Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Sevdalı Derviş ve Mülteci Munzur

Haydar Işık’ı imza olarak biliyor, gazete yazılarını okuyordum, ama onu ilk defa Frankfurt kitap fuarında, uzaktan gördüm. Gençliklerinde devlet tarafından, her biri üçyüzellişer Alman Markı karşılığında “ihraç” edilmiş, biraz para kazanıp dönmeyi hayal ederek, yıllar yılı otlağa götürülen sürü misali kazma, kürek işi lağımlara, yer altı madenleri, fabrika ve inşaatlara götürüle getirile saçını başını ağartıp, oldukları yerde yaşlanmış, sonra ne oralı, ne de buralı birer emekli “köle işçi” olarak kalakalmış, bir grup sakallıya, insan soyunu insan yapan üstün değer yargısı olan “vicdan” meselesini hatırlatarak, TC’nin Kürt yurduna, hayatına yağdırdığı ırkçı zalimliğin yağmur ateşlerini anlatıyordu.

Ahir zamanın insanlık sevdalısı derviş gibi...
Karşısındakiler oralı değillerdi. Anlattıkları duymuyor, duyduklarını anlamıyor, anlam veremiyor, dolaylı ya da doğrudan yoldan giderek, dediğim dedik zebani inadıyla, din, iman diye diye Türk ırkçılığının erdemsiz erdemlerini savunuyorlardı.

Haydar Işık’ın sabrına şaştım ve ona acıdım. Çünkü, etrafını saran köle işçiler, yalnız dünyadan değil, kendilerinden, savundukları devlet tarafından, bir zamanlar kelle hesabıyla üçyüzelli Alman Markı karşılığında, sürüden birer hayvan misali ihraç edilip, para kazandığından da habersizdiler.
Kulağımda, Haydar Işık’ın “sizler din, iman diyerek barbarlığı savunuyorsunuz, bu dinden çıkmadır” sesi, yürüdüm...

Bitlis Beyi Abdal... Dersimli Memik Ağa...

Kitaplarını okumamış, neler yazdığını da bilmiyordum. Nereden ve nasıl bileyim ki!.. Türk basınının kapıları kapalı, Kürt basınında ise “evin otu, sahibine acı geliyor”du. Başka bir deyişle, imkansızlıklar bataklığında eserler yaratan kendinden olanı görmüyor, “katiline sevdalı koyun” misali halkını aşağılayanı parlatıyor, söz gelişi, “Elif Şafak, yazacağı yeni kitabını düşünüyor” başlıklı haber yayımlıyor, Kürt şenliklerinde de, onların kitaplarını sıram sıram diziyorlardı. Sürgünde de yeni bir kitaplık oluştururken, dostların yardımıyla kitaplarıyla tanıştım: Bitlis Beyi Abdal Hana Gönderilen Kanlı Ekmek, Şerkoydan Sultan Selahaddin Eyubiye, Ronahi, Dersimli Memik Ağa, Dersim Tertelesi ve ötekiler...

Kelimelerle dans eden gerçek bir yazı adamı

Ne yalan söyleyeyim: Kitaplarını karıştırmaya başlayınca, düşündüklerimden ötürü utandım ve ondan özür dilemekle borçlu hissettim kendimi...

Çünkü yazarlık bir yaşama biçimi olduğu halde, Avrupa’da rüzgar tersinden esmişti. Ortalık yazarla doluydu. Okumasını ve mektup yazmasını bilen herkes yazardı. “Ah benim hayatım bir romandır” deyip, kendini yazan, “ne kadar büyük biri olduğunu” anlatan herkes yazardı. Onu da, “bunlardan sandığım için”, kendime mahçup, ona özür borçlusu oldum. O her dalda kalem gezdiren, kelimelerle dans eden gerçek bir yazı adamıydı.

‘Namustur bu, künyemize yazılmış’ diyen bir kalem

Romanın konusu tarih de olsa, kişiler yazarın kalemiyle yeniden şekilleniyor, kana, ete bürünüyordu. Haydar Işık da “Şerkoy’dan Sultan Selahaddin Eyübiye” adındaki romanında, hakkında binlerce metin, sayısız roman yazılmış efsanevi Kürt Sultan Selahaddini Eyübi’ye ruh veriyordu.

Çağdaşlarımız Amin Maalouf ve Tarık Ali’nin de birer “Selahaddin”i vardı. Onları okumuştum. Haydar Işık’ın kalemini onlarla karşılaştırmak için değil, ama bir Kürt’ün Kürt Selahaddin’e nasıl bakıp, onu canlandırdığı merakıyla, onunla okumaya başladım.
Okudukça gördüm ki, abartıya gitmeyen sıcak anlatım ve ayrıntılarla Maalouf ile Tarık Ali’den daha capcanlı bilge Selahaddin. Türkçe’yi sonradan öğrenen her Kürt gibi, bu dili doğarken konuşanlardan daha ustalıkla kullanıyordu.
Büyülenmiştim.
Ahmed Arif’in deyimiyle, “namustur bu, künyemize yazılmış” diyen bir kalem ve kelimelerin efendisi önünde saygıyla eğildim.

Kürdistan’ın kanlı tarihinde dolaşıyor

Sonra ötekiler...
Okudukça onun Kürt ve Kürdistan sevgisi buharlanıyordu. Kürdistan delisi bir kalem...
Bir ahir zaman Dervişi gibi “hewar” diye haykırarak, Kürdistan’nın kanlı tarihinde dolaşıyor, zalimin yüzündeki peçeyi indiriyordu. Abdal Han’da, Osmanlı’nın Kürtlere zulümünü, bir Kürt billurvanın ağıdımsı sesiyle günümüze taşıyor, Dersimli Memik Ağa’da da Dersim vahşetiyle, TC’nin kanlı yüzüne ayna tutuyordu.

Kişinin halkının kişiliğinde kendine ihaneti özetleyen deyişler vardır:
“Ağacın birinci düşmanı, kendi bünyesinin yarattığı kurtçuk” ya da “ağacı öldüren baltanın sapı da ağaçtandır” deniyordu.
Haydar Işık, bütün kitaplarında olduğu gibi “Dersimli Memik Ağa” romanında da, dağları, taşı, toprağı, içindeki canlılarla köyleri yangına verilmiş Dersim’in ağıdını söylerken, öbür yanda gerçek bir olaydan yola çıkarak halkı ve yurduna ihanet eden, bir Kürt’ün portresini çiziyordu. Düellocu ruhun gerisinde, vicdanını satıp, düşmüş, yerde çürümüş, buna rağmen yaranamamış bir halk haininin trajedik sonunu...

Ve ‘Mülteci Munzur’da otobiyografik öğeler

Sayısız yazarın doğrudan ya da dolaylı yoldan giderek eserlerine serpiştirdikleri gibi, Haydar Işık’ın “Mülteci Munzur”da da otobiyografik öğeler vardır:
Munzur, Haydar Işık benzeri bir savrulmuş, çocukluğundan itibaren, dağlarının özlemini çeken sürgün bir Kürt’tür.
Yine Haydar Işık’ın kaderiyle benzer Munzur’un sürgünlüğü, kendi yurdunda mülteciliği okulla başlıyor. Dersimli Munzur için bu başlangıç, kendi özgeçmişi olan dilinin lirik kelimelerinin serpildiği dağlardan, kimliğinden kopuştur. Hasret yaralısı yüreğiyle geleneklerine, yaşama biçimi, dili, hatta toprağına yabancı, o nedenle kendini “ait” hisetmediği, üstelik adım başında Türk ırkçılığıyla yüz yüze geldiği bir diyarda mültecilik...

Sonra, beyninin orta yerinde, çocukluğunun dağlarına geri dönme özlemiyle Almanya...
Bedeni Almanya’da, ama Munzur, ruhuyla Dersim’de yaşıyor. Günlük hayatının bütün dallarına Dersim asılı. Rüyalarında, yemek yerken, çalışırken, göl kıyısında, dağ yamaçlarındaki gezintilerde hep Dersim...
Derken Kürt ulusal mücadelesi ve TC’nin kıyıcılığı...

Munzur’un insanlığı arayan mücadelesi...

Yalnız Dersim değil, baştan başa bütün Kürdistan yangın içinde, yaralı...
Munzur elini, kolunu kavuşturup, kanayan ülkesine seyirci kalmamak, “ben de bir şeyler yaptım” demek için, ülkesine sevdalı bir derviş misali, yüreğini avucuna alarak, “hewar” diye diye kapıları çalıyor, Kürtleri bir araya getirme, güç yaratma çabasıyla dernek çalışmalarına başlıyor.

İşte bu nokta çifte ateş arasında kalıyor.
Bir yanda ülkesinin kurtuluşu için ortaya atılanlara silah çeken “ağacın kurtları”, öbür yanda vicdanların cüzdana sığdırıldığı bir dünyada, TC’nin köleci politikalarına arka çıkan Alman baskıları...
Munzur’un insanlığı arayan mücadelesi “suçu”dur. Tehditler, cezaevi ve yargılanmalar...
Ama o sevdasından vazgeçmiyor: Yine rüyasında Dersim...
Alp dağlarının tepelerini hayalinde, Kürdistan yerine koyarak tavvaf ediyor...
Yazarlar evrenselde insanın, özelde de halkların belleğidir. Bir yanıyla evrensel vicdanın sesi...
Haydar Işık bunlardan biridir. Kürtlerin çığlığını yarınlara aktaran...

AHMET KAHRAMAN



Sürgün ve kitaplar...

Gazetemizin yazarı Haydar Işık, 1937 yılında Dersim’in Nazimiye İlçesinde doğdu. Muş’ta, Nazimiye ve Pülümür’de köy öğretmenliği yapan Işık, ardından Bursa Eğitim Enstitüsü’ne girdi. Ardından Nazimiye, Nallıhan ve İzmir’de ortaokul öğretmenliği yaptı. Işık, İzmir’de Eczacılık Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra, Ekim 1974 yılında Almanya’daki göçmen çocuklara öğretmenlik yapmak üzere gönderildi. 12 Eylül askeri cuntasının ardından 1982 yılında vatandaşlıktan atılarak mal varlığına el konulan Işık, Almanya’da yaşamak zorunda bırakılan on binlerden biridir.

Y. Özgür Politika’da köşe yazarlığı yapan Işık aynı zamanda GEW dergisine ve çeşitli sitelerde yazılar yazıyor. Yazar Işık’ın ‘Dersim Tertelesi’, ‘Dersimli Memik Ağa’, ‘Şafağı Beklemeyeceğiz’, ‘Şerkoy’dan Sultan Selahaddin Eyyubiye’, ‘Ronahi’, ‘Son Sığınma’ gibi çok sayıda kitabı bulunuyor. Yazarın ayrıca Almanca’dan çevirdiği kitapların yanı sıra Almanca’ya çevrilen birçok kitabı da bulunuyor.