Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Yeni albümü ‘Azadî’ kısa bir süre önce piyasaya çıkan Nizamettin Ariç, sanatçının sahip olduğu geniş yaratıcılık gücünü kanıtlamış oldu.

Ermenistan Kürt şairleri Fêrîkê Ûsiv ile Eskerê Boyîk’in şiirlerini bestelediği yeni albümü kısa bir sürede çok ses getirip, farklı kuşaklardan büyük beğeni toplamaya devam ediyor. Ki, Ariç’in sevenleri uzun zamandır yeni albümünü bekliyordu. Olumlu tepkilere ve oldukça yüksek satış rakamlarına bakıldığında dinleyicisinin beklentilerine yanıt olduğu düşünülebilir. Biz de, yeni albümünü konuşmak üzere Nizamettin Ariç ile, yaşadığı Berlin’de buluştuk. Söyleşimize Kafkas şairlerle giriş yaptık, albümün müzikal yapısından Kürt müziğinin bugün yaşadığı sıkıntılara köprü kurduk, sürgünü ve ülkeye dönüş istemlerini konuştuk. 

Geçtiğimiz haftalarda çıkan son albümünüz ‘Azadî’deki şarkıların sözleri, Fêrîkê Ûsiv ile Eskerê Boyîk’e ait. İkisi de, dedenizin terk etmek zorunda kaldığı Erivan’da yetişmiş, aynı kuşağın şairleri. Birçok Kafkasyalı Kürt şairin şiirlerine besteler yaptığınızı biliyoruz. Ama bu albüm için neden Fêrîk ile Esker’i seçtiniz?

Eskerê Boyîk’in 70’li yıllarda Türkiye’de Dağ Çiçekleri isimli bir Kürtçe-Türkçe kitabı çıkmıştı. Kendisiyle tanışıyorum. Hatta yayınlanmamış eserlerini de bana yollar. Bu geniş bir proje. İlk ayağı Esker ile Fêrîk’ten oluşuyor. Projeyi ilk tasarladığım zaman farklı isimler de vardı. Fakat sonradan, ayakları ikişer isim biçiminde oluşturmamın daha iyi olacağını düşündüm. 

Fêrîkê Ûsiv’ın Kafkas, hatta genel Kürt şairleri içerisinde çok önemli bir yere sahip olduğuna inanıyorum. Birçok şairde rastlanılan tekrar olgusu onda neredeyse yok gibi. Şiir dünyası geniş; tabiat, doğa, insan ilişkilerine dair çok şey bulunur şiirlerinde. Serhad ruhunu, Kürdün anlatılması zor yönlerini ifade edebilmesi çok önemli. Herkesin düşünüp de anlatamadığı ayrıntıları bu şairler anlatabiliyor. Fêrîk’in şiiri derin, çok yönlü anlamlara sahip. 

Onları anlayabilmek için Kürt tarihini, Kafkasya’da şekillenen Kürt kültürünü ve felsefesini, ayrıca Êzîdî yaşam tarzı hakkında bilgi sahibi olmak lazım. Fêrîkê Ûsiv’ın şiirleri daha serbest bir stile sahip olduğundan, örneğin Cegerxwîn’in şiirlerine yapılabilen rahatlıkta, onun şiirlerine müzik yapılamıyor. Esker de çok değerli. Simoyê Şemo, Mîkaîlê Reşîd, Rizaliyê Reşîd ünlü değerli şairlerimiz. Bunlar kalıp üstü şairler. Bir bütün olarak Kafkasya Kürt şairleri çok önemli bir yere sahip. Son zamanlarda Azerbaycan’da da güçlü şairler olduğunu öğrendim. Bunlar Nazım, Brecht, Neruda kadar güçlü şairlerdir. Ama maalesef sahip çıkılmadığından pek tanınmamışlardır.

Sovyetler’den klasik edebiyata dahil edilen çok önemli eserler var. Sovyet edebiyatının bu şairler üzerinde de etkisi var mı?

Bunların hepsinde vardır. Fêrîk zaten Puşkin üzerinde de çalışmış, ona dair şiirleri de var. Doğrudan veya dolaylı olarak bir etkiden söz edilebilir. Zaten Sovyet sistemi içinde o etkinin olmaması imkansız. O dönemde kendi içinde kapalı bir rejimden söz ediyoruz. Kürt klasikleri de ellerine geçiyordu, örneğin Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrê vb. Modern Kürt şairlerden Cegerxwîn vardı ellerinde. Rus edebiyatı ile etkileşimin yaşanmış olması çok doğal bir şey. 

Albüme adını veren Azadî şarkısı, albüm sıralamasında en sonda yer alıp, bir nevi kapanışı yapıyor. Melodisi, kullanılan enstrümanlar dikkate alındığında, şarkının içinde ağır, yavaş adımlardan koşuşa ilerleyen bir tempo var. Koşuşa başlama anı dinleyici için bir uyanış hissini de uyandırabiliyor. Albüme bu şarkının adını verme nedeniniz neydi?

Arkasında entelektüel olarak düşünülmüş farklı bir amaç yok. Ama daha ağır bir parça olduğu için sona aldım. Kürt halkının özgürlük özlemi ve sorunu, benim kendi özgürlüğüm, bunlar etkidir. Anlatmak istediğim Azadî, basit bir özgürlük anlayışı değil. Halkımın durumundan kendimi koparmam mümkün değil. Beni besleyen en büyük ilham ve gücüm, halkımın mücadelesinden gelir. Çok farklı bir Azadî yorumu olabilir. Dinleyen, başındaki ağır tempodan hıza geçerken farklı şeyler duyup, yorumlayabilir. Ben dinleyenlerime bırakıyorum. Çok ağır dokulu bir çalışma. Çok uzun bir parçaydı, kısaltmak zorunda kaldım. Gozel de öyleydi. Şiir uzun olsaydı, sadece Azadî ile bir albüm yapabilirdim. Onlarca ayrı perspektiften yorumlamam mümkündü. Müzikal sanatsal fantazim çok gelişkin. Bir şarkı için iki üç ayrı beste yapıyorum, bunlardan birini seçiyorum, diğerlerini atıyorum. 

Şiir hem hayatınızda, hem de müziğinizde nasıl bir ilham kaynağını oluşturuyor? Örneğin Azadî’de aşk, isyan, özlem ve hüzün içiçe işlenmiş. 

Çünkü hayatın kendisi öyle. Özellikle Ermenistan veya Kafkas şiirindeki farklılık, yaşamı çok şiirsel anlatmalarıdır. Üzüntü, sevinç, mücadele, yenilgi, hastalık, sağlık, hepsi yaşamda var. Bu çalışmalarda ona dikkat etmeye çalıştım. Özgürlük tutkusu, savaş, savaşın tahribatı, aşk, sevgi, her şey olmalı. Benim gibi bir insanın bu yaştan sonra toplumun her alanında herkesi ilgilendiren olgulara dikkat etmesi gerekir. Benim Kürt müziği yapanlara da örnek olmam lazım. Kürdistan’ın her parçasında ‘Acaba Mamoste bu sefer nasıl bir eser yapmış?’ diye çalışmalarımı dört gözle bekleyen çok sayıda sanatçı var. Onların hafızalarını ve ufuklarını açıyorum. Siz de alın değerlendirin, yorumlayın. 

Albümü dedenize atfetmişsiniz. Albüm booklet’inde fotoğrafı da var... 

Dedem Cevoyê Misto hakkında, onunla ilgili anlatılanların dışında bir şey bilmiyorum. Elimizde bir tek o resmi var. 1. Dünya Savaşı sonrası Ağrı’ya gelip yerleşmiş. Van’a gitmiş, orada da akrabalarımız var. Sonra tekrar Ağrı’ya dönüp, amcam ve halamla birlikte oraya yerleşmiş. 

Brûkîler mi?

Biz 3 ayrı aşiretteniz; Brûkî, Bekirî ve Celalî. Serhat ve Kafkas bölgelerinde de zaten bu aşiretler yaşıyor. İran’da da var. Babam Ağrı’da doğmuş. Aslında dönmek gibi bir amaçları da varmış ama nedense kalmışlar. Neden geldikleri de net değil. Müslüman oldukları için mi Sovyetlerden kaçtılar? Çünkü kalanları sürgün ediyorlar. Bugün Kazakistan, Özbekistan’a sürülmüş o kadar Kürt var ki. Nadir Nadirov da Kürt Brûkî aşiretindendir. Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan ve diğer yerlerdeki Kürtlerin çoğu – Kurdistana Sor dahil – sürgün ediliyor. Ailemin elinde önce bazı yazışmalar da varmış, fakat sonra onlar da kaybolunca dedemden geriye sadece bu resim kaldı. Bende resmi, onun anısına albüme koydum. 

O benim özümü temsil ediyor, koparılmışlığımızı. Aramıza sınırlar girmiş. Onu yaşayamadım, sadece aileden dinledim. Bendeki etkisi Erivan Radyosu misalıdır. Serhat Kürtlerinin, biraz Kürtlük ruhu olan Kürtlerin sosyalizasyonunda bu radyonun büyük rolü var. Bu, bilinç altına yerleşiyor ve insanı şekillendiriyor. Bu, bende oldu. İnsanlar bazen saat 5 civarı polis, inzibat duymasın diye kapı ve pencereleri kapatıp, radyo dinlerdi. Dini merasim gibi bir kutsallığı vardı. Çıt çıkmazdı. Orada çok temiz ve Kürt ruhlu bir müzik ve edebiyat ile buluşurduk. 

Albüm kontrapuntal bir yapıya sahip. Doğu ve batı enstrümanları arasındaki ahengi nasıl sağlıyorsunuz?

Ben aslında Kürt halk müziğinden yola çıkıp, Kürt halk müziği ile batı müziğinden bir analiz, bir sentez yaratmış durumundayım. Doğu ve batı sentezi de diyebiliriz. Projenin başında ‘Albümü acaba Erivan ya da Serhat stili ile yapsam mı?’ diye düşündüm ama bu herkesin yapabileceği bir şey. Ben farklı bir şey yapmak istedim. Dünya küçüldü, artık Batı müziği de Kürt müziğinin bir parçası olmalı. Batı müziğine en uzak kültürlerden biri de Çin’dir. Çin’de şu an, şu saatte 20 milyon insan piyano öğreniyor, Batı kemanı öğreniyor. Batı dehalarının müziği insanlığın müziği oldu artık. Kürter de bu müziğin bir parçası ve buna dahil olmaları şart. 

İcra ettiğiniz müzikle yeterince anlaşılmadığınızı düşünüyor musunuz? 

Sadece benim için değil, Batı tarzı müzik ya da böyle bir tarz üzerinde çalışan tüm arkadaşlar için bu böyle. Toplumumuz buna hazır değil. Buna destek vermek lazım. Televizyonların, basının, aydınların bunu işlemesi lazım. Medyamız bunu yapacağına, arabeskin yaygınlaşması için önayak oluyor. 

Daha evvel ‘kürdobesk’ diye bir nitelemeniz vardı. Hala aynı kanıdamısınız?

Bunlar çok yaygın olup, Kürt müziğine zarar verecek özellikteki müziklerdir. Batı ve Kürt sentezine destek verilirse çok daha olumlu gelişmeler olur, önü açılır. Avrupa bu kültürün merkezi ve kaynağı. Eğer Avrupa devletleri buna destek vermezse, kendi Batı müzikleri de 10 sene sonra perişan bir hal alır. Almanya her sene kültüre 11 milyar Euro’luk bütçe ayırıyor. Bunun önemli kısmı operalara gidiyor. Yine üniversitelere, tiyatrolara vs. gidiyor. En ufak kısmı popüler müziğe gidiyor. Avrupalı neyin kalıcı ve neyin gidici olduğunu biliyor. Uzayda yaşam arayanlar da onlar. Bu ileri sanat olmasaydı, oraya kadar uzanmaları mümkün olmazdı. Bu nedenle çok sesli Kürt müziğinin her alanda desteğe ihtiyacı var. 

Sizce bu destek yok mu?

Bu konuda destek yok. Örneğin Kuzey’de 100 civarında belediye var. Bunların her biri çok sesli Kürt müziğini destekleme kampanyası yapsa, çıkarılan her çalışmadan 100 tanesi belediye tarafından satın alınsa, ‘gelen misafirlerimize ve halka dağıtacağız’ denilse. Sadece dayanışmak için. Kürt müziği ile ciddi uğraşanlar, bu güvence ile örneğin 2000 tanesinin bu şekilde halka ulaşacağını bilir ve bir finansman desteği sağlanmış olur. Bunu bir yana bırakalım, bunca zorluklarla yaptığımız eserleri alıp da paramızı ödemeyen arkadaşlarımız var, Mir ve Kom da buna dahildir. Benim ne tür zorluklarla bu işi yaptığımı bilmeyen yoktur. Bazı arkadaşlar Güney Kürdistan’dan şu veya bu şekilde destek alıyor. Bana şu ana kadar böyle bir destek verilmedi. Dünya alem biliyor ki, Kürt müzik dünyasında en ciddi projelerle çalışanlardan biri de benim ama ben gidip de kimseden para istemem. Benden neden elimi açmamı bekliyorlar? Kendilerinin çağırması lazım. Siz röportaj için gelmek istediniz. Bakın, buluştuk. Yoksa ben arayıp da ‘gelin, benimle konuşun’ demem. 

Güney Kürdistan ile şu ana kadar herhangi bir ilişkiniz, ziyaretiniz olmadı mı? 

Bu soru çok soruluyor, ‘Sen hala gitmedin mi?’ diye soruluyor. Ya, ben nasıl gideyim? Ben ülkeme turist olarak mı gideyim? Halkıma mal olmuş bir sanatçıyım. Diğer sanatçılara yapılanlar bana neden yapılmıyor? Herhalde benimle ilgili hoş olmayan bir durum var ama nereden kaynaklanıyor, bilmiyorum. Ben gözler önündeyim. 

Peki albümler arası dönemlerinize gelelim. Berlin’de yaşıyorsunuz, zaman zaman ABD’ye gidiyorsunuz. Sanatsal üretimlerinizi nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

Ben hiçbir yerde boş durmadım. Benim için bunlar birer çalışma merkezi. Amerika’da senaryo yazdım, çok müzik besteledim. Henüz çıkmamış video klipler yaptım. Ama 1,5 yıldır Amerika’ya konserler dışında gitmiyorum. Sosyal yaşam da gerekiyor. Güneşli bir günde dostlarınla çıkıp bir şeyler de paylaşmalısın. Ama ben bilgisayar başında harıl harıl çalışıyorum. Sanatın derinliklerine inmek isteyen sanatçının günlük siyasetten geri çekilmesi ve yoğunlaşması gerekir. Kendi siyasal tercihinden kopmak anlamına gelmiyor bu tabii. Sanat ilhamla, şarapla sağda solda beklemekle yapılmaz. Oturup 12 saat çalışman lazım, sonrası gelir. Bazen saatlerce nota kağıdına bakarsın, sen ona, o sana. Sonra yazarsın, yok olmadı, sil at. Tekrar yeni baştan. Bir emek olayıdır. İlham da bazen önemli ama tek başına yetmez. Hergün disiplinli çalışmaya beynini alıştırmalısın. Gençlere hep bunu söylüyorum. 

Gençlerden hazır söz açılmışken; Kürt müziğinin geldiği aşamayı nasıl buluyorsunuz?

Kürt müziğinde güzel, ciddi ҫalışmalar var. Aynı zamanda müzik kültürümüze zarar verebilecek ҫok ciddi bir yozlaşma da var. Arabesk neredeyse hakim durumda. O da bir tür ve olmalı ama bu kadar üstte ve dominant olması kötü. Bunun bir denetimi yok. Geleneksel Kürt müziği örneğin bir müzikal ekol ve halkın öz kültürüdür. Herhangi bir Kürdün bir dengbêj şarkısını yanlış okuması hemen dikkat ҫeker, insanlar bu kültürü bildiği için bu yanlışı dile getirir. Fakat arabesk müziği öz müziğimiz olmadığı iҫin böyle bir mekanizma yok. Ama dinleyen bir kesim var. Kürt medyasında her şeyden daha çok önde. Destek de görüyor. Yüzeysel bir sanat. Arap müzik kültürünün dejenere olmuş bir biçimi olarak uygulanıyor. Son derece basit. Güney’de, hatta Soran bölgesinde daha yaygın. Aydınlar, yazarlar, sanatçılar ve kurumlar buna dikkat etmeli. Çok kaliteli şairlerin şiirleri dururken eften püften sözlerle şarkı yapmak doğru değil. Kürtlerin – ki, bu her parça için geçerli – bir dil, kültür ve sanat politikası yok. En büyük eksikliğimiz budur. Çerçeve ve hedef olmalı. Böyle giderse 20 sene sonra bakacağız ki, çok büyük tahribatlar olmuş. Gerek Güney Kürdistan için, gerekse de devletlerle savaşabilecek güçte olan partilerimiz için de bu böyledir. Bir kültür ve sanat politikası oluşmalıdır. Bunu eleştiriyorum. 

40 yıllık sanatsal yaşamınızın uzunluğu dikkate alındığında, bu süreye göre az ürün verdiğiniz düşünülebilir. Neden daha sık aralıklarla yeni ürünlerle karşımıza çıkmıyorsunuz?

Çeşitli nedenler var. Bir tanesi zaman. Gelişme ve olgunlaşma zamanımı kullandım. Durmadım, her yaptığım parçaya en az iki varyant yapıyorum. Yayınlanmamış çok müzikal, enstrümental çalışmam var. Enstrümental müzik bende hep önemli bir yer tutar. Önemli problemim de, finansman vs. her şeyi kendim yapıyorum. Konserlerimden elde ettiğim geliri albümlere yatırıyorum. Bu da karşılamaya yetmiyor. 

Peki albümü bir Kürt firmasından değil de, neden Kalan’dan çıkardınız?

Herhangi bir firma geldi de, ben mi hayır dedim? Hasan Saltık tanıdığım, çok dürüst ve temiz bir insan, üstelik işini profesyonel yapan biri, ve repertuarında ҫok sayıda Kürt müziği de olan bir firma. Kimsenin hakkını yemez, fazlasıyla verir. Onunla çalışmam kadar doğal bir şey olamaz. Öte yandan Kürt müziğinin yaşadığı büyük bir trajedi var. Gençlerimiz büyük heveslerle, yıllarca emek verip, üzerine para da koyarak ana dillerinde bir CD hazırlıyorlar. Sonra da basılması için bizim firmalara veriyorlar. Bir karşılık beklemeden, sadece dağıtılmasını istiyorlar. Firmalar ise buna ek olarak basmak için onbinler talep ediyor, sonra bütün haklarını ilelebet elinden alıp basılan ürünü arşive kaldırıyorlar. Bunun genç sanatçılarımızın gelişmesine katkısı olur mu? 

Siz bir dönem müzik çalışmalarınızı Feqiyê Teyran adıyla yürüttünüz. Bundaki amacınız neydi?

Bunun tek nedeni, Feqiyê Teyran adını yaygınlaştırmaktı. Onu çok geç, Suriye’de tanıdım. Çok etkilendim. Ona bir hizmet yapmalıydım. Ünlü, tarihi bir Kürt şahsiyetinin adıydı. Ondaki mistisizm, felsefe çok derin ve çok etkilendim. Şêxê Senan destanındaki dizeler örneğin: ‘Gelî sofiyan qirqir mekin, derd û kûla li min mekin, meth û senayan pirr mekin, bêna nexweş ji we tê...’ Bu, o dönemlerde bile toplumdaki dini fanatizme bir karşı çıkıştır. Aşkı için 500 sofiyi, dergahı ve dinini terk edebilen bir çıkış. Örneğin ‘Ezê mizgeftan wêran kim, li ber derê dêran kim...’ Buradan dinden çıkma da yok, dini mutlakiyetçilikten kurtarma girişimi var. Eleştiri var. Oldukça maddeci ve solcu bir bakış ve beni çok etkilemişti. Benim için Müslümanlık, Êzîdîlik, Hıristiyanlık hep aynı, hepsinin olumlu ve olumsuz yanları var. Hepsine değer veririm. Kürt klasisizmde geniş bir bakış açısı var. Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Baba Tahîr, Elî Herîrî ve diğerlerinde bunu görmek mümkün. Sonrasında Feqiyê Teyran’ın adı yaygınlaştı ve çok tanındı. Az da olsa benimde katkım oldu ve artık o adı kullanmamın gereği kalmamıştı. 

Siz kendiniz de şiir yazarmısınız? 

Birkaç denemem oldu ama baktım ki, ben o konuda yetenekli değilim. Bakıyorsun Fêrîkê Ûsiv, Esker, Cegerxwîn yazmış. Senden daha iyi yazmışsa, senin yazmanın ne anlamı var? Ben kendi yeteneklerimi onların eserleriyle birleştirip güzel şeyler yapıyorum. 

32 yıldan beri sürgünde yaşıyorsunuz. Sürgün olgusu, sanatınız üzerinde nasıl bir etkiye sahip?

Allah kimsenin başına getirmesin. Fakat sürgün gibi bir trajediden bile gözlerini açarak çok şey çıkarabilirsin. Ben de avantaja dönüştürdüm. Olanaklar var. Ben her alanda, var olan olanaklardan yararlanmaya çalıştım. Kendine yeni ufuklar ve hedefler açabilirsin. Ama ülkenden zorla koparılmışsın. Ailen, dostların ile hiçbir şekilde iletişime geçemiyorsun. O duygu çok ağır. Ölüm döşeğindeki bir aile ferdinin elini öpüp vedalaşamıyorsun. Bunlar bir insan hele bir sanatçı için çok ağır. Bu nedenle de devletten nefret ediyorum. Kürdistan’ı kurduğumuzda bu tür şeyler olmasın diyorum. İnsanlar düşünce, renk, cinsiyet, inanç, ırk vs. nedenlerle ülkesinden koparılmasın, kopmasın. 

Dönmeyi düşünüyor musunuz?

Kürdistan’a ve Türkiye’ye dönmek isterim, hem de çok. Ama gönül isterdi ki, Kürt siyaseti bu konuda aktif olabilsin. Bizim gibi sanatçılar, yazar ve aydınlara sahip çıkabilsinler. Bu birinci derecede onların görevidir, sonrasında devlet gelir. Şu ana kadar böyle bir teklif gelmedi. Şu ana kadar ‘Seni de Newroz’da halkın arasında görmek istiyoruz’ diye bir çağrı almadım. Sanki hiç kimseyi ilgilendirmiyor bile. Amed’de halkla buluşmak istemeyen bir Kürt olabilir mi? Ben 30 yıldır neyin mücadelesini veriyorum? Onun platformu da Amed değil mi? Ağrı, Muş, Van değil mi? Doğrudur, Türk siyasetinden bana teklif geliyor. 

Peki bu teklifte bulunan Türk tarafına nasıl bir yanıt verdiniz?

Bu benim bireysel sorunum değil. Benim yegane amacım, halkımın özgürlüğü ve kurtuluşu. Halka yararlı olacak adımların yanındayım. Ben TRT6’yı bu anlamda olumlu buldum. Ama yeterli değildi, arkasının gelmesi lazım. TRT6’yı açacaksın, sonra da Kürtçe konuşuyor diye insanları içeriye atacaksın, mahkemede savunma yaptırmayacaksın. Çık televizyona, egzotik şeyler söyle. Sanat bundan ibaret değil, benim sanatım halkımın hizmetindedir. Çok geniş amaç ve etkileri var. Benim için sorun çözülmüş değil. Mücadeleme devam ediyorum. Kürdistan özgür değil, dört parçayız hala. Anayasal garantiler yok. Bir sanatçı olarak bunda ısrarlı olmak zorundayım. Sanatçının güncel siyaseti de aşan, daha kalıcı tavır sahibi olması lazım. Bizim kararlı duruşumuz TRT6’yı anayasal güvenceye ulaştırır, diğer gelişmeler de öyle. Kürt diliyle sanat yapmak önemli bir adım. Orada anadilleriyle müzik yapanları da eleştirmiyorum. Kimisinin tek özlemi Kürtçe söylemek, medyada varolmak. Benim gibi, halkının kurtuluşunu amaç edinmek zorunda değil herkes. Onları biraz vicdanlarıyla başbaşa bırakmak lazım. Erivan Radyosu’nun amacı, Komünist Parti’nin propagandasıydı. Ama komünizm gitti, bize radyo ve onun yaptığı hizmetler kaldı. Biraz da bu yönlü bakmak gerekir. 

YEKO ARDIL



YENİ ÖZGÜR POLİTİKA