Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

AĞITLAR

Gidenin ardından
Analar ağıt yakarmış
Bizim ellerde
Ya gelene anam ya gelene
Ateşler yakılmaz mı
Düğün bayram edilmez mi...

Acının tarihi çok eskidir Anadolu'da. Anadolu toprakları halklara yurt olalı beri nice yıkımlar, zulümler görmüş; acıların bıraktığı derin izler bugünlere kadar gelmiştir. Anadolu insanı da toprağı gibi acılarla yoğrulmuştur. İşte onun içindir ki, Anadolu'da acının tarihi kadar ağıtların tarihi de eskidir.
Halk ağıt yakarken söz kaygısı, beste kaygısı gütmemiştir. Ağıtlar gerçek olaylara dayanır. Hepsinin bir öyküsü vardır. Olayın etkisinin büyüklüğü oranında yaygınlaşir, kuşaktan kuşağa aktarılır. Kimi zaman ufak tefek değişikliklere uğrayarak da söylenir. Kimi ağıtlar kağıt üzerine yazılmamış olsalar bile yaratanı, yazanı bellidir. Kimileri ise yaratıcıları belli olmayan ağıtlardır. Tek bir kişi tarafından söylense de zamanla halka mal olmuş, dilden dile yayılmıştır.


Aslında ağıtların belli bir kalıbı yoktur. Ama genelde iki biçimde yakılır. Birincisi "Nazım" da denilen şiir düzeni ağıtlardır. Anadolu'da en eski biçimdir ve bugün de en çok kullanılandır. İkincisi ise konuşma biçiminde yakılan ağıtlardır. Dile geldiği gibi, cümlelerin arasına karışan ve acıyı belirten "ah", "of", "aman", "uy" vb. seslenişlerle söylenir. Kimileri ise uyaklı, ölçülü, düzenli söylenen ağıtlardır. Bu tür ağıtlar daha çok Türkmen ve Yörüklerin bulunduğu Toroslar'da, Çukurova'da ve Kayseri Pınarbaşi gibi bazı İç Anadolu yörelerinde kullanılır. Bu biçimde söylenmiş ağıtlar, Avşar oymaklarının yerleşme alanlarında derlendikleri için, genellikle "Avşar ağıdı" diye adlandırılır. Halkın üzerinde büyük etki bırakan doğal afetler, göçler, savaşların bıraktığı acılar, halkı kırıp geçiren salgın hastalıklar, kıtlıklar, isyanlar, ayaklanmalar, uzak diyarlara, gurbete gidip de dönmeyenler ve daha halkın yaşadığı onlarca olay ağıtlara konu olmuştur.

 

 Aman havar havar
Komşular havar
Ağıtlar yakın
Komşular havar
Yiğidim ölmüs
Yüreğim yanar

Anadolu'da gelenekselleşen ağıt türü ölen, yitip giden kişinin ağzından ya da yakınları, babası, anası, sevdalısı ağzından söylenen ağıtlardır. Bu ağıtlar hem ölü başinda çagrilan türküyü, hem de bir dizi töreni kapsar. Yalnızca ölüm ve evlenme gibi iki olayda ağıt bir tören ögesi olur.


Bu "törensel ağıt"ları sadece kadınlar düzenler ve yürütürler. Bunlar ölenin kız kardeşi, anası, eşi, yakın akrabaları, dostları, komşularıdır. Ölen kişinin evinde toplanılır. Odada ölünün giysileri sergilenir. Ağıt törenine katılan kadınlar başlarını ak yemeni ile örterler. Odaya her yeni gelen kadın ölünün en yakını ve yaşça büyük olanın boynuna sarılır, ağlar. Bağrına vurup, saçlarını, yüzünü yolar. Ağıt yakan kişi "Toprak başima, ben de öleyim de kara toprak başima saçıla" der. Ağıt, ölünün geçmişini, çogu kez geçmişi bugüne getirerek, ölüyü de konuşmalara katarak söylenir. Ağıtçı, ölen kişinin huyca övülecek yönlerini sayar; güzelliğini, yürekliliğini, yiğitliğini, boyunu-posunu över. Eğer yaşadığı sürece mutluluk görmemişse, ölenin yaşantısı boyunca çektiklerini, yaşadığı acıları, anılarını, ölüm şeklini anlatır. Doğal ölümler dışında olan ölümlere yakılan ağıtlar daha çok yaygındır. Örnegin bir kişinin daha genç yaşta bir kaza sonucu ölmesi ya da düşman eliyle gelmiş sırasız bir ölüm, genç bir gelinin vakitsiz ölümü gibi... Kişi evinden uzakta, gurbette ölmüsse acı haber erişir erişmez; ölü, evindeymiş gibi tören düzenlenir, ağıt yakılır. Kimi yörelerde ağıt törenleri üç gün veya daha fazla sürer. Ölen kişinin mezarı ziyaret edildiğinde de ağıt yakılır.


Bu nasıl işdir bu nasıl hışım
Arada mı kaldın belalı başim
Hemi yavrum gitti hemi yoldaşim
Ben bu derdin hangisine yanayım

[Kimi zaman çaresizligin dili olur ağıtlar... Doğal afetler karşisında çaresizdir halk. Çünkü doğal afetler karşi konulmaz olarak görülür. Yitirdiği sadece eşi-dostu, akrabası olmaz bu afetlerde. Evi, eşyası, varı-yoğudur yok olan. Umutları; nice acılara, nice yokluklara katlanarak kurduğu yaşamıdır yitip giden. Bundan dolayıdır ki ağıtlar yok olana hayıflanmayı, kadere isyanı dile getirir.

Sana derim sana söngüm Erzincan
Hani yeşil bağın şiirli otağın?
Bağrına bastırdın nice yüz bin can
İnsan gurhanası taşin toprağın


Kimi zaman savaşlarda can verenlere duyulan acının dili olur ağıtlar. Yüzyıllardan bu yana birçok savaşa tanıklık etmiştir Anadolu toprakları. Halk gün olmuş ülkesini emperyalistlerden kurtarmak için savaşmış, gün olmuş zalimlerin zulmüne karşi isyan etmiş, gün olmuş egemenler tarafından, çikarina olmayan savaşlara sokulmuştur. Her defasında da çok kayıp vermiş, çokça canlar yitirmiştir bu savaşlarda. Duyduğu acı sınırsız ve tarifsizdir. Çünkü eşi, oğlu, kardeşi, bir daha dönmemiştir geriye.

Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular
Of! gençliğim eyvah

Bugünlere kadar gelen ve yaygın olarak bilinen Yemen, Sarıkamış, Çanakkale ağıtları bu türden ağıtlardır. Bu kadar yaygın bilinmesinin nedeni Anadolu halklarının tümünü derinden etkilemesi ve günümüze türküleşerek gelmesidir. Bunlar uzaklarda can vermiş bir yakınının ölümüne yanan bir tek kişinin; belki bir ananın, bacının, bir eşin sözleri, yakınışıdır aslında. Ama bir tek kişiye yakılsa da, artık aynı alın yazısını paylaşan onbinlerin, yüzbinlerin olur o ağıt
Adı Yemen'dir, gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir:


Yıl 1914'tür. Seferberlik ilan edilmiştir. Yurdun dört bir yanından toplanan "ayağı çarikli", yarı aç, yarı çiplak, daha bıyığı bitmemiş delikanlıların ellerine silah verilir. Daha hızlı gitsinler diye kaputları, yiyecekleri ellerinden alınan binlerce asker kara kışta Doğu Cephesi'ne gönderilir. Açlık, bit, salgın hastalıklar soğukla birleşince daha düşmanla karşilaşmadan 90 bin asker Sarıkamış dağlarında can verir. Kimi soğuktan donar, kimi açlıktan, hastalıktan ölür. Kayseri'den Çanakkale'ye, Amasya'dan Çorum'a umudunu kesen anaların gelinlerin ağzından onlarca Sarıkamış ağıdı yakılır:


Dağlarda ordu kuruldu
Hücum borusu vuruldu
Bir Sarıkamış uğruna
Doksan bin fidan kırıldı


Kimi zaman halkın, önderlerine duyduğu sevginin, saygının, bağlılığın dili olur ağıtlar.
Önderler, halk için zulümden kurtulma umudu, adaletsizliklere karşi adalet dağıtan ve haksızlıklara karşi hak arayandır. Bunun içindir ki, halk önderlerine sahip çikmis, sonsuz güven ve hayranlık duymuştur. Halkın ağıtlarında kimi zaman Pirler, kimi zaman Seyitler, kimi zaman da Efeler konu olur. Bunlardan bir tanesi Pir Sultan Abdal'a yakılan ağıttır. Bu ağıdın Pir Sultan Abdal'ın kızı tarafından yakıldığını biliriz....

Dün gece seyrimde coştuydu dağlar
Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Gündüz hayalimde gece düşümde
Düş de ağlar ağlar Pir Sultan deyü
(...)
Pir Sultan kızıydım ben de Banaz'da
Kanlı yaş akıttım baharda güzde
Dedemi astılar kanlı Sivas'ta
Darağacı ağlar Pir Sultan deyü

ßiz Alevilerin İmam Hüseyin ve yoldaşlarının Kerbela'da şehit edilmesi üzerine yaktığı ağıtlar vardır. Bunlara "Mersiye" denir. Ve bu ağıtlar Muharrem ayında okunduğu gibi, cem törenlerinde de okunur. Sadece Kerbela için duyulan üzüntü değil, yüzyılların Alevi halkta bıraktığı acı izler, yaşamaya devam ettikleri baskılar bu ağıtlarla bir kez daha dile gelir.

Alemlerin serverisin
Ah Hüseyin vah Hüseyin
şehidlerin serdarısın
Ah Hüseyin vah Hüseyin


Halk bugün Bedreddinler'in, Pir Sultanlar'ın isyan geleneğini sürdürerek şehit düşen devrimcilerin, devrimci önderlerin arkalarından da acısını ağıtlarla dile getirmiştir.
Bu ağıtlarda halk sadece acısını, üzüntüsünü değil düşmanlarına, zalimlere duyduğu kini, öfkeyi, kurtuluşa duyduğu özlemi de ifade etmiştir. Bu ağıtlarda devrimcilerin halka taşidığı bilincin yansımasını görürüz.
Ulaşa Ağıt

Hele ulaş'a ulaş'a
Ulaş benzerdi güneşe
Ulaş kardaş canveriyor
Yüreğim düştü ateşe

Ulaş'ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer
Bizimkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler

Gün doğdu hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğranada
Alkanlara boyandık

Yolumuz devrim yolu
Gelin kardaşlar gelin



Ulaş Bardakçı'ya duyulan sevgi, onun katledilmesinin verdiği acı halkın dilinde böyle ağıtlaşmıştır. Bu ağıtta hem derinden duyulan bir acı, hem de öndere övgü vardır. "Böyle ölür bizimkiler" derken Ulaş'ın direnişinden, düşman kuşatması altında teslim olmayarak çatismasindan, yiğitliğinden duyulan gurur ifade edilir.


Oy dere Kızıldere
Böyle akışın nere

Bizde hal mı bıraktın
Sana can vere vere oy...
Dere bizim evimiz
Suyu alınterimiz
Söyle nedendir dere
Vurulur gençlerimiz


Acı tek bir kişinin değil, bütün bir halkın acısıdır. Yıllar geçse de unutulmaz. İşte Kızıldere ağıdı aradan geçen otuz yıla rağmen tazeliğini koruyor. Halk sorar; Biz sana sana emek vermişiz, senin suyun gibi alınterimiz dökülmüş bu topraklara, öyleyse neden ölüm bize düşer, neden hep biz ölürüz? Bu sözlerde bir kabullenemeyiş vardır.
Mahir Çayan ve yoldaşlarının yarattıkları destansı direniş üzerine yakılan daha onlarca ağıt vardır. Halkın ağıt geleneğinde genel olarak bir çaresizlik vardır. Ama devrimcilere, devrimci önderlerimize yakılan ağıtlarda çaresizligin değil, hesap sorma isteğinin, öfkenin öne çiktigini görürüz.


Nurhak sana güneş doğmaz
Uçan kuşlar yuva kurmaz
Dökülen kan yerde kalmaz
Soracağız hesabını
Böyle kalır sanma devran
Yola devam eder kervan
Öldü Sinan doğdu Sinan
Omuzladı silahını

Mücadelenin devam edeceğine, yeni Sinanlar'ın bu mücadeleyi omuzlayacağına inanç vardır bu ağıtta.
Halkın devrimci önderlere yaktığı ağıtlardan biri de Denizler'in Gemerek'te yakalanmalarına ilişkin ağıttır. Burada da Denizler'in yakalanmasına duyulan üzüntü ve onları kurtarma isteği dile getirilir:

Şarkışlaya düşürmesin oy
Allah sevdiği kulunu
Gemerekte çevirmisler
Deniz Gezmiş'in yolunu
Gece Elmalıda kalmış
Amancılar iyi solmuş
Uzatmalı iyin biri
Yusuf'u gafletle vurmuş
Dağların olayıydım
Okur-yazar olaydım
Deniz mahkemeye düşmüş
Avukatı ben olaydım
Yusuf mahkemeye düşmüş
Avukatı ben olaydım




Diyarbakır işkencehanelerinde katledilen İbrahim Kaypakkaya için onun ağzından yakılan ağıtta ona yapılan işkenceler, direnişi, yiğitliği, ser verip sır vermemesi anlatılır.
.......
Uzun günler işkencede
Kestiler parmaklarımı
Ağlama kardeş ağlama
Ağlama yoldaş ağlama
Ben çalistim boş durmadım
Gurur duy sen can yoldaşim
Ser verdim de sır vermedim






...............................

KALDIRIN ßASLARINIZI YUKARI...

Dostlarım kardeşlerim canlarım
Kaldırın baslarınızı
Suçlular gibi yüzünüz yerde
Özünüz darda durursunuz
Kaldırın baslarınızı yukarı
Size göz verildi gözleyin diye
Dil verildi söyleyin diye
Kulak verildi dinleyin diye
El gövde de kaşinan yeri bilir
Dert sizde derman ellerinizdedir
Gün gül ile barışmalı
Kardeş kardeş duruşmalı
Koklaşmalı söyleşmeli
Korka korka yasamak ne
Kanadık toprak olduk
Çekildik bayrak olduk
Döküldük yaprak olduk
Geldik bu güne
Ekmeği bol eyledik
Acıyı bal eyledik
Sıratı yol eyledik
Geldik bu güne
Ekilir ekin geliriz
Ezilir un geliriz
(Bize ölüm ne?)
Bir gider, bin geliriz

BİZ HALKIZ
YENİDEN DOĞARIZ
ÖLÜMLERDE

Yasamak, bir ağaç gibi,
Tek ve hür

Ve bir orman gibi
kardeşçesine,

ßU HASRET BİZİM..
__________________


"O iyi insanlar, O güzel atlara bindiler, (çekip) gittiler."



Umut daima vardı
Yaralı bir kuşun türküsünde

Yüreğinde
Buğusunda billur bir hasretin,
Umut daima vardı.
Ve şimdi
Bir uzun gecesinde insanlığın
Çiğneyerek alaylı bakışları
Mavi bir ışık demeti gibi
Bağdaş kuruyor düşlere
Umut daima vardı.



''ya onurlu bir bakış yada görkemli bir direniş

yüzümüzü deniz'lere dönüyoruz.''