Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Savaş ve Kadın

Amerika'nın Irak’a karşı önceden planlandığı bir savaşın eşiğindeyiz. Amerikan hükümet başkanlarının birisi hariç hiçbiri savaşmadı. Bir emekli askerin geçenlerde yazdığı gibi: “Savaş ilan edenler bunun bedelini bilmeliler.” Onlar ayrıca bedeli kimin ödeyeceğini de bilmeliler. Modern savaşta en çok ölenler, savaşçı olmayan sivillerdir. Sivil oldukları için öldürülmeleri dışında, kadınlar ve genç kızlar savaşta kasıtlı bir şekilde hedef alındı, ve çok ağır yaralandılar. 

Kadın Sivillerin Ölümü 

Savaşta öldürülenlerin büyük bir oranı, 20. yüzyıl boyunca, sivillerden oluşuyordu. Silahlı çatışmada bombalar ve silahlar sivil kadınları sivil erkeklerle eşit sayıda öldürür ve yaralar. 1990'larda savaşın doğrudan ya da dolaylı etkileriyle ölenlerden her 10 kişisinden 9'u sivildi. 20. yüzyılda sivillerin, kadınların ve çocukların ölüm oranındaki dikkate değer artışın nedeni, savaş teknolojisindeki ve taktiklerindeki değişime yoruldu. Ağır ateş gücüyle birleştirilmiş havadan yapılan yüksek teknolojiye sahip savaş, alanlarda yapılan ordu çarpışmasının yerini aldı.Ve askeri strateji; elektrik santralleri, su dağıtım tertibatları, hastaneler, endüstri santralleri ve iletişim sistemleri gibi sivil alt yapı tesislerini yok etmek için tam-isabetli bombardıman denen yola başvurdu, ABD’nin 1991’de Irak’ta yaptığı buydu. Ayrıca ülkeler arası çatışmaların belirlenmiş bir savaş alanı yok, ve silahlı savaşçılar öldürmek, tecavüz etmek, terörize etmek ve sınır dışı etmek için sivilleri hedef alıyor. 

II. Dünya Savaşı’ndan beri dünya, ülkeler arası çatışmaların artmasına ve tüm insanlığın yok edilmesine yönelik bir amaca tanık oluyor. Nazilerin Yahudilere karşı yaptığı ‘son çözüm’, daha yeni iç çatışmalarda tekrarlandı; Pol Pot rejimi sırasında Kamboçyalılara karşı, Yugoslavya’da Müslümanlara, Ruanda’da Tutsilere karşı ve Irak’ta Kürtlere karşı. Erkekler, kadınlar, çocuklar eşit oranda katliamın kurbanlarıydı. Kadınlar etnik kimlikleri yüzünden öldürülmelerinin yanında cinsel anlamda da sömürüldü, işkence gördü. Orta Afrika’nın bir ülkesi olan Ruanda’da, 1994’te 3 aylık bir süre içerisinde yaklaşık 1 milyon insan etnik bir çatışmada öldürüldü, tarihte görülen en hızlı katliam. Sayılan ölülerin %40-45’i kadındı; ve 500,000’e yakın kadın ve genç kıza tecavüz edildi ve cinsel işkencede bulunuldu. Savaştan sonra tecavüzden kurtulanların çoğu toplum tarafından dışlandı, suçlandı ve onlardan uzak duruldu; aslında sosyal açıdan ölüme terk edildiler.

 Tecavüz, Cinsel İşkence ve Cinsel Sömürü

 Savaşın kadınlara kadınlıklarından dolayı verdiği acı, erkeklerin penislerinin kadınları küçük düşürmek, onlara saldırmak ve işkence etmek için silah olarak kullanmaları sonucunda geçirdikleri travmadır. Askeri genelevler, tecavüz kampları ve gitgide büyüyen fuhuş sektörü, erkek saldırganlığına dayanan, ona izin veren savaş kültürüyle ve savaşın ardından özellikle kadın ve çocukları perişan eden sosyal ve ekonomik yıkımlarla besleniyor. Ama eski Yugoslavya’da Müslüman kadınların ve Ruanda’da Tutsi kadınların çatışma sırasında tecavüz edilerek katledildiğini gösteren son soruşturmalara kadar savaşta tecavüz ve cinsel sömürü sistematik olarak belgelere dökülmedi, ve savaş suçu ve işkencesi olarak adlandırılmıyordu. Aynı zamanda tarih, savaşın ve işgal ordusunun kıdemli subaylarının, askerlerinin yerli kadınlara yaptığı cinsel sömürüyü tasdik ettiğini ve meşrulaştırdığını gösterir. Savaşın her iki tarafındaki hükümetler, askeri genelevleri, askerleri için ‘dinlenme ve eğlence’ sağladığı savunması adı altında kabul ediyor, onlara yer sağlıyor ve müsamaha gösteriyor. Düzenli yürüyen bir genelev sisteminin erkek cinsel saldırganlığını önleyeceği, orduda cinsel yolla yayılan hastalıkları azaltacağı, ve askerlere savaş için moral desteği vereceği gibi özel(!) bir sonuç çıkarıyorlar. 

Şubat 2002’de Mülteciler için Uluslararası Yüksek Komisyon’u (UNHCR) ve Çocukları Koruma Derneği (Save The Children), Gine, Liberya, ve Sierra Leon’daki Batı Afrikalı mülteci çocukların cinsel tacize uğradıkları iddialarıyla ilgili araştırmalarını içeren bir rapor yayınladı. 1500 kadın, erkek, ve çocuk mülteciyle yaptıkları röportaj, 13-18 yaş arası kızların erkek ilkyardım görevlileri tarafından cinsel tacize uğradığını ortaya çıkardı. Taciz edenlerin çoğu ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri tarafından (NGO’lar), BM ve BM barış gücü tarafından, ve toplum liderleri tarafından çalıştırılanlardı. Gine’den bir kadın, mal ve yardım dağıttığı için güçlü bir pozisyona sahip ilkyardım çalışanlarının bu durumu kötüye kullandıklarını, yemek karşılığı seks yapmanın aşırı yaygın olmasıyla ilgili ‘seks başına bir kilo’ dediklerini söyledi. Görüşülen başka bir adam, ‘sivil toplum örgütü çalışanlarına sunacağı’, kız kardeşi, karısı ya da kızı olmayanların, yağ, çadır, ilaç, borç, eğitim, zanaat öğretimi ve hisse senedi alma hakkı olmayacağını söyledi.İlkyardım çalışanlarının ve barış gücünün görece zenginliği ve gücü ile mültecilerin yoksulluğu ve muhtaçlığı arasındaki farkla beslenen genç kızların maruz kaldığı cinsel taciz, en çok da iyi kurulmuş, büyük kamplarda yaygındı.

 Kara Mayınlarıyla Ölüm ve Yaralanma 

Kadınlar ve çocuklar, kara mayınlarının tarım alanlarına, su kaynaklarının ve pazarların olduğu yollara yerleştirilmesi sonucu en çok zarar görenlerdir. Böyle yapanların niyeti, bir halkı çiftçilerini öldürerek aç bırakmaktır. 100’den fazla öldürücü kara mayını ve patlamamış ağır çaplı toplar alanlarda, karayollarında, açık arazilerde ve dünyadaki 90 ülkenin sınırlarında gizli bir şekilde yatıyor. ‘Ağır çekimde kitle imha silahları’ olarak adlandırılan kara mayınlarıyla her yıl 15000’den 20000’e kadar insan ölüyor ya da yaralanıyor, ve rapor edilen kurbanların %70’inden fazlası sivil. Sovyet ordusunun Afganistan’la yaptığı savaş sırasında Pakistan-Afganistan sınırına attığı binlerce kara mayını Bajaur’da ve Pakistan’da yayıldı. Hayvanlara yem götürüp getirirken, tarım arazilerinden geçerken, gündelik işlerini yaparken yaralanan kadınlar ve genç kızlar, mayın kurbanlarının %35’ini oluşturuyor. Ayrıca bu tutucu aşiretlerden oluşan toplumda, camilerde ve okullarda erkeklere ve delikanlılara mayınlarla ilgili bilinçlendirme dersleri yapılırken, onların da evdeki eşlerine ve çocuklarına öğretecekleri varsayılıyordu. Afrika’nın bir çok bölgesinde, yiyecek üretiminin %80’ini sağlayan kadın çiftçilerin oranı Asya’da ve Afrika’da erkek çiftçilerden daha fazla. Yaralandıklarında çiftçilik yapamıyorlar, ve ailelerini besleyemiyorlar. Kocaları onları terk ediyor, ya sokakta dilenmeye ya da cinsel tacize uğramaya bırakıyorlar. 236 kişiden birinin kara mayını yüzünden bir uzvunu kaybetmiş olduğu Kamboçya’da, arazilerin neredeyse yarısı, tarım için de, insanların kullanımı için de elverişsiz. 

Savaş sonrası toparlanma döneminde, odun toplamak, su bulmak, hayvanlarla ve çiftçilikle ilgilenmek gibi barış zamanının geçim faaliyetlerine geri döndükleri için, kadınlar ve çocuklar kara mayınlarından yaralananların ve ölenlerin büyük çoğunluğunu oluşturacak gibi görünüyorlar.

 Savaş Dulları

 Kamboçya’da kırsal evlerin geçimini sağlayanların %35’i kadınlar, ve çoğu dul. Çocuklarını yoksulluk içerisinde büyüten çoğu genç dul kurtulma yolu olarak fuhuşa yöneliyor. Genç kızların genelevlere yollandığı Negal ve Bangladeş gibi bölgelerde, dul kadınların kızları annelerine yardım etmek için okuldan alınıyor, ve çoğu zaman fuhuşa kapılma tehlikesiyle yaşıyor. Savaşı yeni yaşamış ülkelerde, Angola, Bosna Hersek, Kosova, Mozambik, ve Somali’de, yetişkin kadınların çoğu dul. Ruandalı çocukların %70’ine yalnızca anneler, büyükanneler ya da yetişkin kız çocukları bakıyor. Ruanda’da tahminen 58,500 evin geçimini genç kızlar sağlıyor. Savaşta dul kalanların çoğu mülteci kamplarında her şeyden elini ayağını çekmiş bir biçimde yaşıyor, çünkü evlerinin onarımı için onlara yardım edecek erkek akrabaları yok. 10,000’e yakın erkeğin öldüğü ya da kaybolduğu tahmin edilen Kosova’da, mülteci kamplarından dönen dulların çoğunun sosyal güvencesi ve kendilerini savunma hakları yoktu. Gitgide yoksullaştılar, ve toplumsal yaşamlarında marjinalleştiler. 

BM çalışmaları, gelişmekte olan ülkelerdeki hane halkı sayımının, dulların nesiller boyunca var olan yoksulluğunu ve eşitsizliğini belgeleyemediğini, ve evsizleri tamamen gözden kaçırdığını gösteriyor. Politik ve kişisel bunalımlar yaşamış dullar sayılmıyor, tanımlanmıyor, ve en az onların sesi duyuluyor. BM, çalışmasını, "En zavallı dulların yaşlı ve zayıf olanlar olduğunu, koruyup beslemeleri gereken küçük çocukları olanlar olduğunu, yerinden yurdundan edilip mülteci olanlar olduğunu, silahlı çatışma yüzünden dul kalmış olanlar olduğunu " söyleyerek sonlandırıyor. 

Savaş Mültecileri

Dünyadaki mültecilerin ve ülkesinden sürülenlerin %80'ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. yirminci yüzyılın sonlarında savaşın dengesi ve doğası, benzeri görülmemiş sayıda insanın çatışmadan kaçmasıyla sonuçlandı. Örneğin, 1990'larda insanların savaş yüzünden ülkelerinden sürülmelerinin halkın sağlığı üzerinde birçok durumda çatışmanın kendisinden çok daha ciddi etkileri olması.

Cinsiyete dayanan verilerin yokluğuna rağmen, mülteci kamplarındaki kadınların ve kız çocuklarının erkeklerden daha fazla tecavüz, cinsel sömürü ve de kara mayınlarından dolayı kötürüm kalma riski altında olması gibi, kirletilmiş su kaynaklarına ve insani atıklara da daha fazla maruz kaldığı biliniyor. Kadınlar ve kız çocukları, yiyecek, yakıt, hayvanların yemi ve suyun sağlanması gibi temel ev içi ihtiyaçlarının sağlanmasından ve atıkların uzaklaştırılmasından sorumlular, ve erkekler çatışmalar yüzünden yaşanan kıtlığın sonucu bunları yağmalıyorlar. Batı Afrika mülteci kamplarında BM barış gücü ve yardım görevlileri tarafından kadınların ve kız çocuklarının cinsel olarak sömürüldüğünün, ve Bosna'nın çatışma sonrası korunaklı bölgede kadınların ve kız çocuklarının uluslararası polis tarafından fuhuşa sürüklendiğinin geçenlerde açığa çıkarılması sonucu; gözler yağmacı erkek barış gücüne, yardım görevlilerine ve polise, ve ayrıca da yiyecek, temel yaşam gereksinimleri ve fiziksel güvenlik için onlara bağlı olan mülteci kadın ve kız çocuklarının hassas durumlarına çevrildi.

 

Ölüm oranlarının kaba verileri, ülkesinden sürülmenin kadın ve kız çocukların sağlığı üzerinde yarattığı etkileri gölgede bırakıyor; çünkü (tıpkı diğer toplumsal ve çevresel etkilerin verileri gibi) bunlar da toplumsal cinsiyetle pek az ilişkilendirilir. Belgelenmiş az sayıda örneklerden birine göre, Bangladeş'deki bir mülteci kampında, bir yaşın altındaki Burmalı kızlar erkeklerin iki katı, beş yaşın üzerindeki kızlar ile kadınlar ise erkeklerin 3.5 katı daha fazla ölüm oranına sahipler. Başka bir örnekte, başında kadınların bulunduğu Ruandalı mülteci ailelerin, başında erkeklerin bulunduğu Doğu Zaireli bir mülteci kampındakilerden daha kötü beslendikleri görülüyor. Cinsiyete dayalı çok az veriye rağmen, birçok durum, mülteci kadınların ve kız çocuklarının erkeklerden daha yüksek ölüm oranına sahip olduğu sonucunu veriyor; çünkü mülteci kamplarındaki sağlık hizmetlerini ve yiyeceği sağlayan sistemler, erkeklere ve erkek çocuklara kadınlar ve kız çocuklarının üstünde ayrıcalıklar sağlıyor. Cinsel eşitlik sağlanmazsa, mülteci kamplarındaki gıda ve sağlık hizmetlerinden yararlanma şansı en az olanlar, hane reisi konumundaki bekar kadınlar, dullar ve kız çocukları olacak. Koruma ve adaletten yoksun olduklarından, aynı zamanda yiyecek ve ilaç için cinsel sömürüye maruz kalabiliyorlar.

 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarındaki savaşlar, savaşçının kurbanının ölümünü ve sakat kalmasını görmesine meydan vermeyecek uzaklıkta uzaktan kumandalı silahlarla gerçekleştiriliyor. Hatta sivillerin yoluna yerleştirilmiş sadist bir oyuncağa benzeyen kara mayınları, onları havadan eken veya manuel dağıtanlardan uzaktalar, ve onları üretenlerin de binlerce mil uzağındalar. Diğer yandan, askeri tecavüz ve cinsel sömürü, savaş alanlarında kadın cesetlerinin dış görünüşlerini erkek görünüşüne çevirdi. Savaşın acılarını çekenlerin içinde militer kültür için ödenen en ağır bedeli kadınlar ödemiştir. Bu kültür, erkekleri, yaşı, cinsiyeti, sivil konumu ayırt etmeksizin tüm insanları öldürmek üzere hazırlar, ve savaş sırasında ve savaş sonrası barış gücünde ve işgal üslerinde, askeri temeller etrafında, kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldığı erkek cinsel saldırganlığına hoşgörü alanını yaratır. 

Sonuç

 Irak’a 1991'de ABD önderliğinde gerçekleştirilen hava saldırısı ve beraberinde süre giden ambargo, 1980'lerde Irak'ta gerçekleşen sosyo-ekonomik kazanımları (baskıcı rejime ve Irak'ın İran'la olan savaşına rağmen) kadınlar için sınırsız olumsuzluklar yaratarak ortadan kaldırdı. Kadınlara yönelik ev içi şiddet ve boşanmalar arttı, ve yoksullaştırılmış bazı bekar anneler ve dullar -bu savaşın en zavallı mağdurları- yaşamlarını sürdürebilmek ve ailelerini doyurabilmek için fuhuşa yöneldi. Irak toplumundaki kız çocukları ve kadınlar arasındaki okuryazarlık azaldı, ve eğitimdeki kazanımlar kaybedildi, ve kırsal kesimlerde ergenlik dönemindeki kızların erken yaşta evlendirilmesi yeniden artış gösterdi. 

ABD’nin yakında Irak’a açacağı savaşta ölü sayısının 1991’deki Körfez Savaşı’ndakinden çok daha fazla olacağı tahmin ediliyor. Bu savaşta, şehirlerin üstüne tarihteki en şiddetli ateş gücü yağacak; tıbbi hizmetler ve sosyal hizmetler yok olacak; yiyecek, su, elektrik ve ilaç yokluğu çıkacak; ve bombalama sırasında ve sonrasında 500.000’e yakın insan ölecek. Tahminen 2 milyon kişi memleketinden sürülecek, ve mülteci olacak.

Vatandaşların çoğunun 15 yaşın altında olduğu Irak’ta, ABD güdümlü bir savaşın en ağır faturasını kadınlar ve çocukları yaşamlarıyla ödeyecekler. Savaşın yurt içi maliyetinin 100 milyar dolar olarak tasarlandığı ABD’de, zavallı kadınlar ve çocukları bu bedeli zaten, barınma, yiyecek, eğitim ve sağlık sigortasında, bu temel ihtiyaçlarda federal düzeyde ve devlet düzeyinde yapılan kesinti ve kısıtlamalardan dolayı, yaşamlarıyla ödüyorlar. Adil savaşın ilkelerine göre, ABD güdümlü, Irak’a karşı önceden planlanmış bir savaş (Güvenlik Konseyi tarafından onaylansa bile) adil değildir, ve bunu sürdürenlerin ahlâki çöküşünü gösterir. H. Patricia, Boston Üniversitesi Kamu Sağlığı Bölümü’nde Çevre Sağlığı profesörü, ve Kentsel Çevre Sağlığı İnisiyatifi yöneticisidir; ve kentsel çevre sağlığı, çevre adaleti ve feminizm üzerine çalışmalar yapıyor. 

SAVAŞ VE KADINPatricia Hynes13 Mart 2003