Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

2011 Seçimleri ve Yeni Anayasa -HIDIR GÜNERİ

 

2011 seçimlerinden sonra yeni bir anayasanın yapılacağı neredeyse kesin gibi görünüyor. AKP’nin daha önce hazırlattığı ve CHP’nin yakında duyuracağı anayasa taslakları bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Yeni bir anayasanın yapılacağı kesin gibi olmakla birlikte, bu yeni anayasanın hazırlayıcılarının kimler olacağı hala net olarak ortaya çıkmış değildir. Demokratik bir anayasaya sahip olmak için toplumun bütün bileşenlerinin temsil edildiği bir parlamentonun oluşması gerekmektedir. Bütün kesimlerin temsil edildiği bir parlamento ise, bugünkü seçim sistemi ve siyasi partiler yasası ile mümkün görünmemektedir.

Barajı aşan partilerdeki aday belirleme yöntemleri dikkate alındığında, seçimlerin atama yoluyla yapıldığı ve bu atanan adayların birde usulen halka onaylatıldığı gibi garip bir durum ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla milli irade hiçbir zaman ortaya çıkmamakta ve çoğunluğu oluşturan partilerin temsil sorunu da tartışmalı bir hale gelmektedir. 12 Eylül den sonra 1983 yılından 2007 yılına kadar yapılan seçimlere baktığımızda, milli iradenin ortalama olarak 4 yılda bir, birinci ile sonuncu arasında tercihlerde bulunduğunu görmekteyiz. Yani bir dönem birinci yaptığı bir partiyi, seçim süresini (5 yıl) bile beklemeden, ortalama  4 yıl sonra sonuncu yapmaktadır (ANAP, SHP, DYP, RP, DSP, AKP). Yani ‘’milli iradeyi temsil ediyorum’’ sözü pratikte pek karşılığını bulmamakta ve halkın tercihinin de tam olarak ortaya çıkmadığını göstermektedir.

Böyle bir yapıdaki parlamentonun yaptığı yasalar da, milli iradenin çıkarına uygun olan yasalar değil, daha ziyade başka grupların çıkarına olan yasalar olmaktadır. Bunlara sayısız örnekler verebiliriz. Yani yaşamımızı kolaylaştıran, vergilerimizi özenli olarak bizim için harcayan uygulamaları değil de, devlet bürokrasisi, siyasi parti bürokrasisi ve askeri bürokrasinin gündelik hayatlarını 5 yıldızlı otel lüksünde devam ettirmek ve çokuluslu şirketlerin yararına olan düzenlemeleri yapmaktadırlar. Bu bürokratik yapıların dışında kalan sıradan halk ise bunların bu hayatlarını sürdürebilmeleri için daha fazla çalışmak ve daha fazla vergi vermek zorunda kalarak, daha fazla sömürülmektedir.  Ankara’daki en lüks binalardan bazılarını bu siyasi partilerin merkezleri olduğunu hepimiz bilmekteyiz.  

2011 seçimlerinde sonra yapılacak olan anayasa birçok bakımdan önemlidir. Çünkü ülkemizin geleceğini çok yakından ilgilendiren yapısal değişikliklerin olacağını şu ana kadar olan tartışmalardan öğrenmiş buluyoruz. Bunların başında da başkanlık sistemi gelmektedir. Bizim gibi demokratik olamayan, siyasal ve kültürel modernleşmesini tamamlamamış ülkelerde, başkanlık sistemi çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Başkanlık sistemi, kuvvetler ayrılığı ilkesini tam olarak oturtmamış, demokratik kurumlarını oluşturmamış ve yerel yönetimlere daha fazla yetki vermemiş olan ülkelerde rahatlıkla diktatörlüklere dönüşebilir.

2011 seçimlerinden sonra oluşacak parlamentoda bütün kesimlerin temsil edilebilmesi için CHP ve MHP ye çok büyük görevler düşmektedir. Barajı geçemeyen partileri parlamentoya taşımak ve temsiliyetlerini sağlamak hem demokratlık görevi, hem de ülkenin AKP yönetiminden kurtulmasının formülüdür. Bu işbirliği önkoşulsuz olmalı ve sadece seçim ile sınırlı kalmalıdır. CHP solda yer alan, BDP, DSP, EDP, ÖDP, EMEP, TKP, ESP, HAKPAR ve SDP ile MHP ise sağda yer alan SP, DP, BBP, TP, BTP, HYP, IP, YP ile bir seçim işbirliği yapmalıdır. CHP ve MHP, BDP ye 2 grup, SP ve DP ye bir grup, DSP ve BBP ye 3 ile 5 arasında ve diğerlerinin ise sadece genel başkanlarını seçilebilecek yerlerden aday göstererek parlamentoya girebilmelerini sağlayabilmelidirler.

Ancak yukarıdaki seçeneğin pek mümkün olamayacağı hem CHP, hem de MHP yöneticilerinin yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır. Bu durumda sağdaki ve soldaki partilerin birbirleriyle bir seçim işbirliği yaparak bağımsız adaylarla seçime girmekten başka seçenekleri kalmamaktadır.

Kürtler açısından süreci değerlendirdiğimiz de, henüz resmi bir açıklama olmamasına rağmen, BDP’nin bağımsız adaylarla seçime girerek parlamentoda Kürtleri temsil etmeye çalışacağı anlaşılmaktadır. BDP’nin önceki dönemde belirlediği ve seçilen adaylarına baktığımızda, en yüksek kadın üye oranı (% 42) ve en yüksek Alevi üye oranı(% 34)ile açık ara diğer partilerden farklı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca seçilen bütün milletvekilleri de devrimci, ilerici ve yurtsever özelliklere sahipti. Yine aynı dengeleri bu seçimde de göstereceklerini tahmin ediyoruz.  

Peki bizler, yani Kurmeşliler açısından durum nedir ve bu seçimlerde neler yapmalıyız. Kurmeşliler olarak bizim geçmişten günümüze, olmazsa olmaz bazı değerlerimiz vardır ve bu değerlerimiz için de şu ana kadar birçok bedeller ödedik. Bunları hepimiz biliyoruz ve bu kimliklerimiz (Kürt oluşumuz, Kızılbaş oluşumuz ve ilerici yurtsever oluşumuz) neredeyse alnımıza kazınmış vaziyettedir.   Hatta bazılarımız bunlara ‘’kırmızı çizgilerimiz’’ demektedir. Bu nedenle bütün bir süreci değerlendirdiğimizde nerede olacağımız açık ve net bir biçimde ortadadır. Kürtçe bir söz vardır ‘’Ku dıle meriyan lı hev buse, tı re u yolaxan da bervı hev tıre’’ yani eğer insanların gönülleri bir olursa, zaten yollarda hep birbirlerine doğru giderler. Bu yollarda biraz sağa veya sola sapanlara da bir öykü anlatayım; iki kardeş bir birleriyle küs ve ormanda ağaç kesiyorlarmış. Küçük kardeşin karşısına aniden bir ayı çıkıyor ve küçük kardeş çaresizlik ve korkuyla bir yandan ayıya, diğer yandan kardeşine bakıyor ve kardeşi ona ’ne bakıyorsun, ayıdan yana çıkacak değiliz ya’’. İşte burada bütün mesele ayıdan yana olmamaktır. Kurmeşliler hiçbir zaman ayıdan yana olmadılar ve olmayacaklardır da. Şu ana kadar olan tarihleri, babadan, atadan anlatılan öyküleri bunu doğrulamaktadır.

Hıdır Güneri

 

 

Mikrobiyoloji Bilim Uzmanı