Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Gazeteci Erdal Er´in Memet Özer´le Yaptigi Röportaj-Madımak’ın ateşiyle göğe aktılar

Manşet 1

Aleviler için Temmuz ayı zor, acılı ve aynı zamanda kanlı bir ay. Temmuz 1980’de Çorum Alevi katliamı, 2 Temmuz 1993 yılında Sivas Alevi katliamı yaşandı. Çorum Alevi katliamında 57 kişi, Sivas Alevi katliamında 33 kişi katledildi ve yüzlerce insan yaralandı. Devlet, bu her iki katliamla da halen yüzleşmedi. Elbette yüzleşilmeyen sadece bu iki katliam değil; Maraş, Gazi Alevi katliamları da halen devletin sırrı olarak kozmik odalarda saklanıyor. Sivas Alevi katliamı tipki diğer Alevi katliamlarında olduğu gibi adres olarak devleti gösteriyordu ve kanıttır bunu fazlasıyla doğruluyordu. 2 Temmuz 1993’teki Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri’ne katılanlarda 33 kişi devlet onayı ve gözetiminde yakılarak katledildiler. 50 kişi yaralandı. Devletin Aleviler için düzenlediği kanlı ölüm töreninin üzerinden 17 yıl geçti. Kanlı senaryoda figüran olduğu söylenenlerden bazıları yakalandı. Kanlı senaryoyu yazanlar halen dışarıda ve yeni katliam planları yapmaya devam ediyorlar. Kesin olan Madımak’ı ağlama duvarı haline getirerek Sivas Alevi katliamının hesabı sorulamaz. Madımak elbette müze olmalı ama bu yetmez. Alevilerin kanı devletin ellerinde. Bu kanın hesabı sorulmadan, gerçekçi ve kalıcı, çözüm sağlanamaz.

Dolayısıyla Madımak Oteli’ni kuşatarak, tekbir sesleri eşliğinde ateşe verenler de, alkışlayanlar da en az devlet kadar suçlu. Suçlu çünkü orada Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin’in kanı var. Orada 33 kişinin yakıldı. O gün orada olan ve kurulan kanlı ölüm pususundan şans eseri kurtulan fotoğraf sanatçısı ve şair Mehmet Özer’le konuştuk.

Sivas’a nasıl gittiniz ve nasıl bir hava vardı?

Ben Sivas’a Ankara’dan gittim. İstanbul, İzmir ve yurtdışından gelenler de vardı. Bizim aracımız Ankara Meşrutiyet Caddesi’nden; sanırım 12.00 gibi hareket etti. Aracımızda PSAKD Ankara Şubesi semah ekibi, tiyatro ekibinden dostlarım vardı. Yol boyunca şarkılar söyledik, şiirler okuduk, güzel bir yolculuktu; hemen hemen hiç uyumadık.

1993 yılı ve 1 Temmuz nasıl bir gündü?

1 Temmuz sabahı Sivas’a indik yorgunduk, uyumamıştık. Sabahın ilk saatlerinde Atatürk anıtına çelenk bırakarak etkinliklerimiz başladı. Sonra Kültür Merkezine geldik. Etkinliğin açılış konuşmaları, dinletiler burada yapıldı. Yorgunluktan uyumuşum. Otele gelerek bizim için ayrılan odalara yerleştik. Metin Altıok’la beni aynı odaya vermişler. Ben başka bir odaya geçerek odamı Metin abiye bıraktım. Sonra Buruciye Medresesi’ne geldik. Burada standlar vardı ve birinci günün etkinliklerinin bir bölümü burada yapılacaktı. O gün Sivas’ta garip bir sesizlik vardı, rahatsız olacağımız kadar garip bir sessizlik.

Kanlı öykü 1 Temmuz’da başladı. O gün neler yaşandı?

Bizi rahatsız eden sessizlik konusunda bir ara Ali Balkız’la konuştuk. Çünkü yerel gazetelerin attığı başlıklar bizi rahatsız etmişti: “Pir Sultan Kimdir”, “Müslüman Mahallesinde Salyongoz Satıyorlar”, “Sivas’da Ne yapılmak isteniyor” gibi başlıklar bizi rahatsız etmişti. Ayrıca günler öncesi Sivas Belediyesi’nin yaptığı ve duvarlarda yırtılmış olarak salınan bir afiş vardı. Hicret koşusu. Bunu sonra anlayacaktık. Günler öncesi bir yarışma düzenlenmiş ve çevre illerden ilk saldırıyı gerçekleştirecek faşistler koşu maskesi altında Sivas’ta yurtlarda konuk edilecek ve 2 Temmuz günü ilk saldırıyı bu grup yapacaktı. Bir de „müslümanlara“ başlıklı dağıtılan bir bildiri vardı ve müslümanları cihata çağırıyordu. ‘Aman dikkatli olalım’ dedik kendi kendimize. Çünkü ertesi gün öğleden sonra Banaz’a gidecektik. 1 Temmuz’un akşamı ben ve arkadaşım, Buruciye Medresesi’nde gösteri ve dinleti yapmıştık. Asaf Koçak da karikatürlerini gösterdi ona dönünce yeniden karikatürlerinin reprödüksiyonunu yapacağıma söz verdim. Hasret’e kaset kapağı için fotoğrafını çekecektim. Sözüm yarım kaldı. Birinci gün bir kaç yerde etkinlik vardı spor salonu ve Mederese gibi. Sonra tüm katlımcılar akşam otelde yemekte buluştuk. Ben Behçet Ağabeyin tam karşısında oturuyorum. Bana “iyi işler yapmışsınız methinizi duydum” dedi. Asım abi söze karıştı “sizlerle gurur duyduk sağolun” dedi. Buruciye Medresesi’nde İstanbul’dan Ankara’ya yürüyen Belediye işçilerini anlatan bir gösteri yaparak dinletimi ve gösterimi onlara armağan etmiştim. Behçet abi bize, “bir şiir okusana” dedi ve ben ona en çok sevdiğim şiiri onun bir şiirini okudum, o günden sonra nerede şiir okusam Behçet abinin şiiriyle başlarım. Sanki bir vasiyet gibidir “Beyaz Bir Gemidir ölüm” şiiri. Bir ara evimi aramak için otele 400-500 metre uzaklıkta olan PTT’ye gitmek için otelden arkadaşlarımla birlikte ayrıldım. Yol boyunca dökülmüş öbek öbek kaldırım taşları vardı. Dönüp ‘arkadaşlarıma bakın’ dedim ‘işçi sınıfı gece demeden çalışıyor’ dedim. Nereden bilecektim, bu kaldırım taşlarının ertesi günü otelin camlarında patlayacağını, nereden bilirdim…

2 Temmuz...

2. gün programı saat 13.00’a kadar Buruciye Medresesi’nde imza ve söyleşi yapılacak, Can Şenliği Oyuncuları gösterisini yapacak, sonra Kültür Merkezine gidilecek ve Arif Sağ’ın konserinden sonra Banaz’a gidilecek ve oradaki etkinliklerle bitirilecekti. Saat 11.00 gibi Buruciye’ye geldim, yazarlar, şairler kitaplarını imzalıyor ve okurlarıyla sohbet ediyorlardı. Bir ara Aziz Nesin’le o an gördüğüm bir kişinin polemiği başladı. Biraz hava gerildi. Saat 12.00 gibiydi ve saat 12.30 gibi Buruciye Medresesi’ndeki aydınlar oradan ayrılarak otele geçti. Can Şenliği oyuncuları o arada gösterilerine başlamış ama yavaş yavaş herkes medreseyi terk etmişti. Bir ara dışarı çıktım bize 200 metre kadar uzakta olan cami gözüme ilişti. Baktım caminin avlusu tıklım tıklım ama içeride kimse yok. Sonra secdeye eğildiklerinde alınları secdeye değil medreseye bakıyordu. Benim çocukluğum kuran kurslarında geçti namazın nasıl kılınacağını iyi bilirim. Geri döndüm medresenin kapısında bir yerel televizyon röportaj yapıyordu. Şimdi o an gibi hatırlıyorum dedi ki; „Şimdi ben Cuma namazına gidiyorum burada Peygamberimizle alay ediyorlar, ben namaza gidiyorum allah kabul etsin…” kuşkulandım ve medreseye gelerek Can Şenliği Oyuncularına ‘burayı terk etmemiz gerekir’ dedim. Eşyaları toplayalım dediler. Orada bulunan sivil polislere yöneldim; biri daha sonra bize kültür merkezine kadar eşlik edecekti. Eşyalarımızı alıp buradan ayrılmak istediğimizi söyledim, bana ‘eşyalarınızı almaya vaktiniz yok çabuk olun’ dedi. Biz acele ile Buruciye Medresesi’nden çıktık bir iki dakika sonra camide bulunanların tekbir sesiyle Medreseye saldırdıklarını gördüm. Kıl payı ilk saldırıdan kurtulduk. Ve soluk soluğa Kültür Merkezi’ne arka yollardan geldik.

İşin ciddi olduğunu ne zaman anladınız?

Kültür Merkezine gelişimiz 10 dakika olmadı ki bizi medresede bulamayan faşistler arkamızdan gelerek Kültür Merkezinin önünde açılmış olan standlara saldırdılar ve Kervan Dergisi’nin muhabiri burada yaralandı. İlk saldırı şokunu atlattık ve hemen yanıt verdik ilk sadırıyı püskürttük. Kitap standlarından bir barikat oluşturduk ve bize atılan taşları toplayarak cevap verdik. Çünkü bizim bulunduğumuz yer betondu. Saat 13.30 ve 17.00 arasında dört beş kez faşistlerle burada çatıştık. Biz 500 kişi vardık ama çoğunluğu yaşlı va çocuktu Arif Sağ’ı dinlemeye gelmişlerdi. Asıl çatışma burada yaşandı; eğer savunma barikatlarımızı aşmış olsalardı, kanımca daha çok ölü olurdu. Bir avuç kişiydik ve faşistlerin sayısı durmadan artıyordu. Binden 10 bine ulaştılar. Kapıları söküp pencereleri kapattık. Kantindeki tüm içeceklerin şişelerini barikatların önüne yerleştirdik. Saat 16.00 gibi çok büyük bir saldırı yaptılar. Atılan taşların çokluğundan önümüzü bile göremiyorduk. At arabasını kapının önüne barikat yaparak elime geçirdiğim bir kürekle en son arkadaşım içeri girene kadar kapıyı savundum. En son ben de kendimi içeri attım. Bu saldırılardan önce bir ara Ali Balkız’la görüştüm kültür merkezini savunmamızı ve kendilerini merek etmememizi söyledi. Daha sonra konuşmalarımızda „size güveniyorduk, bu yüzden merak etmedik, çünkü kültür merkezini savunacağızı biliyorduk“ dedi. Çatışmalar süreken orada bulunan polisler içeri girmemizi onları tahrik etmememizi söylüyordu. Biz son saldırıya kadar içeri girmedik. Eminim daha önce içeri girseydik daha kötü sonuçlar olabilirdi. Yapılan saldırıları kültür merkezinin önünde karşılamak konusunda hem fikirdik ve öylede yaptık. Bu arada askerler de vardı ve çatışmayı seyrediyorlardı. Son çatışmadan sonra faşistler Kültür Merkezi’nin önünde bulunan ozanlar anıtını parçalayarak ve boynuna bin ip geçirerek tekbir sesleriyle kültür merkezinin önünden ayrıldılar.

Otelin etrafı sarılmıştı ve slogan atılıyordu. O saatlerde orada neler oldu ve siz içerden haber alabiliyor muydunuz?

Otelle bir kez haberleştik ve bana Kültür Merkezi’nde bulunan insanları korumamızı onları buradan göndermemizi söylediler. Son saldırıdan sonra içeride bulunan insanları dışarı çıkararak, Ankara Çankaya Belediyesi’nin bize verdiği araçlarla mahallelere dağıttık. Herkes ayrılınca ben ve Can Şenliği’nden Haldun arkadaşımız merkeze gelerek durumun ne olduğunu görmek istedik. Saat 18.00 gibiydi ve otelin bulunduğu cadde üzerinde bir mahşer kalabalığı vardı. Trans halinde „ölüm ölüm“ diye bağırıyorlardı. Bir telofon kulübesinden otele telofon ettim; telefon uzun uzun çaldı, çünkü telofon asma katdaydı telofona ulaşmak taşlanmayı göze almaktı. Telefonu Olgun Şensoy açtı. ‘Nasılsınız’ diye sordum, “iyiyiz” dedi. „Siz arkadaşlara sahip çıkın“ dedi telefon kapandı. Otele kadar iyice yaklaştık; tanınmak demek ölüm demekti. O kadar kalablıktıkı artık yürüyemez hale geldik, tekrar geri dönerek diğer oyuncu arkadaşları da alarak Ali Baba Mahallesi’nde İnsan Hakları Derneği (İHD) Sivas Şubesi Başkanı’nın evine geldik. Saat 18.30’du. Tekrar öteli aradım yine telofon uzun uzun çaldı. Yine Olgun çıktı ve dedi ki, “içeri girmeye çalışıyorlar, biz barikat kurduk direniyoruz. Ankara’yı aradık Sivas Valisi ile görüşüldü gelip bizi alacaklar. Siz arkadaşlara sahip çıkın“ dedi. Telefon kapandı. Artık gergin ve korkulu bekleyişler başalamıştı. Saat 19.00 gibi dayanamadım tekrar aradım telofonu bir türlü açmıyorlardı. Tekrar aradım Serkan çıktı telefona. Çığlık çığlığa bir sesle, „Abi içeri giriyorlar, abi yanıyoruz yardım edin birilerini arayın“ dedi ve ahizenin elinden düştüğünü hissettim bağırdım duymadı beni. Fırladım Aynur ve Haldun tuttu beni aramaya başladık aradığım tek yer Ankara’daki direnişçi işçilerdi. Aramak ve bir umar beklemek hiç bir işe yaramadı. Bir süre sonra dostlarımızın adı okunmaya başladı artık onlar Madımak’ın ateşiyle göğe akmışlardı.

İçeride de barikat kurmuşlar...

Bana anlattılar, ben onlardan öğrendim içerden çıkanlardan ve fotoğraflardan. Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar merdiven başında ellerinde süpürge saplarıyla nöbetteler. Erdal da orada, Asım Bezirci de. Genç arkadaşlar ve kadınlar yukarıdalar otelin koridorlarında beklemekteler.

Otel, 6-7 katlı bir bina sanıyorum. Kimler otelin üst katına çıkmış?

Otelin üst katında olanlar semah ekibi tiyatro ekibinden arkadaşlarımızla etkinliğe katılan diğer sanatçılar vardı.

Bu vahşet yaşanırken asker, polis ne yaptı?

Tek bir sözcük söyleyeyim; “SEYRETTİLER”

Asker bu katliamı önleyemez miydi?

Önleyememesi mümkün mü elbette değil, isteseler günler öncesinden bilgi sahibiydiler, önleyebilirlerdi.

SHP’yi, Ankara’yı aradınız, ne oldu?

SHP hükümetin ortağıydı. Vali SHP’ye yakınlığıyla biliniyor. Bir de namus sözü vermişlerdi suçluları bulabildiler mi? Sanırım asıl tetikçileri Susurluk Çetesinde, Özer-Çiller çetesinde aramak gerekir.

Otelde elektrikler ne zaman kesildi?

Elektrikler, yangın başlamadan hemen önce kesiliyor.

Bir subaydan söz ediliyor. Subay otele girip komser Mehmet’i soruyor. Yani Aziz Nesin’in korumasını. O olay nedir?

Ali Balkız’ın anlattığıdır, hem bir subay hem de bir komiser içeri girip içeride asker ya da polis olup olmadığını soruyor. Sonra bildiğiniz gibi otel ateşe veriliyor.

Yangın bitti, saldırgan guruh dağıldı ve sonra ne oldu?

3 Temmuz’du aklımızı yitirmiş gibiydik, ne yapacağımızı bilmiyorduk. Ali Baba ve Gökçe Bostan mahallerinin halkı kente doğru yürüyüşe geçti, biz de katıldık onlara. Yer gök jandarma ve polisti; iki mahalle de kuşatılmıştı.

Unutmadığınız birşey var mı?

Sanıyorum öğleden sonra bizi bir uçakla Ankara’ya getirmek için hava alanına getirdiler. Otelden sağ kurtulanlarla mahallelere sığınanlar orada karşılaştık. Sarılıp sarılıp ağlıyorduk. Otelden çıkarılan eşyalar vardı yanmış çantalar falan. Sonra uçak havalandı, geriye dönüp baktım, kara bir duman vardı Sivas’ın üstünde ve hala Madımak’tan duman yükseliyordu. Dostlarım orada kalmıştı orada ateşin içinde bunu hiç unutmadım.

Katliamdan sonra ölüm oteline gittiniz mi? Gittiyseniz neler hissettiniz?

İki kez gittim, ama içeri giremedim. Kapıda kaldım öylece ayaklarım bir milim bile gidemedi. Bir günü birlikte geçirdiğimiz ama bir ömür kadar uzun süren paylaştıklarımız dostlarım ve yoldaşlarım işte burada yakılmışlardı. İçeri giremedim.

Her 2 Temmuz’da ne hissedersiniz?

Elbette iki Temmuz geldiğinde daha fazla etkileniyorum, ama sürekli onları anlattığım için hiç aklımdan çıkmıyorlar.

Ateş ve duman gördüğünüzde ne hissedersiniz?

Biz ateşi başka yerlerden de tanırız cezaevlerinden, yakılan köylerden, ormanlardan ateşten; ürkmem ama yine de karanfil kokulu ölülerimiz gelir aklıma. İçimde nehirler ağlar.

Katliam üzerinden 17 yıl geçti. Yaraların sarıldığını katliamla yüzeleşilmedi. Sizce neden, kim neyi saklıyor?

Madımak katliamı görüntüleri yüzümüze çaptığı için daha fazla etkileniyoruz canımız yanıyor. Oysa Dersim Katliamı, Maraş Katliamı, Ermenilere yapılan zulüm daha mı az? Hayır. Yaşlı Dersimliler sorduğunuz zaman susuyorlar çünkü hala bilinçlerinde. Maraş Katliamında anne karnında öldürülen çocuklar, gözleri oyulan kadınlar, kafaları ezilenler, hepsi ayrı ayrı çok canımı yakıyor. Kendimi bir yangından diğerine kaçan Dersimli kızlara benzetiyorum. Hangisi daha az canımızı yakar ateş mi yoksa zulüm makinaları mı? Madımak Katliamı da diğerleri gibi birkaç kendini bilmezin şuursuzluğu değil örgütlenmiş, tasarlamış aktörleri ayarlanmış ve zamanına karar verilmiştir. Devletin gözetimi ve denetimi var elbette saklayacaklardır.

Mahkeme sürecinde de sorunlar yaşandı. Neydi bunlar?

Biliyorsunuz mahkeme süresince o dönemde Sivas Belediye Başkanı olup faşistlere “gazanız mubarek olsun“ diyen Temel Maramollağlu milletvekiliydi. Katilleri savunmaktan geri durmadılar. Korudular, kolladılar.

Aziz Nesin katlaimdan sonra; „fügranları biliyoruz ama kanlı senaryoyu yazanları bilmiyoruz. Asıl önemli olanda bu“ anlamına gelen sözler söyledi. Sizce kim yazdı bu kanlı senaryoyu neden yazdı? Katliam neyin bedeliydi?

Aziz Nesin hocanın dediği fügüranları biliyoruz senaryoyu yazanları da. Kim yazdı derseniz; o dönemin toplumsal koşullarına bakmakta yarar var. 1986 yılından sonra giderek toplumun her kesiminde 12 Eylül faşizminin korku örtüsünün kaldırıldığını görüyoruz. Öğrenciler hızla örgütlenip mücadele kanallarını zorlarken 89 Bahar Eylemleriyle işçiler yeniden bir sınıf olmanın kazanımlarıyla topluma yeni umutlar veriyordu. Kürt halkının özgürlük talebi azgın saldırılara rağmen giderek büyüyor, Aleviler ülkedeki sol sosyalist enerjinin önemli bir gücü. Madımak Katliamıyla toplumun her kesimine bir tehdit savruldu ama yemedi. Su bir kere gövdesiyle toprağı yarmaya başlamıştı. Bugün 33 yoldaşın yokluğuna duyulan öfke hesap sorma bilincimizle buluşuyor. Adları bu düzenin kabüsü olacak inanın bana.

Madımak oteli kamulaştırıldı. Aleviler „müze olsun“ diyor ama hükümet buna sıcak bakmıyor. Hükümeti samimi buluyor musunuz? Madımak’ın müze olması önemli elbette. Ama bu sorunun çözümüne yeter mi?

Ben Alevi değilim, bir devrimciyim ve doğal olarak eziliyor olması koşuluyla tüm ötekilerim. Aleviyim, Ermeniyim, Kürdüm, Lazım, Türküm, Keldaniyim, Süryaniyim, Çingeneyim, yakılan ormanım, soluğu kesilmek istenen nehirlerim, tecavüze tacize uğrayan kadınım, ölümün ocaklarda kovaladığı madenci ya da ölümü bekleyen kot kumlama işçisiyim. Adını kendim koyduğum sadece fotoğrafından bildiğim tecavüze uğramış öldürülmüş SOSIN benim. Taş çocuk da benim. Biz bir müzeden muradımız acıların ve özlemlerin saklandığı bir yer değil elbette toplumsal belleğin diri tutulmasının ve giderek hesap sorma bilincinin güçlenmesidir. Bu müze bu ülkede yaşayan tüm dinlerin, dillerin, halkarın, kültürlerinin ortak değeri olmalıdır. Sorunu da çözmez.

Bu yıl yine on binler Madımak’taydı. CHP, AKP de oradaydı. Samimi buluyor musunuz?

Toplumun atar damarı yine sosyalistlerden yana atmaya başladı. Elbette bunun önünün kesilmesi gerekir. Orada görünmek gerekir çok kederli ve demokrat. Samimiyet özgür insanlarda olur, sermayeye boyun eğmiş, biat etmiş kullarda değil onların samimiyeti efendilerine ABD emperyalizmine duydukları bağlılıktır.

Sivaslar halen yaşanıyor ve insanlar ölüyor, öldürülüyor. Türkiye’nin toplumsal barışa itiyacı var. Katliamdan kurtulmuş biri olarak neler söyleceksiniz? Olması gereken ne?

Asla unutmayın ve asla bağışlamayın. Esirgemeyin gücünüzü, daha özgür bir yarın için doldurun boşluğunuzu katılın kavgaya. Öyle çok büyük amaçlar için de değil, sadece kendimize insan diyebilmek için. İçinizdeki sınıf öfkesini besleyin sevgi barış ancak böyle korunur. Barışı ve özgürlüğü kazanmak ve korumak için hayatın her alanında örgütlenin.

Bu coğrafyada Aleviler tıpkı Kürtler gibi inançlarından dolayı baskı altında ve inançlarını yaşayamıyorlar. Sorunun çözümü için olması gereken nedir?

Ben Türk halkının devrimci bir evladıyım. Bu toprakları ve halklarını seven, sözü gövdesinden büyük bir devrimci. Ama kalbim Dersimlidir benim; ne zaman ki Halbori’nin gözyaşları diner, o zaman özgür ve mutlu olacağım. Ne zamanki adları kanla başlayan yerlerin adları sevgi sözcükleri, çiçek isimleriyle yer değişirse, işte o zaman özgür bir insan olacağım. Bizler birbirimizin yaralarını sarmak ve sağaltmak zorundayız; başka seçeneğimiz de yok. Bu ülke bin yıllardır sayısız uygarlığı bastı bağrına bizimdir ve birlikte özgür kılacağız.

ERDAL ER
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.



YENİ ÖZGÜR POLİTİKA