Unutulmamalı ki, tarihten ders almayan halklar, er veya geç benzer felaketlerle karşılaşabilirler

 

1930’lu yılların ortalarına doğru yayımlandığı tahmin edilen Jandarma Genel Komutanlığı’nın ‘’Dersim’’ konulu gizli rapor-kitabında deniliyor ki; ‘’Eğer Yavuz’un garazı Dersim’in yalçın dağları içine girebilmiş olsaydı, herhalde Dersim’i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük…’’ 37/38 Dersim toplukırımına ve soykırımına giden süreçte bu ve başka gizli raporlarda yer alan buna benzer belirlemeler neyi ifade ediyor acaba? Ya da biz, bu belirlemeleri nasıl okumalıyız?..


Kesin tarihini belirleyemeyeceğimiz çok eski dönemlerden bu yana birçok halka, inanca ve kültüre yataklık eden Dersim bölgesi, hemen her dönem egemen güçlere, yönetimlere, inançlara ve kültürlere ters düşmüş; bunların egemenlik ve tahakküm etme çabalarına direnmiş bir bölgedir. Tarihten buyana Zerdüştilik başta olmak üzere değişik inanç ve kültürlerle içiçe yaşayan Kızılbaş Kurmanc ve Dimilî Kürtler’le, İslam’ın çeşitli tarikatlerine mensup Müslüman Kürtler; daha çok Gregoryan nitelikte olan Hristiyan Ermeniler ile birlikte ve içiçe yaşamışlardır. Bunlara, sonradan kimi Müslüman Türk unsurlar da eklenmiştir.

İşte, bu çok milliyetli, çok inançlı ve çok kültürlü yapıdan dolayı; etnik unsurlardan biri belli dönemlerde egemen güçlerle barışık yaşamışsa, diğeri ayrışmış; diğeri göreceli olarak barışık olmuşsa, komşusu olan diğer unsur çelişki yaşamıştır.

17. yüzyılın ortalarına kadar ağırlıkla Safevi egemenliğinde olan Dersim bölgesi, Med- Arya uygarlığının varislerinden biri olan Safeviler’den devraldığı kimi dinsel-inançsal kurum ve yetkileri Osmanlı döneminde de yaşatagelmiştir. Osmanlı ile ters düşen ailelerin dinsel önderlik yetkileri zaman zaman ellerinden alınmışsa da, çoğu aile bu yetkileri uhdelerinde tutabilmiş ve özellikle Kızılbaş Kürt toplumu üzerinde etkili olmuştur. Yöredeki en önemli Kızılbaş ocaklarının kuramcıları Hallac-ı Mansur (Baba Mansur Ocağı) ve Baba Tahir Uryan (Hızır Uryan Ocağı) gibi Yaresan inancının kutsal kişilikleridir. Yani çoğunluğu, 7/8. yüzyıldan başlayarak 13/14. yüzyıla kadar devam eden ve günümüzde de Sorser, Kızılbaş, Ahlê Haq, Raê Heq, Kakai, Ali- İlahi, Yarsanizm gibi adlarla devam eden Yaresan inancının ‘’Baba’’ ve ‘’Dayê’’ unvanlı kadınlı- erkekli, derviş- şair öncülerinin ismiyle anılmaktadır.

Bundan dolayıdır ki, 37/38 Dersim Katliamı öncesinde hazırlanan gizli raporlarda da vurgulandığı gibi; yörede ‘’Türk ile Sünni, Kürt ile Kızılbaş kelimesi aynı telakki edilmektedir.’’ (Gerek Osmanlı dönemine ilişkin gizli raporlarda, gerekse bizim muhtelif eserlerimizde yayımladığımız Cumhuriyet dönemine ilişkin gizli etno-politik raporlarda, bu hususa sıklıkla vurgu yapılır). 

Türk- İslamlaştırmada bir pilot bölge: Dersim 

Bu özelliklerinden dolayıdır ki; geçmişteki yöresel politikalar bir yana, en az 200 yıldan bu yana Dersim’e dönük bir etno-dinsel arındırma ve Türk- İslamlaştırma politikası sürdürülmektedir. 

1- 19. yüzyılın başlarında Osmanlı Serdarı Gürcü kökenli Sadrazam Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Dersim’e saldırarak, çok sayıda köyü yakıp-yıktığı gibi, bir gecede hile ile 150 dolayında aşiret reisinin kellesini keser. Konuya ilişkin ‘’Ziyanâme’’ gibi özel tarihlerde; Dersim’in Kızılbaş- Kürt kimliğine ve yönetimle çelişkisine özellikle vurgu yapılır. 
2- Yine 19. yüzyılın ortalarında Dersim’e ve komşu Malatya’nın Kızılbaş Kürt köylerine baskın yapılarak, kadın-çocuk denilmeden binlerce insan katledilir. Çerkez kökenli Hafız Paşa’nın ordugâhını da ziyaret eden gezgin Poujoulat’nın Seyahatnamesi’nde, bu katliama ilişkin son derece çarpıcı gözlemlere ve anekdotlara yer verilir. 
3- Erzurum Müşiri Samih Paşa, daha 1875’te yani bundan yaklaşık 140 yıl önce, akar sular üstünde ‘’blok havuzlar’’ yapılmak suretiyle, Dersim’in kontrol altında tutulmasını önerir ve bu politika, günümüzde de devam etmektedir. 
4- Tanzimat kanunları çerçevesinde Kürdistan’da ve Anadolu’da faaliyet gösteren Protestan Kilisesi mensuplarının, Ermeni ve Süryaniler’in yanı sıra Kızılbaş Kürtler’le diyaloga girmesi, hem mahalli yöneticileri hem de II.Abdülhamid yönetimini rahatsız ettiği için, bu Kilisenin faaliyetleri yasaklanırken; Dersimli birçok ‘’Hakikatçı’’ Kızılbaş Kürt önderi ya tutuklanır ya da Anadolu içlerine ve Balkanlar’a sürgün edilir. 
5- Kızılbaş Kürt toplulukların, Hamidiye Alaylarından şikayetçi olmasını fırsat bilen Abdülhamid, Dersimliler’i kazanmak için, kimi aşiret önderlerinin çocuklarını Aşiret Mektebi’nde okutup subay yetiştirirken; bunun karşılığında da Dersim Kızılbaşları’nı asimile etmek üzere bölgeye halkı ‘’irşad’’ edecek Hanefi din adamları gönderir. 
6- Dersimliler’in, 1908 II. Meşrutiyet hareketini desteklemesine ve alkışlamasına rağmen, İttihad ve Terakki yönetiminin de hedef bölgelerinden biri Dersim’dir. Nitekim, bu dönemde kurulan Göçmenler ve Aşiretler Genel Müdürlüğü’nün başına getirilen Şükrü Kaya adındaki ünlü İttihadçı- Kemalist ırkçı, 1937/38 Dersim Katliamı’nın da baş mimarlarından ve uygulayıcılarından biridir. 
7- 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konulan Şark Islahat Planı üzerine, dönemin Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey ile Elazığ Valisi Cemal Bardakçı da, aynı doğrultuda raporlar hazırlarlar. Cemal Bardakçı’nın, bu tarihlerde Dersim’de Alevilik dersleri verileceğine ilişkin iddiaları tümüyle düzmecedir, çünkü 1925’te Alevilik, Kemalist rejimce resmen yasaklanmıştır. 
8- Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından 1930 yılında hazırlanan Dersim Raporu’nda da; Dersimliler’in ‘’çok uzak ovalara gönderilmesi ve Türk köylerine dağıtılması’’ önerilir. Fevzi Çakmak, gereken yerlere ‘’blok havuzlar’’ yapılmak suretiyle bölgenin insansızlaştırılmasını da önerir ki, bu öneri, Osmanlı’dan devralınan ve bugün uygulanmaya çalışılan bir plandır. Bu plan, bölgeyi insansızlaştırmayı, demografik yapıyı değiştirmeyi öngördüğü gibi; insanları ‘’kutsal mekânları’’ndan ve inanç- kültürlerinden koparmayı hedeflemektedir. 
9- 1930’lu yılların ortalarına doğru Jandarma Genel Komutanlığı’nca, bağımsız bir Dersim rapor- kitabı hazırlandığı gibi; dönemin Başbakanı İsmet Paşa tarafından da ‘’Dersim’’ merkezli bir Kürt Raporu hazırlanır ki, 1937/38’de uygulamaya konan toplukırım, soykırım ve tasfiye hareketi tümüyle buna uyumlu olarak yürütülür. 
10- 1925 tarihli Şark Islahat Planı’ndan bu yana, Dersim için öngörülen en yumuşak yöntem, yatılı bölge okulları açılmak suretiyle eğitim yoluyla asimilasyondur. 12 Eylül Cuntası döneminde, diğer Kürt yerleşkelerinin yanı sıra Dersim bölgesinde çok sayıda köy ve mezranın boşaltılması ve köylere cami yapılması, herhalde birçok şeyi anlatmaya yetiyor. 

Tarihten ders çıkarmak

Bu kısa özetleme de gösteriyor ki; te’dip (edeplendirme), tenkil (cezalandırma), taqtil (katletme), tehcir (göçürtme), temsil (asimile etme), temdin (Türk- İslamlaştırma) ve tasfiye (etkisizleştirme) yöntemlerinin tümü kullanılarak hayata geçirilmeye çalışılan bir ‘’etno-dinsel arındırma ve Türk- İslamlaştırma’’ politikasıyla karşı karşıyayız. Dahası, Dersim Katliamı, 1960’lardan itibaren yürürlüğe konan yakın dönem Alevi katliamlarının da bir habercisi niteliğindedir. Şu var ki, Dersim Katliamı doğrudan ordularla gerçekleştirilmiş; yakın dönem Alevi katliamları ise Devlet organizeli çeteler ve aldatılmış güruhlar eliyle gerçekleştirilmiştir…

O halde, yapılması gereken şey, olup- bitenleri doğru tahlil etmek, bunlardan ders çıkarmak ve bir daha bu tür insanlık suçlarının işlenmesinin önüne geçmektir. Bu, bir insan katliamı olduğu gibi, bir kültür katliamı ve doğa katliamıdır da… Unutulmamalı ki, tarihten ders almayan halklar, er veya geç benzer felaketlerle karşılaşabilirler… 

‘Zazacılık / Dersimcilik’ diye bir akım…

Her zaman söylediğim birşey var: ‘’Devlet gizli planda itirafçı ve kabulcü, açık planda red ve inkârcıdır…’’
Bu gerçekliği, bugüne kadar ulaştığım birçok belgede defalarca gördüm. Bu belgelerden biri, Atatürk’ün 1925’te tam yetkiyle görevlendirdiği etno-politika uzmanı Prof. Hasan Reşit Tankut’un Dersim’e ilişkin gizli raporları ve ‘’Zazalar’’ konulu çalışmasıdır. Bu çalışmanın ismine, ilk kez, devlet güdümlü Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) yayınlarının birinde rastlamış ve bir sahaf aracılığıyla satın almıştım. Başta, dönemin Başbakanı İsmet İnönü ile Dersim Vali ve Komutanı General Abdullah Alpdoğan olmak üzere kimi yetkililere; yine başta Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu olmak üzere kimi kurumlara danışılarak hazırlanan çalışma, ilginç özellikler taşıyor. Kemalist rejimin Etno-politika uzmanı Tankut’un 1928 yılından itibaren hazırladığı çeşitli gizli raporlarla, sözkonusu ‘Zazalar’ çalışmasına ilk kez Kürdoloji Belgeleri-I (Özge yay. Ank. 1994) adlı eserimde yer vermiştim. Daha sonra, aynı çalışma iznimle Kalan yayınları arasında bağımsız bir kitapçık olarak çıktı.

Sözkonusu güdümlü çalışmanın 1930’lu yıllarda yayımlanmamasının nedenini sonradan anladım. Hem yukarda anılan Jandarma Genel Komutanlığı’nın gizli çalışmasında bundan yararlanılmış, hem de Dersim’i vuran Jnd. Alb. Nazmi Sevgen’in ‘’Zazalar ve Kızılbaşlar’’ çalışmasında bundan faydalanılmıştı. Dersim’in vurulması kararlaştırılmış olduğu için de; Hakkı Naşid Uluğ’un ‘’Derebeyi ve Dersim’’ ve ‘’Tunceli Medeniyete Açılıyor’’ türünden güdümlü kitaplarıyla yetinilmiş ve bu çalışma arşivde kalmıştı. Bu gizli çalışmalarda, özetle, birçok Kürt ulusal önderinin Zaza kökenli olduğuna dikkat çekilerek; Kürdistan’ın Fırat nehri esas alınmak üzere ‘T’ harfi şeklinde üçe bölünmesi; bu bölünme esnasında öncelikle Kurmanclar’la Zazalar arasında, ardından da Alevi Kürtler’le Sünni/ Şafii Kürtler arasında bir ‘’Türklük’’ barajının kurulması öngörülüyordu. Tankut, 1960’ta yönetime el koyan Askeri Cuntaya verdiği gizli Raporda da, benzeri görüşleri vurguluyor ve ‘’Dersim Zazaları’nın, kendilerini diğer Şafii Zazalar’dan da ayrı gören ilginç bir topluluk’’ olduğunu dile getiriyordu ki, bu, üzerinde durulması gereken ilginç bir saptamaydı.

Dersim Dimilîleri’nin en azından bir bölümünün, kendilerini diğer Kürt unsurlardan farklı olarak algılamalarının kuşkusuz kimi toplumsal, sosyolojik ve psikolojik nedenleri olmalıdır. Geçmişten bu yana süregelen dış etkimeler işin bir yanı, ‘’azınlık içinde azınlık’’ statüsündeki etnik topluluklarda böylesi bir algılama anlaşılır bir husustur. Literatürdeki yaygın söyleyişiyle Kızılbaş Zazalar, gerek Türkler gerekse Sünni Kürtler içinde ‘’azınlık’’ konumunda oldukları gibi, Kızılbaş Kurmanclar içinde de ‘’azınlık’’ durumundadırlar. Türkiye’deki Kızılbaş Kürtler’le Êzîdî (Yezidi) Kürtler’in, İran’daki Ahlê Haq Kürtler’le Irak’taki Kakai Kürtler’in ‘’azınlık içinde azınlık’’ statüsünde olmaları gibi, onların bir bölümü de, kendilerini farklı bir etnik topluluk veya farklı bir halk olarak görebilir. Ayrıca, Zazaca’nın Kürdistan’ın birçok farklı bölgesinde farklı konuşulduğuna bakmaksızın, sadece Dersim’e özgü bir dil yani ‘’Dersimce’’ olarak da algılayabilirler. İnsanların kendilerini algılayış biçimleri, tarihsel ve toplum gerçeklik kuramlarıyla çelişse de, önemlidir.

Bu noktada, konuya iyi niyetle ve bilimle yaklaşmanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum. İster, tarihi bir ‘’bağımsız dil’’ olarak savunulsun, ister kapalı bir toplumda yaşamasının gereği olarak ‘’farklılıkları derinleşmiş bir lehçe’’ olarak algılansın; isterse tıpkı Kurmancî, Soranî, Goranî, Loranî lehçeleri gibi Kürt dilinin güncel bir lehçesi olarak görülsün; Zazakî/ Kirmanckî/ Dimilkî’nin ve kültürünün yaşatılması son derece önemlidir.

Kendi payıma, bu gizli belgelerin dünyasına girmeden önce de, sonra da bir araştırmacı olarak üzerime düşeni yapmaya çalıştım. Daha 1980 yılında Demokrat gazetesinde yayımladığım bir yazı dizisinde yer verdiğim, Dersim katliamına ilişkin Zazakî ağıttan dolayı ilk kez ceza aldım. Daha sonra Dersim’e ilişkin birçok yazı ve kitap yayımladım ve 2010 yılında çıkan ‘Dersim- Koçgiri’ kitabı hariç, bunların tümünden ceza aldım ve hakkımda soruşturmalar açıldı. Salt, 2002 yılında yayımlanan 3 ciltlik Kürt Müziği, Dansları ve Şarkıları kitabımda yüzlerce Zazakî/ Dimilkî kılam ve strana notalarıyla birlikte yer verdim. Birçok önemli filmde sanat yönetmenliği yapan bir hemşehrimin ‘’Zakırdım’’ (Zazakî/ Kirmanckî/Dimilkî) konulu müzik projesinde ise kaynak sağlıyor ve danışmanlık yapıyorum. Aslolan, tehlikeyle karşı karşıya bulunan bu dilin ve onun yarattığı kültürün yaşatılması ve daha da geliştirilmesidir…

Tüm bunlardan sonra, Dersim kültürü ve sorunu adına ortaya çıkan kimi internet gazetelerinde hakkımda çıkan yakışıksız, düzeysiz, talihsiz ve Dersim kimliğini kirleten suçlamaların sahiplerini; haktanır ve kadirbilir Dersim toplumuna havale ediyorum… 

Sonuç 

Kendi kitaplarım dışında, Kürdoloji alanında birçok eser yayımladım ve bunlardan bir bölümü için de hakkımda davalar açıldı. Yayımladığım eserlerden biri de, ‘’Li Kurdistana Bakur û Li Tirkiye Rojnamegeriya Kurdî’’ yani ‘Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürt Gazeteciliği’ idi. Bu kitapta; Osmanlı döneminde yayımlanmış 15 dolayında Kürt kimlikli gazete ve dergiye yer veriliyordu. İsveç’te iki cilt olarak çıkan bu kitabı; ‘’Türkiye Kütüphanelerinde Bulunan Kürt Kimlikli Arap Harfli Süreli Yayınların Katalogu’’nu ekleyerek 1992’de tek cilt olarak yayımlamıştım.

Bu eser yayımlandıktan sonra belirlediğim, Mehmed Salih Bedirhan Bey’in 1900 yılında yayımladığı ‘’Ümmid’’ adlı 15 günlük siyasi gazetenin 2. sayısında yer alan ‘’Hitâb-ı Mûr be Süleyman’’ yani ‘’Karıncanın Hz. Süleyman’la Söyleşmesi’’ni yansıtan bir şiirden birkaç beytle, - anlayana sivrisinek saz diyerek- sözlerimizi noktalamak istiyoruz: Merd-i hakbîn(*) olmayan nâdâna(**) etmem serfürû(***)
Derd ile kan ağlarım dermana etmem serfürû
Kûşe-gîr genc-i istiğnayım istikbâl için
Mûcib-i ikbal olan dâmâna etmem serfürû
Dikkat et karşındaki Osmanlı’nın etvârına
Kahraman evladıyım şîrane etmem serfürû
Nân için sanma mudara eylerim nâ-ehle ben
Gerçi beyz-i âdem fakat Sultana etmem serfürû
Vakt olur ki her tarafdan ceyş-i gam savlet eder
Ben yine imdat için devrana etmem serfürû
Ma-hasıl mahvım mukarrer olduğun bilsem de
İzzet-i nefsim yolunda cihana etmem serfürû.
(*) Hakbîn: hakbilir, kadirbilir
(**) Nâdân: cahil, bilmez kimse
(***) Serfürû: baş eğme 

MEHMET BAYRAK



YENİ ÖZGÜR POLİTİKA