Stuttgart’ta barış tartışıldı
Almanya’nın Stuttgart kentinde düzenlenen „Kürt Sorununda Çözümün Neresindeyiz“ adlı panele Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Mardin Milletvekili Ahmet Türk ile gazeteci-yazarlar Abdurrahman Dilipak ve Hasan Cemal katıldı.
Bürger Zentrum-West’te önceki gün yapılan panele Kürdistanlılar dışında değişik çevrelerden de ilgi vardı. 400 kişinin katıldığı paneli, Stuttgart Barış Meclisi’ni organize etti. Jan Gülenay ile Süleyman Sever’in yönettiği panelde ilk konuşmayı Gazeteci- Yazar Hasan Cemal yaptı. Cemal „Herşeye rağmen savaşı değil, barışı konuşmaya geldim. Hem de inadına barış... ‘Barış’a Emanet Olun’ adında yeni bir kitabım çıkıyor. Bu kitabın adı, savaşta 4 oğlunu kaybeden Diyarbakırlı Hayriye Ana’nın bana söylediği sözlerden oluşuyor. Yine bu kitabımı bir yamaçtan Hakkari’yi izlerken gelip koluma yapışıp bana ‘yaz oğlum biz barışa hasret kalmışız’ diyen yaşlı Hivzu Teyze’ye adıyorum. Yine Kandil-Hewlêr arasında arasında taşımacılık yapan, beni de oralara götürürken bana, ‘Hasan Abi, sen gazeteye mi, barışa mı çalışıyorsun diyen Kürt gencine adıyorum. Murat Karayılan, bana Türk toplumunun artık barışı öcü gibi görmediğini söyledi. Ama geldiğimiz noktada hiç de öğle değil. KCK tutuklamaları, parti kapatmalar, milletvekillerinin tutukluluğu ve sivillerin ölümüne varan şiddet... Ama bir yıl önce ‘Oslo görüşmeleri’ oluyor. Devlet ve PKK arasında resmen görüşme oluyor. Peki bu savaş nedir“ diye sordu.
Bu görüşmelerin devletin PKK realitesini tanıdığını gösterdiğini belirten Hasan Cemal, devamla şunları dile getirdi: „Bu süreç durdurulamaz. Eninde sonunda silahlar susacak. Bize düşen ve önemli olan bu süreci kısaltmaktır. Kürtler büyük acılar yaşadı. Canlı tanıklardan dinlemeyinceye kadar bu acıları idrak edemezdim. Bu yüzden barışın bir an evvel olması gerekir. Barışın yolu akılla açılacak. Barış, geçmiş acıların esaretiyle gelmez. Apo geçmişin esiri olmadığı için çok önemli gelişmeler yarattı.“
PKK ile Kürt sorununun içiçe gelişen iki realite olduğuna işaret eden Hasan Cemal, devletin bunu kavradığını savundu. Cemal, sözlerini şu cümlelerle noktaladı: „Bugün söyleyeceğim, son tahlilde silahların susacağıdır. Barışın konuşulacağı bellidir. Onun için inadına barış“
‘Haksızlığa ses çıkarmayan dilsiz şeytandır’
Gazeteci-Yazar Abdurrahman Dilipak ise soruna ahlaki bakış açısıyla baktığını söyledi. Dilipak, „Hak talebi, kan, gözyaşı ve kelle kafası sayılarak olmaz. Bütün insanlığın çıkarına olmayan, bir çözüm benim çözümüm olamaz. Ben Türk’üm, Müslüman’ım. Türkler ve Müslümanlar için ne istiyorsam, başkaları için onu istiyorum. Birbirimize rağmen kazanacak barışımız olamaz. Celladımızın haklarını savunduğumuz zaman gerçek barışı yaratabiliriz. Birlikte mücadele ile barışı yaratmamız gerekiyor. Özgürlüğü de ‘biz’, ‘öteki’ anlayışıyla sağlayamayız.“
Haksızlık karşısında sesini çıkarmayan için ‘dilsiz şeytanlar’ kavramını kullanan Dilipak, akıl ve vicdanın birleştirilmesi gerektiğini dile getirdi.
Dilipak, devamla şunları söyledi: „Susarak ya cennetinize tahta, ya da cehenneminize odun taşıyacağız. Çare biziz, sizsiniz. Ötekine boyun eğdirerek zafer kazanmaktan vazgeçmeliyiz. Aklımız ve vicdanımızı birleştirmemiz gerekiyor. Barış insanı olmadan barışı yaratamayız. Kendimizde olmayanı başkasına veremeyiz.
Demokratik yeni bir anayasa çıkmadan, hiçbir şey yapamayız. Günün siyaseti böyle yapılıyor. ‘Görüşmem’ diyor. Dışarıdan, alttan alta resmi şekilde görüşüyor. Herşeyin önüne devlet ilkeleri konulmuş. Devletin temel ilkeleri benim ceketimin rengiyle çelişiyorsa, değişmesi gereken devletin temel ilkeleridir. Benim ceketimin rengi değil. Önce kan dursun. Sonra konuşulacak şeyler konuşulsun...“
‘Kimsenin dili yok muydu?’
DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ise paneli düzenleyen Stuttgart Barış Meclisi’ni ve katılımcıları selamlayarak konuşmasına başladı. Türk, şunları söyledi: „Devlet bugünkü politikaları ile 100 yıl önceki düzeyin çok gerisinde. Kürt ve Kürdistan kelimeleri yasak. 1908’de bu isimle İstanbul’da gazeteler çıkardı. Keşke her şey burada dillendirildiği gibi basit olsaydı. 30 yıl boyunca Kürtler tek başına acı çekti. O zaman kimsenin ağzında dil yok muydu, konuşacak? İşkenceler, katliamlar zamanında, ensemize namlular dayatıldığında keşke bu duyarlılık gösterilseydi. Daha savaşın acısı ilk defa Türkler’de yaşandı. Şimdiye kadar tek taraflı acı vardı. Biz savaşı hiçbir zaman yol ve yöntem olarak görmedik. Aydınlar geldiler, ‘yeter ki silahlar sussun biz o zaman üzerimize düşeni yapacağız’ dediler. Ama tek taraflı ateşkes olduktan sonra hiçbir duyarlılık ve çaba görmedik. Barış, silahların tek taraflı susturulması mıdır?“
‘Kürtlerin omzuna yüklemek doğru değil’
Barışın doğru bir yol haritası, samimiyet ve iyiniyet ile mümkün olduğunu vurgulayan Ahmet Türk, „Demokrasi kültürüne sahipseniz barış olur. Meseleyi Kürtlerin omuzuna yüklemek doğru değil. Sayın Öcalan’ın çabaları heba edildi. Hiçbir şey çıkmadı. Biz silahları susturma çabası verirken, oyalamaya dönük taktikleri bizzat tespit ettik. Hatip Dicle arkadaşımızın durumu küçük bir örnektir. Adaylığı iptal edilmiyor. Milletvekili seçildikten sonra, milletvekilliği iptal ediliyor. Burada söylendiği gibi iyiniyet aramanın anlamı yok. Bütün bunlara rağmen ısrarlıyız. Dialog taleplerimizi dayatıyoruz. Devlet yapmıyor diye diyalogdan barıştan vazgeçmeyeceğiz.“
Barışın haklı, meşru ve doğru bir halk mücadelesiyle mümkün olduğunu dile getiren Türk, „Barışla savaş birbirleri ile ilgili kavramlardır. Savaşın durması için barış yapılır. DTK olarak, parti olarak bütün hakları kucaklayacak bir çalışma yürütüyoruz. Onun için Diyarbakır’da yapılan konferansa ‘Kürdistan Konferansı’ değil ‘Kürdistani Konferans’ adını verdik. Kürdistan’da olup da Kürt olmayanlar da kendilerini ifade etsin diye.“
Kürt halkının Ortadoğu’ya model bir kurtuluş umudunu geliştirdiğine dikkat çeken Ahmet Türk, demokratik hak ve hukukun ne olduğunu Kürtlerin çok iyi bildiğinin altını çizdi. Türk, devamla, „Bu halka rağmen hiçbir yere varamazsınız. Gitmiş, Ortadoğu’ya barış dersi veriyor. ‘Önce kendi yarana merhem ol’ demezler mi adama? Hiç kimse sana inanmaz. Pay alma, ganimet kapma çabası olduğunu herkes biliyor. Yine İran, İsrail’e karşı geleceksin ama Kürtler hak istediğinde gücünü Türkiye ile birleştirecek, imha operasyonu yapacaksın“ dedi.
Kürtlerin yürüttüğü mücadelenin Ortadoğu’yu ciddi anlamda şekillendireceğini söyleyen Ahmet Türk, „Biz Demokratik Özerkliği çok samimi bir çaba ile çözümün gerçekçi modeli olarak ortaya koyduk. Milyonlarca Kürt, Batı‘da Türklerle birlikte yaşıyor. Uzun süreli, ikili hukuka dayalı bir sistem. Türk ve Kürt halklarının birlikte yaşamı iki halka da katkı sağlar. Ortak bir mücadeleyi yarattığımız zaman çatı partisi de gündeme alınır. Bu sancılı süreçte bunun gerçekleşmesi zor görülüyor“ dedi.
Devletin Kürtleri geçmişte olduğu gibi bugün de bir potansiyel tehlike olarak gördüğünü vurgulayan Türk, bunun halkların geleceğini zehirlediğini vurguladı. Türk, güvenlik mantığı ile soruna bakış açısının baskı, tutuklama, ve şiddetten başka birşeyi ortaya çıkarmadığını dile getirdi.
‘Ben mi silahı kullanıyorum?’
Türk, son olarak şu ifadeleri kullandı: „Bize ‘gelip siyaset yapmıyorlar, süreci tıkıyorlar’ diyorlar. Biz Sayın Öcalan’ın önünü tıkıyorsak, öyleyse sen niye iki aydır, tecrit uyguluyorsun. Bize gelip ‘silahları susturun’ diyorlar. Silahı ben mi kullanıyorum ki, silahı susturayım? Bana gelip Kürtlerin hak ve hukuku konusunda politikalarımı soracaksın. O zaman cevap almazsan haklısın.“
Türk, bütün olumsuzluklara rağmen barışa olan inancını ve müzakerelerin tekrar başlaması umudunu belirterek, konuşmasını sonlandırdı.