Gulizâre ile Dêrsim’e yolculuk
Dêrsim 38 katliamını yaşayan Gülizar Aslan’ın hayatından yola çıkan Caner Canerik, ‘Gülazâre-Bitmeyen Yolculuk’ kitabı ile okuru, acının tanıklığında tarihi bir yolculuğa çıkarıyor.
Caner Canerik’in “Gülazâre-Bitmeyen Yolculuk” adlı kitabı, El Yayınları’ndan çıktı. 336 sayfadan oluşan kitabın tasarımını ise Filiz Sürcan hazırlamış.
“Bitmeyen Yolculuk” alt başlığıyla çıkan “Gülazâre”, yazarın kaleme almayı planladığı üçlemeden ilki. “Gülazâre-Bitmeyen Yolculuk”, Dêrsim 38 katliamını yaşayan Gülizar Aslan’ın hayatından yola çıkıyor ve acının tanıklığında bir tarih yolculuğuna çıkarıyor bizleri. Bu katliama dair her okuduğumuz cümle, bilmediğimiz ayrıntılara, yaşanmışlıklara götürüyor.
Zaman, 1938’in vahşet günleri... Yer, Dêrsim’in Pülümür ilçesine bağlı Mezra köyü. Her yer toz duman içinde, kan revan ilmeğinde. Gülizar Aslan, henüz 8-10 yaşlarında bir çocuktur. Ama çocuk yüreği, babası ve amcası dahil olmak üzere köylerinden 17 kişinin infazına tanık olur. Bu tanıklık ve katliam ile bitmez küçük Gülizar’ın acısı. Oysa Gülizar için yeni başlamıştır, hayatın acımasızlığı. Zira kara vagonlar, insan taşımaktadır, uzak memleketlere... Hiç görmedikleri; dilini, kültürlerini bilmedikleri yerlere.. Gülizar da, henüz 20’li yaşlarında olan annesi ve üç kardeşiyle birlikte, Yozgat’ın Sünni bir köyüne sürgün edilirler.
Mezra köyünde yaşanan vahşete tanıklık eden kitap, sürgünlerin, Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Peyniryemez köyündeki dramatik yaşam mücadelesiyle sona eriyor.
Kürt kadınların hikayesi
Canerik, kitabını, “Türkiye’deki mevcut Türk, Sunni, erkek ve kapitalist egemenliğe karşı Kürt, Kızılbaş, kadın ve komünist bir insanın yaşam mücadelesi” şeklinde tanımlıyor. Ancak kitabın birebir Gülizar Aslan’ın biyografisi olmadığını da hatırlatıyor. Çünkü bölgede yaşanan başka olaylar da hikayenin içine yerleştirilmiş. Canerik, kitabın, bu anlamıyla klasik roman ya da biyografik bir çalışma formatının dışında olduğunu da dile getiriyor.
G.Aslan’ın gerçek yaşamından yola çıktığını belirten Canerik, şunları dile getiriyor: “Özellikle Dêrsim’de 1938’de gerçekleştirilen yok etme harekatı sırasında yaşananlar bizzat kitaba konu kişinin, anlatımlarına ve tanıklıklarına dayanarak romansı bir tarzda aktarılıyor. Türkiye’deki ağır politik baskıların en büyük mağdurları, kadınlar. Herhangi bir siyasi aktiviteleri olmasa dahi, sistem tarafından mağdur ediliyorlar. Gülizar Aslan da bütün bir ömrünü, sürekli mağduriyetler yaşayarak geçiriyor. Aslında bu, Kürt çocuk ve kadınlarının ömürleri boyunca yaşadıkları dramın bitmeyen hikayesidir. Her yeni gün, hiçbir şey yapmasalar dahi sisteme aykırı varoluşları nedeniyle farklı bir noktada haksızlıklarla karşı karşıya kalıyorlar. Etnik, siyasi, dinsel ve cinsiyetçi ayrımcılığın en büyük mağduru bu insanlardır.”
Gülazâre’nin ‘emanet sözü’
Tanıtım bülteninde ise, şöyle anlatılıyor kitap: “Bu roman, hep güneşe bakan bir dapirin (nine) sessiz çığlığıdır. ‘Havaya yanık et kokusunun yayıldığı’ 1938 Dêrsim katliamında, annesi ve çocuk yaşta üç kardeşiyle sürgüne gönderilen Gülazâre’nin ‘emanet sözü’ (Qesa emanete)’dür. Katliamda babasını, amcalarını ve on yedi yakın akrabasını yitiren bu kadın, acılar yumağı ve kan deryası içinde umudunu daima korudu, hasretini güvenle taşıdı. Dêrsim’de çocuk çığlıklarının, kadın feryatlarının dört bir yanı sardığı ortamda, uzun ve çileli zorunlu göçe çıkarıldı. Köklerinden koparılan fidanlar misali yabancısı olduğu diyarlara sürüldü. Bitmeyen, sonu bir türlü gelmeyen bir yolculuktu yaşadıkları... Yaşamı boyunca o “kara günler”den kalma sessiz çığlığı, dünüyle geleceği arasında daima ince bir köprü oldu.
Dapirden bu emanet sözü alıp romanlaştırarak bizlere ulaştıran Caner Canerik, bir kez daha kapımızı çalmakta ve gönüllerimize seslenmektedir.”