Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

"HAYATA DÖNÜŞ"=HAYATTAN KOPUŞ-AZİZ ÖZ

Bundan tam 11 yıl önce Türkiye cezaevlerinde insanlıkdışı demenin bile yetersiz olduğu bir katliam bizzat derin devletin eliyle işlendi. Aslında derin devlet de demek çok doğru değil. Deriniyle sığıyla sistemin tamamı elbirliğiyle Türkiye tarihine kara bir sayfa eklediler. Öyleki siyasi partileriyle, hükümetiyle, polisiyle, jandarmasıyla, sağcısıyla"sol"cusuyla, ille de basınıyla öyle bir katliama imza attılar ki hangi çağda olursa olsun, duyan okuyan her kimsenin insanlığından utanacağı bir miras bıraktılar. Ben Ecevit, Sadettin Tantan, Hikmet Sami Türk dendiğinde doğrudan bu katliamı
hatırlıyorum. İnanın aklım almıyor. Böyle bir kararı kim, hangi duygusuna dayanarak alabilir, hiç mi kendisinden sonraki kuşaklardan korkmaz, hiç mi insanlıktan korkmaz? Devlet denen aygıt bu kadar mı insanı insanda uzaklaştırır?

Bir devlet düşünün ki, kendi sorumluluğu altında olan insanları tüm kurumlarıyla(MGK,hükümet, vb) öldürme kararı alıyor ve bu öldürme işini de katliamda görev alan rütbeli rütbesiz askerlerin deyimiyle "jandarma envanterinde olmayan silahlarla" yapıyor.

Bir devlet düşünün ki, halkına yalan söyleyerek ve dalga geçerek katliamın adını "hayata dönüş" derken, gizlice asıl niyetlerini de belli edecek şekilde "tufan" koyuyor.

Bir devlet düşünün ki, katliamda ölen iki erin katilini, öldürdüğü
mahkumlar olduğu yalanını rahatlıkla halkına karşı söyleyebiliyor.

Bir devlet düşünün ki, öldürdüğü 32 insanın düşündüğünden daha az olduğunu söyleyebiliyor.

Bir devlet düşünün ki, katliamın gerekçesi yaptığı tüm iddialar  (sayım vermiyorlar, cezaevleri örgütlerin denetimindedir, cezaevleri silah doludur, vb.) bizzat kendi kurumlarınca hazırlanan raporlarda yalanlanıyor.

Bir devlet düşünün ki, katliam sırasında yaptğı tüm açıklamaların( silah kullandılar, kendilerini yaktılar, vb.) bizzat, katliama katılmayıp, kendi personeli tarafından, yalanlanıyor.

Bir yargı düşünün ki, katliamla ilgili dava ancak 10 yıl sonra, o da katliama uğrayanların avukatları tarafından olağanüstü bir çaba sonucuyla, lütfedip açabiliyor.

Bir yargı düşünün ki, sistemin yaptığı katliamdan dolayı, hiç bir rütbesi ve sorumluluğu olmayan erlere dava açıyor. Bu davaya göre erler oturmuş katliam kararı almış ve uygulamış ve hiç bir subayın, bakanın haberi yokmuş. Ya da bir başka deyişle, Ecevitlerin, Jandarma subaylarının, MIT'in Emniyetin, Sadettin Tantanların, Hikmet Sami Türk'lerin hiç haberi yokmuş. Öyle ki hepimiz çocuk yerine koyuyor.

Bir basın düşünün ki, "sahte oruç, kanlı iftar" başlayıp atabiliyor.
Bunu atan basının yetkilileri bugün hala demokrasi dersi verebiliyor.

Bir basın düşünün ki, yapılan tüm resmi açıklamaları bugünde olduğu gibi kezlerce aldatıldığına karşın, gerçek kabul edip, hiç bir araştırmaya gerek duymaksızın ve kendi varlığını yadsıyaraka yayınlayabiliyor.

Bir basın düşünün ki, o gün gerek olayı verdiği şekli ile gerekse köşe yazılarının yorumlarıyla, bırakın basın temel ilkelerini, insanlığın yanında dahi geçmemiştir. Ve bundan en ufak bir utanma duymaksızın yoluna devam ediyor.

Bir hükümet düşünün ki, ülkenin yüz akları olan ve soruna el atan bir avuç aydını muhatap alır görünürken, öteki taraftan katliam hazırlıkları yaparak aydınları hiç mi hiç önemsemiyor.

Bir ülke düşünün ki, böyle bir katliam karşısında, bir avuç aydın/sanatçı dişında, hiç bir aydın ve sanatçıdan ses çıkmıyor.
Yapılan vahşete karşý hiçbir sözü olmayan aydın ve sanatçı tipi ülkenin en değerli kesimi olabiliyor.

Bu katliama engel olamadığımız için, tepeden tırnağa ülkenin tüm insanları olarak suçluyuz. Bu katliama karşı olmak, durdurulmasına engel olmak için, insan olmak, kendini insan hissetmek yeterliydi. Eğer dönemin DYP milletvekillerinden birinin bile "ben hayatımda böyle bir vahşet görmedim" dediği 1999 Ulucanlar cezaevi katliamına toplum olarak biraz duyarlı olunsaydı, 19 aralık asla olmazdı. Ve şimdi o ölüler elleri toplumun yakasındadır: Bunun hesabını sorun diye.

Doksanlı yıllarda TV'de bir haber izlemiştim. İngiltere'nin   terörist olmakla suçladığı ve bundan dolayı aradığı  bir vatandağının ortadoğu ülkelerin birinde polis ile girdiği bir çatışmada öldürülmüştü. İngiltere o devletten resmi açıklama istemişti, neden ve nasıl öldürüldüğüne dair. Aynı dönemde İsveç'te Türkiye Büyükelçiliği önünde bir protesto yapılmıştı. Elçliğin önemli bir çalışanı(Sanırım bu silahlı "diplomat" Kaya Toperi idi) göstericilere ateş açmış ve bir genci(türkiye yurttaşı) öldürmüştü. Türkiye ne yaptı dersiniz? Elbette ki olayı soruşturmakla ilgili olarak kocaman bir hiç. Ama diğer taraftan bir zil takıp oynamadığı kalmıştı. İsveç ise o kişiyi sınırdışı etti. Acaba bizim ülkemizde birgün kendi vatandaşlarının haklarını her koşul altında öncelikle kendisine karşı koruyabilecek mi? 

Bu katliamı okudukça, insanın vargücüyle bağırası geliyor "Nerdesin demokrasi, nerdesin adalet, hukuk, Nerdesin EY İNSANLIK?".

Artık elimde değil Ecevit, Sadettin Tantan, Hikmet Sami Türk, Mesut Yılmaz, Ali Suat Ertosun dendikçe bu vahşet aklıma geliyor.
Ecevit'in o titrek sesiyle, halkı alaya alırcasına katliama "hayata dönüş" diyen konuşması aklıma geliyor. O bir zamanlar, "Karaoğlan" denen payeyi hepten unutturdu. Gider ayak Türkiye tarihine kara bir leke ekledi. Hoþ Ecevit dönemleri Türkiye için hep kan ve gözyaşı oldu.
Oysa bu kadar genç ölmeyebilirdi, o bir avuç aydın dinleseydi. Tarhinde sadece bir kez "kargadan başka kuş da var" deseydi, bu kadar yalan söylemeyecekti; bu kadar ailenin ocağına ateş düşmeyecekti.
 Bir demokratik bir devlet, sorunları, yeni sorunlar yaratmaksızın ve de yurttaşını dinleyerek nasıl çözeceğinin hesabını yapar.
Acaba demokratik, hukuka bağlı bir sistem istemek bu topraklar için çok mu lüks?