Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

ŞİİR ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER

Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır... Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır. (Babayef, Nâzım Hikmet, ss. 140-141)
*
Yeni şair, şiir lisanı, vezin lisanı, konuşma lisanı diye ayrı ayrı lisanlar tanımıyor... O, bir tek lisanla yazıyor : Uydurma, sahte, sun'i olmayan; canlı, geniş, renkli, derin ve sade lisanla. Bu lisanın içinde, hayatın bütün unsurları vardır. Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır! (Babayef, Nâzım Hikmet, s. 141)  
*
Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok, tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından [yansımasından] başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç dünyası da daracık olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, s.70)
*
Sanatkâr, ressam, şair, romancı, mimar, aktör vesaire, her şeyden önce insandır. İnsan her şeyden önce mücerret bir varlık değil, konkre [somut] bir varlıktır. Yani her insan muayyen, belirli, belli bir tarih devrinde, belli bir sosyetede [toplumda], belli bir sınıfın insanı olarak vardır. Yoksa umumiyetle, mücerret [soyut] olarak insan denilen bir şey, bir anlam mevcut değildir. Birçok mektubumda bu meselenin üzerinde durdum sanıyorum, fakat bunu çok iyi anlamanı isterim. şimdi, bundan dolayı, sanatkâr da konkre bir insandır. Muayyen bir fizyolojisi, belli bir maddi fizyolojik, biyolojik yapısı vardır. Bu yapı belli bir tarih devrinde, belli bir sosyetenin içinde yaşar, o belli sosyetede çeşitli sınıflar ve tabakalar vardır. Sanatkâr insan bütün bu şartlar içinde eserini verir. Onun üzerinde doğumundan başlayarak bütün bu sayıp döktüğüm şartlar tesirini gösterir. Ve maddi-şahsi yapısı konkre muhitinden aldığı intibaları, bulunduğu tarih devrine, bağlı olduğu sosyeteye ve sınıfa göre aksettirir. Fakat bu aksettirme işi, bu muhteva esas olmakla beraber, kullandığı aletin, boyanın, kelimenin, notanın filan teknik imkânlarıyla da sınırlanmıştır. Bu suretle muhteva [içerik] ile şekil [biçim] arasında muhteva esas olmak üzere karşılıklı bir tesir vardır. (...) Şairle çevresi arasındaki münasebet pasif bir münasebet değildir. Yani şair sadece tespit etmekle kalmaz, onun tespit ettiği şey sosyal çevresine tesir eder, onun değişmesinde derece derece amil de olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, ss. 61-62)
*
Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda raslanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur. (Babayef, Nâzım Hikmet, s. 140)  
*  
Evvela, bir metodoloji meselesi olarak şunu kabul etmeli : şekilden öze, muhtevaya değil; muhtevadan, özden şekle. İlkönce muhteva [içerik], sonra şekil [biçim]. Şeklin nasıl olacağını tayin edecek muhtevadır. Tabii bu metodoloji bakımından böyledir, yoksa şekille muhteva bir birliktir. Lakin bu birlikte, karşılıklı tesirleri olmakla beraber eninde sonunda tayin edici unsur muhtevadır. (...) Kafiye ve vezin mutlak olarak kullanılmamalı diye bir kaide, her mutlak kaide, her mücerret iddia gibi insanı yobazlığa, softalığa götürür. Tıpkı bunun gibi, konuşma dilinin ahengini mutlak, mücerret [soyut] bir esas olarak kabul etmek de bir yobazlıktır; kafiyeyi, vezni mutlak surette, mücerret bir görüşle inkâr ve umumiyetle konuşma dili ahengi diye bir şey kabul etmek ve bundan başka ahenk ihtimallerini red ve inkâr yenilik değil, kafiyeyi, vezni mutlak olarak kabul ve başka türlü ahengi kabul etmeyenlerinki gibi geriliktir. (...) Öyle muhtevalar vardır ki, onlarda kafiye istemez, konuşma dili - bazen şehirlinin, bazen köylünün, bazen münevverin, bazen işçinin, bazen külhanbeyinin, bazen ev kadınının vs. konuşma dili - ahengi ve imkânları yeter ve en uygun olanıdır. Lakin bazı muhtevalar vardır ki, kafiye ister - kafiye de çeşit çeşit olabilir, kafiye imkânları da hudutsuzdur - ve bazı muhtevalar vardır ki, konuşma dili yetmez, daha geniş, daha mücerret, belki bundan dolayı daha renksiz bir dil ister. Hasılı bu getirdiğim misalleri istediğin kadar çoğaltabilirsin. Yalnız, bir şey yapma, dogmatizme saplanma, gençlikte dogmatizme, değişmeyen, ebedi hakikatlere saplanmak ve bunları kabul etmek ileri bir işmiş gibi gelir insana. Bak ben, yıllardır, hiç kafiyesi olmayan şiirler yazdım, konuşma dillerinin çeşidiyle şiirler yazdım, içinde bol resim olan, yahut hiç resim olmayan şiirler yazdım, kitap diliyle şiirler yazdım, çeşitli kafiye telakkileriyle yazdım, hasılı, muhtevama, o şiirdeki, o muayyen, müşahhas yazıdaki muhtevaya uygun şekli bulmaya çalıştım. Yanlış bir iş yaptığıma da kani değilim. şiirimizin genel olarak - bazen çok güzel şeylere de rastlanıyor - bugünkü sefaleti şairlerimizin bir dönüm noktasında iki çeşit, birbirine zıt iki yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas olarak almalarıdır. (Memet Fuat'a Mektuplar, ss. 52-53)
*
Artık şiirlerimi tiyatro sahnesinden işçilere yüksek sesle okumam imkânı yoktu. (...) Bu durum şiirimin hem muhtevasına, hem de şekline tesir etti. "Kerem" gibi bazı şiirlerde, hele hicviyelerde kesin kafiye ve sürprizli hayal imkânlarını kullanmakla beraber, ana hattında, şiirlerimde lirik eleman, bundan sevda elemanını anlamıyorum, gitgide kuvvetlendi, kafiyeler yumuşadı, dil şairin bir kişiyle, yahut birkaç kişiyle konuşması oldu. (...)
Beynelmilel olaylar şiirimde önemli bir yer tutmakta devam ediyordu. Bunları, o günkü memleket şartlarında, bir çeşit dumanla örtmek zorundaydım, ancak böylelikle bunları bastırabilirdim. (...)
Bu bir sıra poemin sonuncusu Bedreddin Destanı'dır. Burada şekil bakımından, halk vezni unsurları, Divan edebiyatı unsurları bence azami haddinde kullanılmıştır. Diğer taraftan bu kitap, şekil bakımından, o zamana kadar elde edebildiğim bütün şekil imkãnlarının bir muhasebesiydi. (...)
Bu kitaptan sonra, şekil meseleleri, hele hapse girdikten sonra, kafamda bir kat daha berraklaştı sanıyorum. Evvela, hiçbir şekil imkânını, tarzını inkâr etmiyorum. (...) şekli öylesine öze uydurmak istiyorum ki, şekil, özü bir kat daha belirtsin, ama kendisi, yani şekil belli olmasın. Güzel bir kadın bacağını bir kat daha güzelleştiren, fakat kendisi belli olmayan ince bir çorap gibi. Bu bugün tercih ettiğim şekildir, ama elbette ki, yarın rengârenk şekilleri de tercih edebilirim. (...)
Sanat bahsinde sekterlik [yobazlık] en büyük düşmanımızdır. Sekterlik nihilistliğin [yadsımacılık] bir çeşididir. Sekter, bir şeyden, kendi zevkinden başka her şeyi, bütün görüşleri inkâr eder. Hele şekil meselesinde sekterliğin kötülükleri sayılamayacak kadar çoktur. Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de, kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler kadar dar kafalıdır. şiir öyle de yazılır, böyle de. Edebiyat dili, hele şiir dili hayallerle, teşbihlerle falanla ortaya çıkar, ancak böyle bir dil şiir dilidir demek ne kadar yanlışsa, tersini kabul etmek de o kadar yanlıştır. Gençliğimde, ben de az sekter değildim. Klasik halk vezinleri ve kafiyeleriyle şiir yazdıktan sonra, şekilde yenilikler aramaya başladım, kendime göre bir çeşit serbest vezinle yazmaya başladım. Bunun temelinde yine de halk şiirinin ölçüleri, hatta bazen aruz vardı, kafiye ve dil bahsinde de öyle, ama şiirin yalnız böyle yazılacağını, bunun biricik şiir şekli olduğunu iddiaya kalkıştım. Uzun zaman sevda şiiri yazmadım. Hatta şiirlerimde "yürek" kelimesini kullanmadım, yürek şuurun değil, duygunun sembolüdür diye. Zaman oldu en renkli, en ahenkli şekillerin peşinde koştum. Halka söylemek istediklerimi bu şekillerle söylersem daha hoşa gider, daha kolay dinlenir, daha dokunaklı olur diye düşündüm. Zaman oldu, büsbütün tersine, en sade, en göze görünmez şekillerle halka türkümü dinletmek istedim.
Bence öylesi de lazım, böylesi de, daha nice nicesi de. Sanatkâr, halka türküsünü dinletmek için en uygun şekilleri durup dinlenmeden, ömrünün sonuna kadar aramak zorundadır. Bazen bu araştırmalar aylarca süren bir baş ağrısından, sinir bozukluğundan başka sonuç vermez. Olsun. (...)
Ben şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılaptan da, hayattan da, ölümden de, sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluktan da söz açıyorum, insana has olan her şey şiirime de has olsun istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende, yahut bizde, bütün duyguların ifadesini bulabilsin. 1 Mayıs Bayramı'na dair şiir okumak istediği zaman da bizi okusun, karşılıksız sevdasına dair şiir okumak istediği vakit de bizim kitaplarımızı arasın. (Babayef, "Nâzım Hikmet Kendi şiirini Anlatıyor", Konuşmalar, ss. 180-186)
NAZIM HİKMET RAN

klasik Siirler 

 Seziyorum ki kacacaksin
Yalvaramam kosamam
Ama sesini birak bende
Biliyorum ki kopacaksin
Tutamam saçlarindan
Ama kokunu birak bende
Anliyorum ki ayrilacaksin
Cok yikkinim yikilamam
Ama rengini birak bende
Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acim olacak
Ama isini birak bende
Biliyorum ki unutacaksin
Aci kursun bir okyanus
Ama tadini birak bende
Nasil olsa gideceksin
Hakkim yok durdurmaya
Ama kendini birak bende  
Aziz Nesin
______________________________

Hergün bu kadar güzel mi deniz?
Böylemi görünür gökyüzü herzaman
Herzaman güzel mi bu kadar?
Bu esya,bu pencere...
Degil
Vallahi degil
Bir is var bu isin icinde
Orhan Veli
_______________________________
 
Bilmem ki nasil anlatsam
Nasil nasil size derdimi
Bir dert ki yürekler acisi
Bir dert ki düsman basina
Gönül yarasi desem...
Degil
Ekmek parasi desem...
Degil
Bir dert ki  
Dayanilir sey degil!  
Orhan Veli
 _______________________________

Uzanip yativermis sere serpe
Entarisi siyrilmis hafiften
Kolunu kaldirmis koltugu gözüküyor
Bir eliylede gögsünü tutmus
Icinde kötülügü yok biliyorum
Yok benimde yok ama...
Olmaz ki!
Böylede yatilmaz ki  
Orhan Veli

_______________________________


Can yoldasin olmazsa olmasin
Yanlizim diye hayiflanmayasin
Egilmis üstüne gökyüzü masmavi
Üç adim ötede deniz
Dosttur ne öfkesi ne durgunlugu sebepsiz
Bir derdin varsa acabilirsin agaclara
Ve,yaz kis
Dalda kus eksik olmaz
Dag basinda duman
Yanlizlik nedir göreceksin
Öldügün zaman..  
Cahit Sitki Taranci

________________________________________
 
Seni her özledigim de sevgilim
Gökyüzüne bakiyorum
Gögün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü
Seni her özledigimde bir tanem
Denizlere bakiyorum
Ufuga bakinca mucizeni görüyorum çünkü
Seni her özledigimde birtanem
Kuslara bakiyorum
O kanatlardaki özgürlügünü görüyorum çünkü
Ve askim seni her özledigimde
Adinda isyan ediyorum.
Seni özlemek istemiyorum ben
Ben seni yasamak istiyorum
Seni her özledigimde sana bakmak istiyorum
Ve seni sende görmek istiyorum sadece
Behcet Necatigil
_______________________________
 

Seni düsünmek güzel sey,
Ümitli sey
Dünyann en güzel sesinden
En güzel sarkiyi dinlemek gibi bir sey...
Fakat artik ümit yetmiyor bana
Ben artik sarki dinlemek degil
Sarki söylemek istiyorum...
Nazim Hikmet

 _______________________________________

Aldanmisim bir kere
Yalan sevgine
Asik gibi gÖrÜnen sahte bakisina
Aldanmisim bir kere
Ardindaki yapmacik gulusune
Aldanmisim bir kere
Mert,yigit gibi grnen erkekligine
Aldanmissin bir kere
Seni ne kadar cok
Sevdigim halde brakamayacagima
Ama ne yazik sana
Aldanmissin bir kere...  
Atilla Ilhan
 

_______________________________   

Gencten bir adamdi
Hikayesi gayet kisa  
Yillar yili yalniz yasadi
Bir gun rastladi bir kiza  
Dusunduler birlikte yuruseler
Omur geciyor nasilsa  
Simdi icine bir ev bir de cocuk girer
Asklari yazilsa...  

___________________________________  

Ya zamanindan cok erken gelirim
Dunyaya geldigim gibi
Ya zamanindan cok gec
Seni sevdigim gibi  
Mutluluga hep gec kalirim
Hep erken giderim mutsuzluga
Ya hersey bitmistir coktan
Ya hicbirsey baslamamistir  
Oyle bir zamanina geldim ki yasamin
Olume erken sevgiye gec
Yine gecikmisim bagisla sevgilim
Sevgiye on kala olme bes  
Aziz Nesin  

_______________________________   
Sarhos olundugu aksamla
Islikla calinan sarki
Neselidir.
Oysa ayni sarki
Bir trenin penceresinde
Neseli degildir  
-Orhan Veli-

 ______________________________

Gecesi benden mehtabi senden
Bir bahcesi varki askimizin
Mevsimlerdir dolasiriz bitmez  
Kim demis ki zamanla gül solar?
Bulbul hic yorulur mu ötmekten?
Dilbersin iste delikanliyim  
Ne hikmettir yarab,ne guzel
Herhalde yer yuzunde degiliz
Sahiden neredeyiz biz sevgilim?  
-Cahit Sitki Taranci-   
______________________________ 
 
Leylak getiriyorsun bana gunesli bir gun.
Onu saclarindan topladigin belli
Bir leylak bahcesisin karsimda  
Boyle kucaginda kalsa daha iyi
Bir vazoya birakip gidiyorsun
Sen gidiyorsun leylaklar kaliyormu sanki?
Once renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak  
Her vazoya baktikca karsimdasin ne tuhaf
Her koklayista donup donup geliyorsun
Dusunceler gibi filizleniyorsun gun gectikce
Yaprak yaprak gelisiyorsun
Leylak leylak bakiyorsun gozlerimin icine
Olumsuz bir mevsim oluyorsun.
Rifat Ilgaz