Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Edebiyat gereklidir

Sanat, gerçeği yansıtır. Brceht’in deyimiyle; bunu kendine has aynaları ile yapar. Marks’ın söyleyişiyle; yansıttığı öznenin diline kulak verir. Edebiyatta bu durum daha açıktır. Sanatın dünyayı bilmenin, açıklamanın ve elbette değiştirmenin yollarından biri olduğu edebiyat yapıtlarına bakılarak daha iyi kavranabilir. Bir edebiyat eserini; yaratıcısı, yaratanın kendisi ve yazıldığı dönemi göz önüne alarak ele alırsak daha iyi değerlendirebiliriz. Böylece edebiyat; çözümlemek istediğimiz bir dönemle ilgili kavrayışımızı derinleştirmemizi, gerçeğin bilgisi konusunda daha net bir fikir edinmemizi sağlar.
Amerikan kapitalizminin tekelleşme aşamasının trajik gelişimi ve yol açtığı insani acılar, John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga ve Gazap Üzümleri romanları okunmadan anlaşılabilir mi? Amerika’nın umutlar ve fırsatlar ülkesi olduğu tezinin ne anlama geldiğini görmek için Upton Sinclaire’in Chicago Mezbahalarını okumak gerekmez mi? Devrime giden Rusya’yı kafamızda canlandırmak için Puşkin, Tolstoy, Turgenyev ve Dostoyevski mutlaka gereklidir. Devrimci Rusya, Gorki ve Şolohov olmadan kavranamaz. Gladkov’u okumak, devrimin gelecekteki handikaplarını öğrenmek için bir ders kitabı gibidir. İyi edebiyat eseri haz vermez yalnızca, öğretir ve kavratır. Engels’in; “Zamanın profesyonel tarihçi, iktisatçı ve istatistikçilerinin tümünden öğrendiği şeylerden daha fazla şeyi” Balzac’tan öğrendiğini söylediği unutulmamalıdır.
1980 öncesi dönemde edebiyata ilginin sınırlı olduğunu söylesek de, özellikle devrim öncesi ve sonrası mücadele dönemlerini anlatan romanlar çok ilgi çekerdi. Sovyetlerin faşizme karşı direniş öyküleri İlya Ehrenburg, Simenov, Vasil Bikov, Aleksandr Berk, Arnavutluk ve Bulgar deneyimleri elden ele geçerek okunurdu. Üstelik bu romanların bir kısmının özellikle Arnavutluk ve Bulgar devrimiyle ilgili romanların yaman çeviri problemleri de vardı. Ama Komiser Memo, Partizan’ın Kızı, Parti Sırrı gibi gençlik romanları bile heyecanla karşılanırdı.
Bunlardan özellikle Dimitri Dimov’un Tütün’ü, Vesselin Andreyev’in Ölümsüzler’i, Mitka Gripçeva’nın otobiyografik romanı Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum, hepimizin kendinden bir şeyler bulduğu eserlerdi. Ancak benim bunlar dışında dikkat çekici bulduğum kitaplar Bulgar romancı Stayon Daskalof’un hemen hemen birbirini bütünleyen iki romanı; Değirmen ve Büyük Mücadele idi.
Büyük Mücadele, Bulgaristan’da faşizmin yenilgisinden sonra iktidara gelen Halk Cephesi Hükümetinin kırsal alanda verdiği kolektifleştirme ve örnek oluşturma mücadelesini anlatıyordu. Parti, bir yandan savaş sonrası tarımsal üretimi ve emek verimliliğini arttırmak için çaba harcarken, öte yandan işçi-köylü ittifakını güçlendirmeye çalışıyordu. Bu çerçevede zengin köylülükle mücadele ederken de barışçıl yöntemler uygulamaya, ikna ve tarafsızlaştırma politikalarını hayata geçirmek için çaba sarf ediliyordu.
Roman, savaştan dönen bir yoksul köylü olan Mito’nun şahsında köylülüğün ikili karakterini devrimci mücadelenin zorluklarını gözler önüne seriyordu. Mito, askerde komünistlerden etkilenerek karısı Gena’ya kendi topraklarını kolektife katması için haber gönderiyor. Ancak geri dönünce özel mülkiyet duyguları yeniden öne çıkıyor. Oysa karısı çoktan durumu benimsemiştir ve bir emek kahramanına dönüşmek üzeredir.
Mito, küçük tarlasının ve iki ineğinin derdine düşmüştür artık. Toprağı verdiği için karısına yüklenir. Kooperatif toprağına dönüşmüş toprağını geri ister. İkna çabaları fayda etmez. Köylünün “Çorbacı” dediği zengin köylülerle ilişki kurar. Onlar, kolektif toprakları baltalamak derdindedir, kışkırtır durular Mito’yu. Faşizme karşı mücadele içinden çıkıp gelmiş bir adam hızla karşı devrim saflarına doğru itilmektedir. Burada, küçük meta üreticiliğinin direngen yapısı bir dizi makaleden daha iyi anlaşılmaktadır Mito karakteri şahsında.
Mülkiyet tutkusu, bireysel çalışmaya olan eğilim, doğayla kendi başına mücadele isteği depreştikçe depreşen Mito’yu, karısı Gena da ikna edemez. Parti ileri gelenlerin uğraşı da boştur. Karısını döver, ille de toprağıyla birlikte iki ineğini de istemektedir. Karısı kolektif çalışma içinde yürütülen sosyalistçe yarışmalarda ipi en önde göğüslerken, o, geriledikçe geriler. Gena teknik eleman olarak yetiştirileceği bir parti kursunu kazanıp kente giderken o, eski toprağına kavuşur. Ancak karısının payı ayrılmıştır. O, sosyalizmin bir kadın olarak kendine kattıklarının farkında, yeni kadın olma yolunda yürümektedir. Gena, kocasına bağlı bir köylü kadından bağımsız davranabilen bir sosyalist kadına dönüşür süreç içinde ve bu yolda sevdiği, her şeye rağmen bağlılık duygusunun güçlü olduğu kocasını terk etmekten çekinmez sonunda.
Bu romanda, sosyalizmin gelişiminin önündeki en büyük engelin küçük meta üretimi olduğunu bir kez daha kavrarız. Küçük meta üretimi yeniden yeniden kapitalizmi üretmekle kalmaz, bu kapitalizm fideliğinde insanları sosyalist mücadelenin içine katmak da zordur. Öte yandan, “Halk Cephesi Hükümeti” bir tür barışçıl geçiş öngördüğü, uzlaşmalarla yüründüğü için mücadele yöntemleri de farklı olmak zorundadır. Dünün devrimci şiddetinin yerini başka yöntemler almıştır. Devrimci şiddetin yerine, ikna ve örnek olma yöntemleri kullanılmaktadır artık. Burada, Daskalof romanlarının en dikkate değer yanı ortaya çıkar.
Daskalof, hem Değirmen'de hem de Büyük Mücadele’de eski ve yeni partili tiplerini karşılaştırır. Mito’nun köyündeki en eski partili Stamen’dir. Stamen illegal mücadele döneminin insanıdır. Karşı devrimci olduğunu bildiği zengin köylülere ya da kooperatife karşı çıkanlara karşı sert önlemlerden yanadır. Yeni koşulların getirdiği yeni taktiklere bir türlü ayak uyduramaz. Dürüst, yiğitçe bir geçmişi olan deneyimli bir devrimcidir. Ama yeni koşullar altında eski yöntemleri uygulamaktan yanadır. Örnek vermeye ve ikna etmeye gerek olmadığını düşünür.
Parti tarafından uyarıldığı halde aynı biçimde davranmaya devam eder. Bunun üzerine parti tarafından cezalandırılır. Ve görevden alınır. Kuşkusuz kızgındır. Ve cezalandırmaya karşı olumsuz tavır takınır. Ancak militan partili ruhu ve devrimciliği baskın çıkar ve kendine verilen yeni görevi olgunlukla yerine getirir. Kitabı güncel kılan tam da bu yanıdır işte.
Yoldaş devrimci olmak, kuşkusuz güçlü bir sınıf bilincine ve sınıfa karşı sınıf tavrına sahip olmayı gerektirir, kararlı ve net olmak bir partizanın en önemli niteliğidir. Ancak “somut koşulların somut tahlili” sözü boşuna edilmemiştir. Her yeni durum, yeni mücadele biçimleri yeni taktikler, hatta strateji değişiklikleri gerektirebilir.
Burada devrimcinin teorik gelişimi, kendini geliştirmedeki başarısı, somut durumdaki değişikliklere adapte yeteneğini güçlendirir ve azaltır. Burada, elbette doğru önderlik ve gelişime katkının önemi de yadsınamaz.
Marksizm insanın ileri yürüyüşünün teorisidir. Durmayı değil hareketi öngörür. Düşünmeyi ve hareketi hızlandırmak kişileri de kolektifleri de güçlendirir. Gelişmenin yönü ve değişimin özellikleri fark edilmediğinde hep ilkelere bağlı kalınarak da devrimci mücadeleden uzaklaşmak ve tutuculaşmak mümkündür. Sınıf bilinci, yüksek eski ve deneyimli savaşçı Stamen’in yaşadığı da budur. O; kavganın ateşli günlerinin sıcak mücadelenin insanıdır. Zengin köylüler sınıf mücadelesini acımasızca sürdürmektedir hala. Ancak vuruşma dönemi geride kalmış yeni yöntemler, yeni kahramanlık biçimleri ortaya çıkmıştır. İnsanın o insafsız mücadele karşısında Stamen’e hak veresi gelir. Yine de Stamen daha sağduyuludur. O, partinin kendisine karşı tavrını bireyselleştirmez ve mücadelesine kararlılıkla devam etmeyi seçer.
Kuşkusuz bu örnek bir tavırdır, deneyimin aktarılmasına parti kuşaklarının sürekliliğinin sağlanmasına katkıda bulunur. Bu sürekliliğin sağlanması da elbette önemlidir, ama aynı zamanda eskimeye karşı dikkatli bir mücadele de gerekmektedir. Birikim süreklilikle sağlanır, ileri yürüyüş ise sürekli yenilenmekle mümkün olur. Bu durumu diyalektik bir süreç olarak görmek, birikimi ve yenilenmeyi diyalektik bir süreç olarak ele almak eskimeyi yıpranmaya değil birikim zenginliğine dönüştürmek elimizdedir. Stamen, ikna edilmesi gerekenlere şiddet uygulanmasından yanadır, bu alışkanlığın rolüne getirir bizi aynı zamanda, devrimci olmayı bir alışkanlığa dönüştürmek, belli davranış biçimlerine takılıp kalmak da benzer özelliklerdir. Ve insanı geriletir alışkanlıklara karşı direnmek, sürekli yenilenmek devrimcinin görevidir. Stamen tipi devrimcilere her coğrafyada rastlamak mümkündür. Daskalof’un Büyük Mücadele romanını hatırlama nedenim de zaten budur.
Ama; dönemi, yaratıcısını ve eseri birlikte düşünmek bize romanın geçtiği dönemle ilgili gözlemlerde bulunma ve tarihsel gelişimin sorunları üzerinde düşünme fırsatı da verir. Hem Rusya hem de Bulgaristan, köylülüğün yoğun olduğu ülkelerdir. Bu ülkelerde devrim yapmak aynı zamanda köylülüğün kazanılmasından geçmektedir. Stoyan Daskalof’un Büyük Mücadele’si gibi Şolohov’un Uyandırılmış Toprak ve Don Kıyısında Hasat romanları da Rus kırında toprak devrimini gerçekleştirmenin zorluklarını anlatır. Ekim Devriminin düşmanları da yaygın küçük meta üretiminden beslenen bu kapitalizm fideliğinde faaliyet göstermeyi seçerler. Devrime karşı direncin en gelişmiş olduğu yer buralarıdır.
Tıpkı bunlarda olduğu gibi Alyoşa’nın Bayırı romanında da, artık kolektif tarıma geçmiş bir kolhozda da Faşizme Karşı Anavatan Savunması dönemi sonrasında bile nasıl pazarın ve paranın etkin hale gelebildiği kolhoz içinde bile farklılaşmanın ortaya çıktığı görülebilir. Öte yandan, hem Büyük Mücadele’de hem Alyoşa’nın Bayırı’n da, üretimin ve emek verimliliğinin arttırılmasının ne denli öne çıktığını gözlemek mümkündür. Daskalof’un romanında yeni kuşak köylü gençliğin makinelerle ilişkisi, onları sevmeleri, sahiplenmeleri olumsuz özellikler değildir kuşkusuz. Ama yarışma ile bireysel rekabet arasındaki çizgi incedir. Ve insan daima makinelerden de üretim rakamlarından da üstün olmalıdır. Kolhoz’un parti örgütünün başarısının plan hedeflerine uygunlukla ölçülmesi çok dikkat çekicidir. Öte yandan, 1950’ler sonrası bir zamanda bile sosyalist insan ilişkileri, kadın erkek ilişkileri sorunludur.
Öyle görülüyor ki, küçük meta üretimi konusu her gelişmekte olan devrimin yumuşak karnı olmaya devam edecektir ve üzerinde düşünmeyi gerektirir. Tıpkı bir partinin katılım ve tabandan denetim mekanizmalarının gelişmesinin önemi gibi, partinin niteliğini kadrolarının niteliğinin belirleyeceği gerçeği gibi. Eski ve yeninin birliği ve daima yenilenerek ileri yürüme becerisini gösterebilmek, sağlıklı gelişimin unsurları sayılmalıdır. Kitap okumak, edebiyatla içli dışlı olmak hayatı okuyabilmek için bir gereksinmedir. Her okuma, doğruların keşfedilmesi deneyimlerin yaratıcı biçimde değerlendirilebilmesi için bir adım olmalıdır.